Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

13 Aralık 2017 Çarşamba

Aydınlanma Aşağıdan Gelir

Aydınlanma Aşağıdan Gelir

Kendimizi tam ve kusursuz görürken, başka insanları eksik ve kusurlu buluruz. Bu yüzden kendimizi değiştirmek yerine sürekli olarak başkalarını değiştirmeye çalışırız. Zaman zaman hepimiz ülke ve yönetim meselelerine kafa yorar, arkadaş, eş dost meclislerinde hararetli tartışmalarla memleketi kurtarırız. Çoğunlukla ülkemizin siyasi liderlerinden, politikacılardan, sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların yöneticilerinden, futbol kulüplerimizin yönetimlerinden şikayet ederiz. Eğer baştaki liderler gidip kafamızdaki liderler yönetime gelirse ülkenin tüm sorunlarının çözüleceğini düşünürüz. Onları, ahlaksızlıkla, yalancılıkla, hırsızlıkla ve koltuklarını bırakmamakla suçlarız. Bu yüzden dost sohbetleri ülkeyi ve kurumları kurtarma muhabbetleriyle, hayatımız da Süper Kahramanlar bekleyerek geçer. Belkide bu nedenle iyi konuşan hatiplere, bilim adamlarına veya dini lider olduğunu iddia eden kişilere kayıtsız şartsız güveniveririz. Ancak, hiç birimiz ülkenin, kurumların ve sivil toplum örgütlerinin kötü gidişatında kendimizi suçlu görmeyiz. Kendimizi değiştirmek, kendimizi ayadınlatmak ve hayata bakışımızı değiştirmek aklımıza bile gelmez. Aslında esas sorun tepe yöneticilerde ve yönetimde değil, tam tersine bizdedir. Peygamber efendimize ait olduğu söylenen; “Layık olduğunuz şekilde yönetileceksiniz.” sözü çok doğru bir sözdür. Çevrenizi, devletleri ve toplumları gözlemlediğinizde, gerçekten her milletin ve her topluluğun layık olduğu şekilde yönetildiği görülecektir. Devlet ve kurum yöneticileri, toplumlarının kapasitesinin birer yansımalarıdır. Dolayısıyla, bizler kendimizi değiştirmeden asla sorgulayan ve hesap verilebilir yönetim sistemleri kuramayacağız. Çünkü sorgulayan ve denetleyen halk olmadığımız sürece yönetimlerin değişmesi hiç bir şey ifade etmeyecektir. Tıpkı yüzyıllardır olduğu gibi, her gelen yönetim kendi düzenini kuracak ve bir müddet sonra, halkın başından atamadığı musallat yönetimlere dönüşecektir. Olması gereken, halkın oy verdiği partiyi ve politikalarını denetlemesidir. Ancak, halk olarak bırakınız partileri denetlemeyi, hakkımız olan hizmetleri talep etmekten dahi aciziz. Hakkımız olan bisiklet yollarını, parkları, hastaneleri, metroyu, otobüs ve minibüs seferlerini talep etmekten bile aciziz. Bir vatandaş olarak devlet dairesinde maruz kaldığımız kötü muameleyi rapor etmekten dahi aciziz. En basitinden çevremizde gördüğümüz yanlışlıkları, olumsuzlukları, çevreyi kirletip zarar verenleri, kendi canımızı tehlikeye atan sürücüleri, yanlış yere park edenleri şikayet etmekten bile aciziz. Kısacası bizler, hakkını aramakta aciz insanlarız. Ülkemizde "Amaaan boşver bana ne! Sadece benim istememle ne değişecek! veya aman benim başım belaya girmesin!” algısı ve korkusu çok yaygındır. Halbuki Nazım'ın haykırışıyla, "Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa cancağzım!" Fakat, küçük hesaplar ve küçük korkularımızla nasıl ileri bir toplum inşa edebiliriz? Nasıl hesap veren, şeffaf ve adil bir devlet kurabiliriz? Nasıl haklarımızı alabiliriz? Bilmeliyiz ki, hak verilmez alınır. Hiçbir kral, padişah, ayrıcalıklı zümre sahip olduğu gücü, imkanı başkalarına vermek istemez. Hiç kimse elindeki zenginliği paylaşmak istemez. Demokratik haklar ve refah paylaşımı Avrupa ve ileri toplumlarda olduğu gibi yalnızca insanların bilinçlenmesi, yani kendilerini aydınlatması ve birleşerek haklarını araması ile sağlanabilir. İleri haklar ancak bedeli ödenerek alınabilir. Bedel ödemeden bazı haklar verilmesini beklmek yalnızca dilenciliktir.

