Hiç sinema
insanı olmadım, olamadım. İzlediğim her kötü filmden sonra sinemadan biraz daha
soğudum. Hep gitmeyi düşündüğüm filmlerin basit, saçma, kötü film çıkmasından
korktuğum için hep aynı tedirginliği yaşadım. "Ya olursa, ya bu film de
kötü çıkarsa...Ya bu filmi de izlediğime pişman olursam!" diye düşünüp,
çoğunlukla filme gitmekten vaz geçmişimdir. Ancak sinemasever olan, tüm yeni
çıkan filmleri izleyen, sinema literatürünü bilen insanlara ve arkadaşlarıma da
çok saygı duyuyorum. Sinemaseverlik çok saygı duyulması gereken bir
iştir. Çünkü iyi bir sinemasever olabilmek için yapılan filmler içinde oranları
çok düşük olan kaliteli ve baş yapıt filmleri izlemek için, onlarca, hatta
yüzlerce vasat film izlenmesi gerekiyor. Onlarca, yüzlerce insan hayal gücüne
ihanet eden, estetiğe ve sanata aykırı kötü film izlemek gerekiyor. Onlarca
saçma, hızlıca kurgulanmış, üstünde yeterince çalışılmadan, sadece ticari kaygı
ile yapılmış, hızlıca tüketime ve gösterime sunulmuş film izlemek gerekiyor. Bu
kötü his, yüksek beklentilerle okunan ancak bekleneni veremeyen bir kitap
bitirildikten sonra hissedilen his gibi değildir. İçimde her kötü film
izledikten sonra oluşan his, yemekten sonra hissedilen pişmanlık ve öfke
gibidir. Keşke yemeseydim pişmanlığı yanında, hazmedene kadar o yemeği taşımak
zorunda olmanın öfkesi, ve yenebilecek güzel bir yiyeceğin getireceği güzel
hisleri ve mutluluğu getirene dek, o kötü hislerle yaşamak zorunda olmanın
dayanılmaz ıstırabı ve öfkesine benzetiyorum hep. En azından benim için öyle.
Kötü filmlerden sonra da aynı duyguları yaşarım ben. Halbuki iyi sinemaseverler,
bu duyguları sineye çekip, yılmadan, usanmadan izlemeye devam ederlerken, bir
yandan da kendilerini kandırmayı becerebilen insanlardır.
"- Tamam, film saçmaydı, ama şu sahnesi çok güzeldi. " Veya
"- Tamam, filmin animasyonları veya kurgusu çok berbattı, ama filmin
oyuncu kadrosu da çok sağlamdı" gibi bir teselliyi sık sık kendilerine
telkin edip izlemelerine devam edebilmeleridir. Yani sinemaseverler çok şeyi hak
ediyorlar.
Evet bir
sinemasever arkadaşımın verdiği öneriden sonra izlediğim" Marslı ve
Starwars" filmlerinden sonra aynı hisleri yaşadım. Pişmanlık ve kendime
karşı öfke. Aslında Interstaller filminden sonra herhangi bir uzay filmi
izlemem zaten benim hatamdı. Interstaller filmin akıl sınırlarını zorlayan kuantum
fiziği ile bu kadar örtüşmesi, senaryosu, üstünde çok çalışılmış görsel
teknikleri, çok yetenekli oyuncu kadrosu ve müthiş yetenek Hans Zimmer
müzikleri ile filmin görsel, işitsel, düşünsel şölene dönüşmesi bir zirve idi.
Bir uzay filminin bu noktaya ulaşmasından sonra, elbette çok uzun bir süre uzay
filmi seyretmemem gerekiyordu. Evet bu kaçınılmazdı. Evet, izleyeceğim
filmlerin, " Gora, bir uzay filmi" sloganına ( evet bu show yada
tiyatro değil, aslında bu bir uzay filmidir demek istiyor muzipçe) ihtiyaç duyması
gibi tüm uzay filmlerine şüpheyle bakıp hayal kırıklığı yaşamam kaçınılmazdı. Burada
"Amerikan sineması, sana sesleniyorum. Yıllarca uzaylıları bize kötü
gösterdin. Halbuki uzaylı da olsa, insan insandır" diyen Arif'i analım. Evet,
izlediğim Marslı ve Starwars filmleri en fazla Gora kadar bir uzay filmi idi.
Evet biraz acımasız olacak, ancak Özellikle Starwars ancak dünyayı kurtaran
adam kadar bilimsellik, yapım ve görsellik taşıyordu. Elbette Starwars
hayranları buna kızabilir. Çünkü biliyorum ki Starwars'un da bir felsefesi vardı.
Bir Cedaylık felsefesi var. Her ne kadar Ceday lık felsefesi de, tıpkı Gora'da
Arif'in Amerikan sinemasına seslenerek;
"- yıllarca bize uzaylıları kötü gösterdin. Halbuki, uzaylı da olsa insan
insandır" demesi gibi, "Bir Ceday'da olsa, insan insandır" a
çıkıyor aslında. Milyonlarca dolarlık bütçe çok ünlü bir oyuncu kadrosuna
rağmen, serinin son filmi bir zorlama olmuş gibi geldi bana. Sanki tamamen
maddi kaygılarla senaryonun zorlandığı, filmin serisinin getirilmesi için
sanat, özgünlük, estetik, tutarlılıktan taviz verildiği bir yapım olmuş.
Sanırım yapımcısı, senaristi, oyuncularının"evet, son kez, bir defa daha
yerse" mantığı ile bir araya geldikleri bir filmdi. Tıpkı son Terminatör
filmi gibi. Bu seri filmlerin, o serilere ve felsefeye gönül vermiş, ellerinde
oyuncak ışın kılıçları ile sinema salonlarına koşan sadık izleyici ve okurları
söğüşlemek için yapılmış bir yapım olarak geldi bana. Tabi ki insanlarda ne
gibi hisler uyandı bilmiyorum; ancak bende, tıpkı çok güzel yemek sofrasında,
yemeğin son kısmının kötü olması veya çok güzel bir yemeğin üstüne kötü bir
tatlı veya kahve içilmesinin getirdiği o berbat his gibi bir durum oluştu. Filmi
izledikten sonra düşündüm ki; o zaman biz Yeşilçam'ı yıllarca neden eleştirdik?
O oyuncuları, yapımları, birbirini tekrar eden senaryoları neden acımasızca ve
hoyratça yerden yere vurduk? Neden tarih filmlerinde oyunculardan birinin
bileğinde Seiko saat görünmesini bu kadar abarttık? Neden oyuncularla, replikleri
ile ölümüne dalga geçip, adeta yüzlerine tükürdük? Neden "nayır nolamaz"
repliklerini adeta dilimize doladı? Neden filmde kazalardan sonra kör olan esas
oğlan veya esas kızın duygularını, bir türlü kavuşamayan aşıkların aşklarını ti
ye aldık? Adeta daha ölmeden tüm sektörü mezara gömdük! Salt, körü körüne
Hollywood'a hayran olduk. Onların süper kahramanlarına gönül verdik. Kendimizi
adeta bir Amerikalı kadar Amerikalı hissettik. Adeta dünyanın merkezi olarak
Amerika'yı gördük. Sanki uzaylılar dünyayı işgal edince dünyamızı
filmlerdeki gibi Amerika ve onun başkanının liderliğinde savunmaya razı olduk!
Aslında Hollywood'un kahramanlarının da bizim kahramanlarımızdan bir farkları
yoktu! Onlar da duygusal, onlarda ana kuzusu id!. Bakınız Süpermen vs Batman
filmi. Yine büyük beklentilerle izlediğim bu film de, bende yarattığı hayal
kırıklığının yanında, beni sinemadan biraz daha soğuttu. Filmin ana felsefesi; bazı süper kahramanların (bu filmde
Süpermen'in) gücü eline aldıktan sonra kötüleşmeye başlaması fikri bende ilk
başta çok orijinal bir fikir olarak göründü. Filmin mükemmel lansmanı ve reklam
kampanyası ile desteklenmesi, bende oldukça iyi bir yapım olduğu izlenimi
uyandırmıştı. Fakat kurgu, senaryo ve tutarlılık seviyesi neredeyse fiyasko
idi. Özellikle bazı sahnelerdeki basitliği Yeşilçam yapsa, filmi yerin dibine
sokardık. "Adaletin Şafağı" Süpermen'i
öldürmeye kararlı olan Batman, annelerinin isimleri aynı olduğu için Süpermen'i
affeder. Hatta onun annesini kötü adamların elinden kurtarır. Annesi Marta'yı
kurtarırken, "ben Klark ın arkadaşıyım" der. Süpermen in annesi de;
"-Biliyorum, pelerininden tanıdım" der. Bu replikler ne kadar masum
ve ne kadar bizden değil mi? Ama bunu Yeşilçam yapsa, hepimiz güler aşağılarız,
yerin dibine sokar, sıfatlarına tükürürüz. Ayrıca filmdeki onlarca mantık
hatası ve saçmalığı saymıyorum bile...
Ben bu konuda kendimizi dışarıya karşı
fazla özentili ve toleranslı olup, kendi değerlerimizden aynı toleransı ve
taktiri esirgediğimizi düşünüyorum. Kendi sporcularımıza, kendi sanatçılarımıza
ve insanımıza karşı hoyratça eleştirel ve küçümseyici iken, yabancı sanatçı, film,
yapım ve sporculara karşı ise aşırı hoşgörülü olup hayranlık besleyen bir
toplum olmamıza bağlıyorum. Batman vs Superman filmi konusundaki fikrimi tekrarlamam gerekirse,
kötülerin de yabana atılmayacak bir felsefesi olabileceğini ortaya koyan bir
önceki Batman filmi "Dark Knight" ın yanından bile geçemeyecek
seviyede kötü idi.