Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

14 Ocak 2018 Pazar

Yaratıcı Matematikle, Fizikle, Kimyayla, Felsefeyle ve Sanatla Konuşur

Yaratıcı sadece kutsal kitaplarla konuşmaz. Yaratıcı, çoğu zaman matematiğin, fiziğin, kimyanın ve sanatın kendine has diliye konuşur. Yeter ki, bu büyülü dili okumaya ve anlamaya çalışalım. Jack Handey, “Bilge insan tek bir kum tanesine bakarak evreni hayal edebilir.” der. Bilim insanları, sanatçılar ve alimler, yüce yaratıcının dilini anlamaya en yakın insanlardır. Çünkü, yaratıcının dili, bilim, matematk ve sanattır. Yaratıcın iletişim şekli ise ilhamdır. Bilimsel çalışmalarla keşfedilen her yeni durum, insanı hayretten hayrete düşürmüştür. Bilim insanları çalışmalarını yaparken, çözemedikleri problemlerin ve paradoksların üstünde konsantre olup düşünürken, insanın içindeki o sonsuz potansiyelden, hayal ve ilham gücünden faydalanırlar. Bilim adamları hayaller kurar, kuramları ve teorileri hayallerinden aldıkları ilhamlarla açıklarlar. Filozoflar da düşünce, konsantrasyon ve ilhamla maddedeki kimsenin göremediği manaları ve ayrıntıları görürler. Dünyanın yetiştirmiş olduğu en büyük bilim insanlarından olan Albert Einstein, Kendimi ve düşünce yöntemlerimi incelediğimde, bilgiye ulaşmak için hayal gücümün diğer yeteneklerimden çok daha önemli olduğu sonucuna varıyorum.” der. Sanatçılar da yaptıkları eserlerini ilham aldıkları o ilahi kaynağa borçludurlar. Birçok sanatçı yaptığı estetik işleri, besteleri ve sanat eserlerini hayal gücü, ilham ve konsantrasyon ile yaptığını söyler. Sanatçılar normal insanların görmediği şeylerde, akıp giden hayatta sahip oldukları ilham ile güzellikler ve ilginç bağlantılar görürler. Sonra, bunu resmederler, şiire dökerler veya yazıya dökerler. Derin sessizlik anında huşu içinde düşünen bir filozof düşüncenin kaynağına seyahat eder. Bir bilim insanı zamanın görelilik teorisini ve kara delikleri keşfeder, bir sanatçı sonsuzluktan gelen o huşu anında notalarını yerleştiriverir, bir şair şiirinin arasında eksik kalan dörtlükleri buluverir, bir yazar da o derin sessizlik ve huşu anında hikayesinin en can alıcı kısımlarını eliyle koymuş gibi bulup ve yazısına yerleştiriverir. Bir doktor bile hastasına teşhis koyarken konsantre olarak ilham nimetinden faydalanır. Hastasının hikayesini ve hastanın vücudunun semptomlarını dinlerken, konsantre olur ve bekler. Bekler, bekler ve bir süre sonra aldığı ilham ile birlikte teşhisini koyar. Aldığı ilham ile müziklerini besteleyen sanatçının, şiirlerini yazan şairin, yazılarını yazan yazarın, ilham ve hayal gücü ile ufuklar açan bilim adamının, eserlerindeki başlıca faktör olan hayal gücü ve ilhamın kaynağı nedir? Tüm insanların, özellikle de sanatçı, bilim insanı veya düşünürlerin beslendiği o kaynak, sonsuz kudreti ve kaynağı ile tüm evreni kuşatan üstün yaratıcıdan gelen şimdilik gözle göremediğimiz ve ölçümleyemediğimiz bir çeşit enerjidir. Geçmiş çağlarda yaşayan din alimlerinin, filozofların ve bilim adamlarının hayatlarında belli zaman dilimlerinde kendilerini toplumdan izole ederek inzivaya çekildiklerini ve en değerli eserlerini bu inziva zamanlarında yaptıklarını biliyoruz. Bir çok filozof da düşüncelerini inziva anlarında berraklaştırabilmiş, tespitlerini yazıya dökmüş ve sonunda bin yıllar boyu unutulmayacak eserler bırakmıştır. Yine bilim adamları, deneyle kanıtlanması mümkün olmayan şeyleri düşünce, konsantrasyon ve Yaratıcının'ın yardımı olan ilhamla bulmuşlardır. Bunlara örnekler kara madde, zamanın göreceliği teorilerini örnek verebiliriz. Malum Albert Einstein'ın zamanında bu teorilerini kanıtlayabilecek teknik imkanları yoktu. Yine bir çok sanatçı, bilim adamı ve düşünür konsantrasyon ve ilham'ı, işlerini yaparken, düşüncelerini ortaya koyarken, sıklıkla kullanmaktadır. Hiç bir sanatçı, bilim adamı, düşünür yoktur ki ilham olmadan eserlerini ortaya koysun. Hiç bir yazar yoktur ki ilham olmadan yazsın. Ortaya konan her parlak fikir, buluş, sanat eseri, müzik ilham ve ilhama kapı açan konsantrasyon olmadan kendiliğinden ortaya çıksın. Aslında bizler sanatçıların, bilim adamlarının, düşünürlerin eserlerinde Yaratıcının'ın sanatını temaşa ediyoruz. Kimya biliminin periyodik tablosunun önünde şaşkınlığa kapılmamak ve saygıyla eğilmemek elde değildir. Belki farkında olmadan sanatçıları hayranlıkla izleyip, taktir ederken, överken çoğunlukla da gerçek sanatçıyı gözden kaçırıyoruz. Çoğu zaman aslına çok benzetilerek güzel boyanmış bir portreyi veya doğanın yansımalarından birini natürmort olarak çok güzel resmetmiş ressamı büyük bir sanatçı olarak nitelendiririz. Bir hayvanın, bir doğal güzelliğin, bir gün batımının güzelliğini yakalamış bir fotoğraf sanatçısını beğenerek taktir ederiz. Ama bu güzellikleri yokluktan yaratan yaratıcıyı düşünmeyiz. Halbuki sanat kabul ettiğimiz şeyler çoğunlukla sadece doğanın muhteşem güzelliğinin güzel birer kopyalarıdır. Gerçek sanatçı, her şeyi, muhteşem sanatıyla ve erişilmez ilmiyle yokluktan yaratmış olan yaratıcıdır.