Avrupa'da despot krallıkların yıkılmasında, yada krallıkların güçlerinin azaltılarak halkın gücünün üstünlüğüne dayanan demokrasinin kurulmasında alttan gelen aydınlanma ve değişim etkili olmuştur. Hiçbir ülkenin kralları ve soyluları, halklarına mevcut haklarını kendiliğinden vermemişlerdir. Günümüz Avrupa yönetim şekilleri, halkların aydınlanmaları ve hakları için otoriteye, yani krallarına karşı baş kaldıma eylemleri sonucunda oluşmuştur. Bu değişim akımını tüm Avrupa tarihinde, özelliklede Britanya ve Fransa tarihlerinde görebiliriz. Britanya’da bu süreç, haksızlıklara karşı yapılan halk isyanları ile başlamış, kademe kademe halkın yönetimdeki söz hakkının artırılması ve kraliyetin yetkilerinin kısıtlanması ile neticelenmiştir. Günümüzde İngiltere’de Monarşi sadece semboliktir. Erk gücü halkın seçtiği parlementoda ve hükümettedir. Fransa’da ise devrim çok daha kanlı olmuştur. Halk yoksulluk ve çok yüksek vergiler altında yaşarken kendi krallarının ve soylularının sınırsız zenginlik ve lüks içinde yaşaması karşısında bir noktada isyan etmiştir. “Eğer ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” diyecek kadar halktan ve halkının gerçeklerinden kopmuş olan kral ve soylularını giyotinlerle idam etmişlerdir. Sonunda halk devrimi olsa da, yıllar süren karışıklıklar ve iç savaşlarla birbirlerini öldürmeye devam etmişlerdir. Ancak en sonunda, tüm halk kesimlerini kucaklayabilecek, herkesin özgürlüklerine ve haklarını güvence altına alacak bir yönetim şekli ve anayasa üzerinde mutabık kalmışlardır. Daha sonraki dönemde Fransa’daki devrimden etkilenen birçok Avrupa halkı da aynı şekilde isyan ederek haklarını baskıcı ve despot krallarından ve soylulardan almışlardır. Avrupa halkları tüm haklarını bilinçle, bireysel aydınlanma ile ve savaşarak mücadele ile almışlardır. Fransa ve Britanya’daki bu demokrasi hareketleri birçok halka esin kaynağı ve rol model olmuşlardır. Modern Avrupa'daki yönetim şekilleri Fransa ve İngiltere’deki modellerin aynıları veya benzerleri şeklindedir. Bizler ise sahip olduğumuz Cumhuriyetin ve sahip olduğumuz bir çok hakkın bedelini hala ödemedik. Bu yüzden bedelini ödemediğimiz hakların ve Cumhuriyet değerinin farkında bile değiliz. Zaten bir bedel ödemediğimiz Cumhuriyetimiz Avrupa demokrasilerinde olduğu gibi katılımcı, şeffaf ve hesap verilebilir bir demokratik cumhuriyet değil, “MIŞ” gibi bir cumhuriyettir.

Adil, güçlü, ahlaklı kurtarıcılar, tabiri caizse süper kahramanlar beklemek ise bir yanılsama ve boşuna bir bekleyiştir. Ömrümüz hep gelmesini bekleyerek, fakat bir türlü gelmeyen, adil ve kudretli devlet yöneticileri yani kurtarıcılar ile geçmiştir. Ancak zaten yukarıdan gelen değişimlerin kalıcı olamayacağı anlaşılmıştır. Ancak aydınlanma aşağıdan gelirse, ancak o durumda gerçek ve kalıcı aydınlanma ve değişimden söz edilebilir. Haklarımızın bilincinde olarak haklarımızın savunucusu olduğumuzda özlediğimiz adil, şeffaf hesap verebilir yönetim sistemler kurabiliriz. Yoksa sadece liderlere bağlı olan değişimler geçici ve etkisiz olur. Çünkü halk ve toplum bu dönüşümü içselleştirmediği için yapılan devrimler ve dönüşümler bir süre sonra etkisini kaybeder. Tarihimizde anlık parıltılar olarak ortaya çıkmış olan büyük başarılar, tepeden inerek gelmiş olan köklü değişimler, reformlar ve olağanüstü gayret dönemlerinin hepsi çok kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuştur. Çünkü halkın içselleştirmediği bir değişim ve dönüşümün devamını getirmek imkansızdır. Parlak liderlere, reislere, başkanlara, süper kahramanlara dayalı sistemler eninde sonunda bozulmaya ve yozlaşmaya mahkumdur. