*Şükür; Allah'a yaptığımız teşekkürdür. Bizi yokluktan, hiçlikten varlık âlemine çıkardığı için, bize verdikleri için teşekkür etmektir. Maddi yada manevi sahip olduklarımız için teşekkür etmektir. Gün içinde kaç defa teşekkür ediyoruz hiç düşündünüz mü? Markette para üstünü verince kasiyere, iş yerinde defalarca arkadaşlarımıza, yemek esnasında tuzu uzatan arkadaşımıza, doğum günümüzü hatırlayan yakınlarımıza, size iyi davranan ve gülümseyen taksi şoförüne...vb gün içinde onlarca defa teşekkür ediyoruz. Peki ya bize her şeyi veren Allah'a yeterince teşekkür ediyor muyuz? Eğer Allah'a inanmıyorsanız da, evrene veya doğaya size verdikleri için teşekkür ediyor musunuz? Şükür edecek bir şey görmekte zorlanıyor musunuz? Bize verdikleri tüm nimetler için, sağlığımız için, görebildiğimiz, duyabildiğimiz, yürüyebildiğimiz, koklayabildiğimiz için, biyo-kimyasal bir fabrika gibi çalışan, tıkır tıkır işleyen vücudumuz için, kalbimiz, beynimiz, karaciğerimiz için, böbreklerimiz için, ellerimiz, kollarımız için, sinir sistemimiz için, tıkır tıkır çalışan boşaltım sistemimiz için, ailemiz için, devletimiz için, can korkusu yaşamadan (yada görece olarak diğer az gelişmiş devletlere göre daha az olduğu için) hayatımızı devam ettirebildiğimiz için, istediğimiz eğitimi alabildiğimiz için, fikir ve mülkiyet hakkımız olduğu için, arabamız için, evimiz için, yine milyarlarca insanın susuzluk, açlık ve gıda sorunu yaşadığı dünyada akşam ne yiyeceğiz diye düşünmek zorunda olmadığız için, elektriğimiz olduğu için, milyarlarca insanın temiz suya erişimi olmadığı dünyada, evimizde temiz suyumuz, doğal gazımız, telefonumuz, internetimiz olduğu için, tüm imkanlarımız için, tatile gidebildiğimiz için, maça, sinemaya, tiyatroya gidebildiğimiz için, işimiz olduğu için, aklımız için, düşünebildiğimiz için, bunlar gibi, bizim görebildiğimiz şeyler için, göremediğimiz daha milyonlarca nimet için? Belki bu nimetlerin bazılarının, belki de hiç birinin farkında bile değiliz. Bu nimetlerin farkına varabilmek için sadece birinden dahi mahrum olmamız yeterli. İşte o zaman, o nimetin eksikliğinin acısını tümüyle içimizde yaşadığımızda, ancak o nimetin öneminin ve güzelliğinin farkına varabiliyoruz. Bu ise benim gözümde biraz nankörlüğe yakın bir durum. İnsan nimetlerden mahrum kalmadan o nimetleri görebilmeli ve şükür edebilmelidir. Uzakdoğu öğretilerinden olan meditasyonu uygulayanlar, anın tadını çıkararak yaptıkları çay meditasyonu sonrasında çaylarına, ve o çaylarını içebildikleri fincanlarına, etrafında onların hayatlarını kolaylaştıran eşyalarına dahi teşekkür ederler. Thich Nhat Hanh “Çayınızı sanki o an dünyanın ekseni sadece sizmişsiniz gibi yavaşça ve saygıyla yudumlayın. Yavaş yavaş, eşit ve geleceğe doğru. Acele etmeden.” der.
Nimetlerin önemini anlamak için, o nimetten
mahrum kalmayı beklememeli insan. Her durumda şükür edebilmeli insan. Yaşadığı
müddetçe mutlu olabilmeli insan. Sadece varoluş dahi mutlu edebilmeli insanı.