Yaratıcı insanlara sadece kutsal kitaplarla seslenmez. Yaratıcı, insanoğlunun bilimsel keşifler yaptıkça keşfettiği matematik ve fizik ile (aslında big bang ile başlayan yaratılış anından beri) konuşmaktadır. Bir yandan insanoğlu yaptığı her keşifle ne kadar az şey bildiğinin, ne kadar cahil ve aciz olduğunun farkına varmış, evrenin, maddenin, insanın ve yaradılışın sırları ortaya çıktıkça insanın şaşkınlığı ve yaratıcının yüksek ilmine olan hayranlık artmıştır. Ancak, diğer yandan, yaradılışın ve maddenin sırları ortaya çıktıkça, insanoğlu kendine aşırı güvenmeye ve kibirlenmeye başlayıp, bilimi de bir din gibi görmeye başlamıştır. Yaratıcı insanlarla kutsal kitaplardan daha çok bilimle, sanatla, matematikle, fizikle ve felsefeyle konuşur. Evren'in kılı kırk yaran ince mühendisliğinde en ileri matematiğin ve fiziğin yasaları vardır. Doğanın, gökyüzünün, yıldızların ve gezegenlerin devinimlerine bakınca gerçek sanatçının varlığının ipuçları kendini hemen belli eder. Yaratıcı insanlarla sadece kutsal kitaplarla konuşmaz.  Hiçbirinin birbirine benzemediği insanların, hayvanların, bitkilerin yaratılışı düşünüldüğünde ardında büyük sanatçının izleri görülür. Bir fabrika gibi çalışan vücudumuz, akıllı bireyler gibi işbirliği yapan hücrelerimiz, en gelişmiş bilgisayarlardan daha hızlı işlem yapan ve daha sırlarını çözemediğimiz beynimiz, akla gelebilecek her türlü hayvan, bitki ve mikrobiyolojik canlının kompleks yapıları insanı düşünmeye iter. Doğada gördüğümüz mucizevi denge, evrenimizin sahip olduğu muazzam yapı, insanların, hayvanların, bitkilerin ve mikrobiyolojik canlıların her birinin kendine has farklılıkları ile akıl almaz çeşitliliği bize hep onu hatırlatır. İster evrim teorisi, isterse direk yaratılış teorisi galip olsun, o üstün yaratıcının varlığından şüphe edilemez.

 

Tarihten Bu Güne İslam Ülkelerinde Bilim, Sanat ve Felsefe

Günümüzde İslam ülkeleri bilim, sanat, felsefe, hoşgörü, saygı ve sevgi gibi kriterlerde dünyanın en geri kalmış ülkeleri kategorisinde yer almaktadır. Ancak tarihte kurulan ilk büyük İslam imparatorlukları zamanının en gelişmiş ülkeleri olup, bilimde, sanatta ve felsefede çok ilerlemişlerdi. İslam’ın ortaya çıktığı ilk 4-5 yüzyıllık dönemde yapılan bilimsel çalışmalarla tıp, matematik, geometri, astronomi, kimya, felsefe ve sosyoloji gibi bilimler dönemlerinin altın çağını yaşadılar. İslam ortaya çıktıktan sonra büyük bir hızla dünyaya yayıldı. Çok kısa bir süre sonra bir imparatorluk haline geldi. İslam imparatorluğu ilk 4-5 yüzyıl içinde Arabistan'dan çıkarak, Kuzey Afrika'ya, oradan İspanyaya, Ortadoğu'dan Orta ve Uzak Asya'ya ve Anadolu'ya kadar sınırlarını genişletti. İslam imparatorlukları Emeviler, Endülüs Emevileri, Abbasiler ve Selçuklular zamanlarında bir çığ gibi büyüyerek siyasi sınırlarını genişletmekle kalmayıp, sanatta, bilimde, tıpta ve felsefede çok önemli başarılara imza attılar. O ilk dönem İslam imparatorluklarını yöneten sultanların büyük bir çoğunluğu ilimi, bilimi, felsefeyi ve sanatı himayeleri altına alıp desteklemişlerdi. O dönemin sultanları ve halifeleri sadece bilimi ve hür düşünceyi cesaretlendirmekle kalmamış, aynı zamanda pozitif bilimlerde veya dini ilimlerde çalışmalar yapan tüm alimleri ve filozofları sahiplenmişler, zamanın üniversiteleri olan medreseleri destekleyerek büyük maddi kaynaklar vermişlerdi. Sultanların ve halifelerin bizzat himaye ve desteğini alan zamanın İslam medreseleri bilimde ve ilimde en ileri üniversiteler haline geldikleri için Avrupa'dan gelen birçok öğrenci de bu medreselere gelerek eğitim almaktaydılar. Yani zamanının İslam medreseleri, günümüzün ileri Batı üniversitelerinin yetkinliğinde ve misyonundaydılar. O dönemde fikir ve vicdan hürriyeti de oldukça ileri bir safhadaydı. Hiç bir alimin inancına ve fikirlerine karışılmaz, her aykırı fikir, hatta ateizm bile serbestçe savunulabilirdi. Sultanlar karşıt görüşlü alimleri sabahlara kadar devam eden fikir tartışmalarına sokup, hangi fikrin, hangi felsefenin, hangi teorinin ve düşüncenin galip geleceğini merak ederek izlerlerdi. O altın zamanlarda Bağdat, Tebriz, Kordoba, Semerkant, Sevilla, Maveaünnehir ilim, bilim, sanat, tıp ve felsefe bilimlerinin başkentleri idi. Özellikle de Bağdat’ta Halife Harun Reşid zamanında "Binbir Gece Masalları"nın bizzat yaşandığı ve anlatıldığı bir refah ve hayaller şehriydi. Melikşah ve onun efsanevi veziri, “Siyasetname” nin yazarı Nizamülmük döneminde İslam İmparatorluğunun Bağdat, Şam ve Tebriz gibi merkezleri medreseleri ve bilimsel kapasiteleri çok yüksek seviyelerdeydi. Aynı dönemlerde Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşıyor, şehirleri pislikler ve salgın hastalıklarla kırılıyor, insanlar ise fakirlik içinde, baskıcı ve totaliter krallarının ve kilisenin baskısı altındayken, Endülüs İslam devleti döneminde başkenti olan Kordoba dünyanın en büyük ve müreffeh şehri idi. Tüm cadde ve sokakları taş döşeli, gece aydınlatmalı, hanlar, hamamlar ve en ileri bilimlerin okutulduğu, eğitim görmek için dünyanın dört bir yanından insanların geldiği bir medreseler şehri idi. Bu altın dönemin tek özelliği özgür felsefe ve düşünce değil, pozitif bilimlerde de büyük ilerlemeler kat edilmesi idi. Sıfır sayısını ve sayıları ifade etmek için basamaklı sayı sistemini ilk bulan Hintli bilim adamları ve filozofları olduğu halde, hesaplamalarda ve denklemlerde ilk kullananlar Harezmi gibi o dönemin Arap bilginleri olmuştu. Çünkü o dönem İslam İmparatorluğu çok büyümüş, devlet hazinesinin durumu, ödenmesi gereken maaşların belirlenmesi, toplanması gereken vergilerin hesaplanması gibi konularda eskiden beri kullanılan Roma rakamları artık yetersiz kalmaya başlamıştı. Bu yüzden ileri hesaplama metodları bu dönemde ortaya çıkmıştı. İleri matematikteki algoritma ve cebir (Al-Jabr) de o dönem Harizmi tarafından bulunmuştu. Müslümanlığın hızla yayılması sonucu uzak coğrafyalardaki insanların Müslümanların kıblesi olan Mekke’nin yönünü bulma, ve namaz vakitleri için güneşin pozisyonunu tespit ihtiyacı da ileri astronomi bilgisi gerektiriyordu. Bu yüzden kıtasal ve bölgesel yön bulma sistemi, ayın ve güneşin hareketlerine bağlı olan zaman hesaplama sistemlerinde ileri bilimsel metodlar geliştirmeyi zorunlu kılıyordu. İslam’ın en önemli özelliklerinden birisi de temiz olmaktı. Bu yüzden, sabunu da ilk olarak bulanlar Araplar olmuştu. Kuşatmalarda surları tahrip etmek için ilk barut kullanan millet Araplardı. Siyaseti ve ekonomiyi bilim haline getiren de sosyolojiyi kuran alim, “Coğrafya kaderdir.” diyen İbni Haldun olmuştur. İbni Sina, çağının en ünlü tıp fen bilginiydi. Kitapları yüzyıllarca Avrupa’da dahi tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuştu. Gözün ve ışığın yapısı ve işleyiş şekli İslam alimi İbni Heysem tarafında bulunmuştu. İbni Heysem, ışığın kırılması ve yansımalarının hesaplanması üzerine yazmış olduğu Kitab-ül Menazir ile optik biliminin kurucusu olup, kitapları Ortaçağ’da Müslüman ve Hristiyan ülkelerinde ders kitabı olarak okutulmuştu. Günümüzde halen daha kullanılmakta olan neşterler ve ameliyat ekipmanlarının büyük bölümü yine Endülüslü tıp alimlerce bulunmuş, ilk katarakt ameliyatı Endülüs’te yapılmıştı. Biruni, tıp alanında önemli çalışmalara imza atmış, ilk defa sezeryen ile doğum yaptıran kişi olmuştu. Jabir ibni Hayyan Nitrik asit, Hidrojen klorür ve Sülfürik asit'in rafine ve kristalize yöntemlerini bulmuş, eserlerinden 12. yüzyılda Latince'ye çevrilmiş olan Kitab al-Kimya adlı eseri, Simya ve Kimya kelimelerinin kökeni olmuştur. Alkol, ve Alkali kelimeleri gibi Al ile başlayan bir çok kimya terimi Arapça’dan gelir. Çünkü bu maddeleri Arap Simya alimleri bulmuştur. Eskiden beri uzaydaki yıldızları ve gezegenleri gözlemlemekte, sınıflandırmakta ve mesafelerini tayin etmekte kullanılan bir rasad aleti olan başlangıcı Milattan önceye kadar dayanan usturlap aletini yeniden icad etti denecek kadar geliştiren ve kullanan Müslüman astronomlar Fezari ve Zerkall idi. Usturlaplar daha çok namaz vakitleri, öğle vakti, gece ve gündüz sürelerinin tespiti ve yönlerin bulunması gibi çeşitli işlerde kullanılırdı. Harezmi bir eserinde usturlabın kırk üç çeşit kullanılışını anlatmıştı. İslam’ın bu altın çağında, bilim, sanat ve felsefeye karşı o kadar yüksek bir teveccüh varmış ki, dünya üstünde yazılmış olan tüm kitapların Arapçaya çevrilmesine girişilmiş, Yunanca, Hintce, Süryanice, İbranice ve diğer kadim milletlerin dilinde yazılmış binlerce kitap Arapça’ya çevrilmişti. O dönemin Farabi gibi büyük filozofları, Yunan, Hint ve diğer felsefeleri İslam felsefesi ile sentezlemişlerdi. Bu çeviri ve sentezleme çalışmaları o kadar etkili olmuştu ki, Batı’da Rönesans ve Reform hareketlerine yol açacak aydınlanma hereketi İbni Rüşd gibi bir çok İslam aliminin çalışmalarından ilham almiştı. (Rafael'in ünlü "Atena Okulu" tablosunda İbni Rüşd'ü buldunuz mu?)

Daha sonra, pozitif ilimlerin ulemalarca, halifelerce ve padişahlarca terk edilerek yerine sadece dini ilimlere öncelik ve önem verilmesi neticesinde İslam ülkelerinin duraklama ve gerileme süreci başlamıştır. Buna mukabil, bağnazlık gittikçe artmış günümüze kadar gelen zaman diliminde İslam devletlerinin başı bir türlü dertlerden kurtulamamıştır. Birçok araştırmaya göre bilim, ilim, sanat ve felsefenin önde tutulduğu o parlak dönem, İmam Gazali dönemine kadar devam edebilmiştir. Sadece dini ilimleri önde tutan akımın öncüsü olduğu söylenen İmam Gazali'nin filozoflarla ve pozitif bilimlerle uğraşan insanlarla mücadeleye girişmesi, bitmek tükenmek bilmeyen reddiyeler yazması sonucunda sultanların, halifelerin ve meliklerin aklını çeldiği, İslam imparatorluğunun pozitif bilimlerden uzaklaşılıp, sadece dini ilimlere yönelmesi akımını başlattığı söyleniyor. Elbette İslam aleminin pozitif ilimden, bilimden, felsefeden ve akıldan uzaklaşmasının tüm suçunu İmam Gazali'ye yıkmak pek doğru bir yaklaşım değildir. Elbette, o dönemin yüzyıllarca sürecek siyasi karışıklıklara ve kaosa yol açan, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmayan Moğol istilasının, tüm şehirleri, sarayları, kütüphaneleri, medreseleri yakıp yıkmalarının da etkisi çok büyüktür. Moğol akınlarının yarattığı yıkım neticesine yüzyıllar boyu sürecek çalkantılar meydana gelmiştir. Bu dönemden sonra, alimlerin daha çok dini ilimlerin önemli olduğunu fetva vermeleriyle melikler ve padişahlar da artık pozitif ilimlere ilgilerini kaybetmişler ve maddi desteklerini kesmişlerdi. Bir süre sonra da İslam ülkelerinde pozitif bilimler tamamen terk edilmiş ve unutulmuştu. Pozitif ilimler Allah’a ve cennete ulaşmada zaman kaybı olarak görülmeye başlanmış hatta, yorumlar ve fetvalar öyle boyutlara ulaşmıştı ki, aklı önde tutan pozitif ilimler; matematik, felsefe astronomi veya kimya ile uğraşmak "şeytan işi" olarak yorumlanmıştı. Tarihte anlatılan bir hikaye vardır. Yavuz Sultan Selim zamanında İstanbul'da çok şiddetli bir deprem olur. Yavuz, saray müneccimlerini ve dini alimlerini çağırarak bu depremin nedenini yorumlamalarını ister. Dini alimler bu olayı, Yavuz Sultan Selim'in o dönem yaptırdığı rasathaneye yorarlar. Derler ki; "Hünkarım, bu rasathane ile gökyüzünü gözlemek, Allah'ın işine karışmak demektir. Bu yüzden Allah bizi cezalandırmıştır!" Bu yorum Yavuz Sultan Selim'e de çok mantıklı gelmiş olacak ki, kendi yaptırdığı o dönemin en modern rasathanesini savaş gemileri ile top ateşine tutularak yıkılması emrini verir. Bu hikaye bana hiç uydurulmuş bir vak’a gibi görünmüyor. Zira, din alimlerince "şeytan işi" olarak nitelendirildiği için matbaa Osmanlı'ya ancak yüzyıllar sonra gelebilmiştir.

Ama, yaratıcı yalnızca kutsal kitaplarla konuşmaz. Yaratıcı, çoğu zaman Matematiğin, Fiziğin, Kimyanın ve Sanatın kendine has diliyle konuşur. Günümüzde dahi, insanların büyük bir kısmı kafalarını kutsal kitaplara gömmüş olarak ömürlerini ayetlerin gerçek veya zahiri anlam tartışmalarıyla, ayetlerdeki ebcet hesabı tartışmalarıyla ve satır aralarında mucize arayışlarıyla geçirmektedir. Fakat, yaratıcının konuşma lisanını öğrenip, o sonsuz kaynaktan faydalanmak akıllarına bile gelmiyor. "Sanatın, müziğin, edebiyatın, felsefenin, dinin, tüm bilimlerin sahibi ve bunların sebebi olan yüce yaratıcıya selamlar ve hamdü senalar olsun."

 


*Foto Kaynağı: https://tr.wikipedia.org/wiki/Atina_Okulu

5 Ocak 2018 Cuma

Kuralsız Bir Ülkede Yaşamanın Avantajları

Adaletin ve "hak" duygusunun hakim olduğu, kanunların uygulandığı, insanların kurallara uyduğu ve uydurulduğu ülkelerin avantajlarının herkes farkındadır. Adaletin, kuralların ve hukuk sisteminin hakim olduğu ülkelerde bireysel ve toplumsal gelişme had safhadadır. Gerek ülkenin ekonomik gelişmişlik seviyesi, gerek de girişimcilik kapasitesi seviyesi bariz bir şekilde artarken, toplumda yaşayan bireylerin kişisel gelişimi ile birlikte, hayattan aldıkları mutluluk da artar. Adalet ve hak duygularının olduğu, kanunların olduğu, kuralların uygulandığı ülkeler; kişiler, kurumlar, yatırımcılar ve devletler için tahmin edilebilir (kestirilebilir) ülkelerdir. Kuralların uygulandığı ülkelerde yaşayan insanlar gelecek ile ilgili plan yaparlarken, beklenmedik şeylerin olabileceği kaygısını taşımazlar. Geleceğe güven duyarak işlerini ve hayatlarını planlayabilirler, geleceğe yatırım yapabilirler.
Kurallara uyulan ve uygulanan ülkeler refah seviyesi en yüksek ülkelerdir. Kestirilebilir ve güvenilir ülkeler yatırım çeker. Aksi durumda olan, kuralların olmadığı veya uygulanmadığı kestirilemez,  güvensiz ve güven vermeyen ülkeler oldukları için yatırımcı yatırım yapmaya korkar. Çünkü belirsizlik güven duygusunu zedeler. Bu yüzden dünya üstünde ne yapacağı belli olmayan, kanun, kural ve adaletin olmadığı ülkeler geri kalmış ülkelerdir. Kurallara uyulmayan, kanunların olmadığı veya uygulanmadığı ülkelerde yaşayan insanlar kendilerini güvensiz ve çaresiz hissederler. Başlarına ne gelebileceğini hiçbir zaman kestirememenin insanı mutsuz ve huzursuz eden bir etkisi vardır. Uğrayacağı bir haksızlıkta devletin ve hukuk kurallarının insanı koruyamayacağının bilinmesi kendini güvensiz hissetmesine neden olur. Güvensizlik ise, insanın hayattan aldığı mutluluğu ve keyfi yok eder. Her an bir haksızlıkla karşı karşıya olmak insanı tedirgin eder. Sürekli kendi hakkının yeneceğinden endişe duyma ihtimali insanı strese ve depresyona sokar. Sürekli kendini savunmak zorunda olma psikolojisi, insanın hayatından keyif almasına engel olduğu gibi, ruhsal bir yorgunluğa neden olur. Adalet duygusunun tam oturmadığı, kuralların olmadığı veya uygulanmadığı, güçlü olanın haklı çıktığı, orman kanunlarının geçerli olduğu kuralsız bir ülkede yaşamanın sıkıntıları herkesçe malumdur. Hayatın, insanların ve devletin kestirilemez oluşu insanın ruhunu yorar da yorar. Adalet duygusunun olmayışı insanların üstündeki ruhsal gerilimi ve stresi artırır. Sürekli bir haksızlığa uğrama ve başkalarının haklarımıza tecavüz etme ihtimali insanları endişelendirir, saldırganlaştırır ve toleransını azaltır. Netice olarak böyle bir ortam insanları mutsuzlaştırır ve umutsuzlaştırır. Geleceğe olan güven duygusunu zedeler. Hep tetik olma ve savunmaya geçme durumu zamanla insanları depresyona sokar. Hatta cinnete bile sürükleyebilir.
·         Ancak herşeye karşın, kuralsız bir ülkede yaşamanın bazı avantajları da vardır. Bu avantajlar neler midir? Buyrun o zaman; (her zaman yapmamak, kaydıyla ama çoğunlukla);
·         Trafikte kırmızı ışıkta geçebilirsiniz!
·         Gidişli gelişli yolda ters şeride girip dörtlüleri yakıp ilerleyebilirsiniz!
·         Emniyet şeridine girip dörtlüleri yakıp herkes dururken ilerleyebilirsiniz. Böylece kendinizi akıllı yada uyanık görebilir, kendinizle övünebilirsiniz!
·         Şerit ihlali, makas atma, arabanızla diğer araçları sıkıştırma gibi trafik ihlallerini ve eşek şakalarını yaparak eğlenebilirsiniz!
·         Arkadaşlarınızla otobanlarda veya şehirlerarası yollarda yarışabilirsiniz.
Arabanızı eğer çıkabiliyorsa kaldırımlara park edebilirsiniz. Merak etmeyin, ne size ceza yazmak için kararlı bir devlet mekanizması, ne de bu durumu dert eden, sizi şikayet edecek bir halk vardır!
·         Eğer motorunuz veya mobiletiniz varsa, aracınızı yayaları ezme pahasına trafiğe kapalı alanlarda veya kaldırımlarda sürebilirsiniz!
·         Sinemaya gitmenize yada DVD satın almanıza gerek yoktur. En vizyon filmleri ve dizileri internetten izleyebilir, bilgisayarınıza indirebilirsiniz. Böylece en vizyon filmleri ve dizileri bedavadan izleyerek bilginizi ve görgünüzü artırabilirsiniz!
·         Aynı şekilde ihtiyacınız olan bilgisayar programlarını, şarkıları ve kitapları da internetten para vermeden indirebilirsiniz. Böylece hiçbir bedel ödemeden kültürünüz artar!
·         İhtiyacınız olan kitapları korsan olarak çok daha ucuza satın alabilir, çok daha ucuza, bedavaya yakın bir bedelle aydınlanabilirsiniz!
·         Almayı düşündüğünüz marka ürünlerin çakmalarını ve birebir kopyalarını çok daha ucuza semtinizin pazarından  temin edebilirsiniz. Yani çok daha ucuza marka ürünleri satın alarak şık gezebilirsiniz!
·         İşadamı veya tüccarsanız fiş kesmeden, vergi vermeden, vergi kaçırmanın bin bir türünün keyfini çıkarıp, şirketinizi ve işletmenizi hızla büyütebilirsiniz. Böylece milyoner hayata adım atabilir, lüks arabaların, yatların ve rezidansların keyfini çıkarabilirsiniz. Merak etmeyin, ne maliyenin düzenli ve rastgele vergi kontrolleri vardır ne de bu durumun farkında olan, sizi şikayet edecek bir halk!
·         Yürürken sokağa, caddeye, arabamızla giderken yollara, piknik yaptıktan sonra yeşil doğaya, deniz kenarında denize ve sahile kısacası her yere çöplerinizi, sigara izmaritinizi ve çekirdek kabuklarınızı atabilirsiniz. Merak etmeyin kimse size ceza kesmez. İçinden sizi kınayan insanlar olsa bile, genelde herkes sizi sineye çeker!
·         Ev çöplerinizi ayırmak zorunda değilsiniz. Sadece çöplerinizi evinizden ve arabanızdan dışarıya çıkarmanız, hatta dışarıya atmanız yeterlidir. Molozlarınızı da dışarıya, doğaya bırakabilirsiniz. Hatta gittiği sürece tuvaletinize dahi dökebilirsiniz. Merak etmeyin, ne sorgulayan ve ayıplayan bir halk, ne de kontrol eden devlet vardır.
·         Endüstriyel işletme sahibiyseniz atıklarınızı doğaya atabilir, kanalizasyona salabilirsiniz. Atık gazlarınızı çevrede yerleşim birimleri olsa bile özellikle geceleri rahatça havaya salabilirsiniz. Merak etmeyin, endişelenmeniz gereken ne düzenli ve rastgele kontroller vardır ne de bu konuyu dert eden, sizi şikayet edecek bir halk!
·         İş güvenliğini ve çalışma yasalarına tasalanmadan personelinizi uzun saatler, istediğiniz kadar hatta köle gibi çalıştırabilirsiniz!
·         Eğer cebinizde paranız varsa, istediğiniz evi, apartmanı veya işletmeyi istediğiniz şekilde istediğiniz yere yaptırabilirsiniz. Merak etmeyin, ne sizin canınızı sıkacak imar uygulamaları, ne de kontrolleri vardır!
*Eğer kurallara uyan, başkasının hakkına saygı duyan fakat aynı şekilde diğer insanlardan da bunu bekleyen biri iseniz sizin işiniz zordur bu ülkede. Hayat sizin için cehenneme döner. Her gün, her adımda kanunsuzluğun, kuralsızlığın ve adaletsizliğin yumruğunu midenize ve yüzünüze yersiniz de yersiniz. Çünkü, insanın insan onuruyla yaşaması zordur ülkemizde. Gün içinde mutlaka bir tehditle, türlü haksızlıkla, hak gaspı ile, karşılaşır insan bizim güzelim ülkemizde. Kuyrukta beklerken önünüze girmeye çalışanlar, her yerde tanıdığını, hemşerisini kullanarak öne geçmeye ayrıcalık elde etmeye çalışanlar, kaba gücünü veya ekonomik gücünü kullanarak istediğini yapmaya, diğerlerini ezmeye çalışanlar... En azından trafikte bir gün içinde dahi onlarca hak gaspı ve tehditle karşılaşırsınız. Siz bir yere dönmek için kuyrukta diğer arabalarla sıra beklerken, birileri hiç olmayacak bir yerden kafayı sokmaya, önünüze dalmaya çalışan arabalar ile sinir harbi yaşarsınız. Kırmızı ışıkta geçerek sizi strese sokanlar, siz trafikte sıkışmış halde beklerken emniyet şeridinden çakar taktırarak (devlet görevlilerinin acil durumlar için kullanmaları gereken, fakat acil durum olmasa da tüm resmi plakalı araçların ve bazı uyanık vatandaşların sanki devlet görevlisi imiş gibi araçlarına taktırdıkları ışıklı uyarı cihazı) geçen araçlara içerler ve Türkiye'de vatandaş olmanın sızısını içinizde yaşarsınız. Zaman zaman arabasına, ekonomik durumuna, sosyal statüsüne güvenen insanların trafikte sizi sıkıştırdıklarına sıklıkla şahit olduğunuzda bu güzelim ülkenin vatandaşı olduğunuza içerlersiniz. Bir devlet dairesinde veya hastanede de işiniz olduğunda da benzer duygulara kapılabilirsiniz. Yüzsüz yada saf, salak taklidi yaparak uzun kuyruğun önüne, bekleyenlerin önüne geçen vatandaşlarımız olduğu gibi memur, şef, müdür ve hatta bir hademe tanıdığı olan birisi göstere göstere sırada bekleyen onlarca insanın önüne geçebilir. Ve siz içinizden kınamak dışında hiçbir şey diyemezsiniz. Eğer maaşlı bir çalışan iseniz maaşınızdan siz görmeden kesilen vergilerle güzel ülkenizin bütün yükünü sırtladığınızın az çok farkındasınızdır. Sizin verdiğiniz yüksek vergilerin yanında, şirket sahibi zenginlerin dokunulamaz olmasının, doğru düzgün vergi vermemelerinin, devletinizin de buna kapı açtığının, çanak tuttuğunu bilmenin sıkıntısını yaşarsınız. Vergisini düzenli ödeyenler de, düzenli olarak aldatılırlar ve enayi yerine konulurlar bu ülkede. Çünkü her birkaç yılda bir vergi affı çıkar. Zamanında ödeyenler ise saf vatandaş oldukları ile kalırlar bu ülkede. Üstelik, bu saydığım haksızlıklar, zorbalıklar ve kural tanımamazlıklar en basitleridir. Çok daha büyük hak gasplarına da kolayca rastlayabilirsiniz. Peki, neden Avrupa'lıların kendi ülkelerinde birbirlerine, karşı saygılı, hak, adalet kavramları üstüne kurabildikleri huzurlu bir düzeni biz neden kuramıyoruz hiç düşündünüz mü?


*Nevzat Keleş-Yansımalar
Bumerang - Yazarkafe