Erdem için, mutluluk için çok fazla şeye gerek yok. Bugün dünyanın en büyük
fizikcilerinden birisi olan kişi, beyni ve bir gözü hariç, tüm vücudu felçli,
özel bir destek sistemi ve tekerlekli sandalyede hayatını devam ettirebilen
Stephan Hawking'dir. O bilim adamı yanında, kendi sahip olduklarımızın bir hesabını
yapalım. Ne kadar varlıklı ve zenginiz değil mi? Mutluluk için çok zengin
olmayı, imkanlarınızın artmasını, başka koşulların oluşmasını beklemek ne büyük
bir yanılgı. Hayatımızda hedeflerimizi elde ettikçe daha mutlu olacağımıza dair
içimizde bir inanış vardır. Fakat, eğer dikkat ettiyseniz, hedeflerimizi elde
ettikçe hislerimizde çok bir değişiklik olmaz. İstediğimiz şeyleri elde
ettiğimizde hissettiğimiz mutluluklar, sadece saman alevi gibi kısa sürede
sönen ve solan kısa mutluluklardır. Eğer şimdi mutlu değilseniz, asla mutlu
olamazsınız. Yada saman alevi gibi yanıp sönen, çok kısa zaman dilimleri
halinde mutlu olursunuz. Çünkü siz mutluluğunuzu belli koşullara bağlamışsınız
demektir. Mutluluğu ve huzuru dışsal etkenlere bağladıysanız, maalesef siz asla
mutlu olamayacaksınız!
Mutluluk ve huzur maddi imkanlara bağlı
değildir. Yurt dışında yapılan bir araştırmaya göre bir kolunu veya uzvunu
kaybeden birinin yaşadığı acı ve travma ile aynı zamanda lotodan büyük ikramiye
kazanan birinin yaşadığı mutluluk ve haz seviyelerini karşılaştırdıklarında,
bir yıl sonra her ikisinin mutluluk seviyelerinin aynı olduğunu tespit edilmiş.
Birinin, ilk loto kazanıldığı andaki zamanlarda yükselen mutluluk seviyesi
zamanla azalırken, uzvunu kaybeden kişinin yaşadığı travma, acı ve mutsuzluk
seviyesi de zamanla azalıp bir yıl gibi bir zamanda eşitlenmiş. Ünlü filozof ve
hükümdar Marcus Aurelius bundan yaklaşık 2 bin yıl önce;"Her sabah
uyandığınızda, ne kadar ayrıcalıklı bir varlık olduğunuzu düşünün. Yaşamak,
nefes almak ve sevmek için!" demiştir. Bizde her sabah kalktığımızda ne
kadar şanslı olduğumuzu düşünelim. Evrenin içinde okyanustaki bir kum tanesi
kadar küçük olan dünyamızın kendi ekseni ve güneş etrafında dönüşü, Samanyolu
galaksisi içinde sarmal olarak hareketi ile birlikte, evrenin ışık hızında
genişlemesinin bir parçası olan dünyamızın her bir gününün, adeta bir mucize
şeklinde bir sonraki güne çıktığını görürsünüz. Yine vücudumuz da, biz tüm
detaylarını bilmesek de apayrı bir alemdir. Her hücrenin bir fabrika gibi
çalışması, diğer hücrelerle iş birliği, tüm organlarımızın, kalbimizin,
beynimizin tıkır tıkır, bize hissettirmeden çalışması, her yeni günü yaşamamız
için bize adeta bahşetmeleri de aslında bizim için her gün yaratılmış ve
yaratılmakta olan bir mucizedir. İşte her gün bize bahşedilen bu yeni hayat,
her yeni gün için mutluluk içinde şükür edilmeyi hak etmektedir. Eğer bu durumu
idrak etmekte zorlanıyorsanız, her sabah sahip olduğunuz beş şey için birer
dakika düşünerek şükredin. Mutlu bir aileye sahip olduğunuz için, iyi bir işe
sahip olduğunuz için, eviniz, arabanız, sağlığınız, çocuğunuz...vb nimetler
için birer dakika üzerlerinde düşünerek şükredin. Ne kadar şanslı olduğunuzu
görün. Şükür içinde, mutlulukla dolun. Emin olun tüm gününüz daha bir pozitif ve
mutlu geçecektir. Kahvaltı sofranızdaki veya yemek masanızdaki eşsiz
yiyeceklerin, bu yiyeceklerin sadece sizin için hazırlanmasının ayrıcalığını
bir düşünün. Örneğin masanızdaki sütün, peynirin, çeşit çeşit süt ürünlerinin
sütünü sağlayan çiftçileri, sütlerin sağıldığı inekleri, ineklerin yaşadıkları
çiftliği, onların otlamalarını bir düşünün. Masanızdaki balı yapmak için
binlerce arının nasıl seferber olduklarını, tüm gün boyunca çiçekten çiçeğe
uçtuklarını, kovanlarındaki peteklerin gözeneklerini mucizevi bir şekilde
doldurduklarını düşünün. Sadece sizin için. Masanızdaki her gün içtiğiniz
çayın, kahvenin yapılışını bir düşünün. Çay ve kahve ağaçlarını, meyvelerini,
yapraklarını, onları sabırla yetiştiren, toplayan insanları, ürünlerin kurutup
işlenmesini, paketlenip sizin masanıza keyifli bir bardak çay veya nefis
kokulu, lezzetli bir kahve olarak gelmesini bir düşünün! Aslında evet, sadece
sizin için! Yediğiniz kirazların, portakalların, karpuzun, salatanın,
domatesin, elmanın nasıl yetiştiğini, ağaçların, bitkilerinin çiçek açmalarını
bir düşünün. Güneşin sıcaklığı ve ışığı ile onları ısıtmasını, meyvelerini
sizin için adeta pişirmesini bir düşünün. Aslında her bitki, meyvesini güneş,
su ve toprak sayesinde olgunlaştırmaktadır. Yediğimiz içtiğimiz şeylerde,
sebzelerde, meyvelerde, hayvanlarda güneş var, mineralleri barındıran toprak
var, su var. Yani bir manada güneş, toprak ve su yiyoruz. Başka bir şey değil.
Bir nevi toprak bizi beslemeye çalışırken, aslında güneş biraz da bizim için
doğuyor, bizim için ışıldıyor. Bu büyük mucizeler sizce de şükrü hak etmiyor
mu? Ve masamıza gelen etleri düşünün. Sizin keyifle doymanız için yetiştirilen
sığırları, kuzuları, keçileri, yakalanan balıkları düşünün. Çayırlarda
otlamalarını, yayılmalarını düşünün. Ve yeterli olgunluğa erişince
kesilmelerini düşünün. Aslında sadece sizin için. O hayvanlar şükrü veya
teşekkürü hak etmiyorlar mı sizce? Çok sevdiğim bir arkadaşım anlatmıştı.
Japonlar genelde deniz ürünleri ve balık ile beslenirler. Japonlar yemeklerinde
balık yerken çeşitli sebzeler ve defne yaprağı ile servis ederlermiş. Yalnız
defne yaprağını yemezlermiş. Balığı kılçığından özenle ayırıp, kılçığı kırmadan
özenle tabaklarının kenarına ayırırlarmış. Balığı ve tabaktaki sebzelerini,
garnitürleri huşu içinde yedikten sonra, defne yaprağı ile balık kılçığını
özenli bir şekilde örterler ve ellerini dua vaziyeti için kenetleyip balığa
teşekkür ederlermiş. Çünkü balığın onları doyurmak için için hayatını feda
ettiğinin bilinci ile balığa teşekkür ederlermiş.. Ne kadar ince bir davranış,
ne kadar naif bir kültür değil mi? Biz neden en az onlar kadar olamayalım? Yada, resimde görülen, günlük yemeğini almanın sevincini gözlerinde gördüğümüz Hatice teyzenin onda biri kadar? Görebildiğimiz, göremediğimiz bize verilen bin bir nimet için neden şükür
etmeyelim? Ne kadar çok şükrederseniz o kadar mutlu olursunuz. Bu kadar kolay
mı? Evet. Çünkü dünya kafamızdaki bir algıdan ibarettir. ''Güzel bakan güzel
görür, güzel gören, güzel düşünür, güzel düşünen hayattan lezzet alır'' demiştir
Bediüzzaman Said Nursi.
*Nevzat Keleş – Hayatın Yönü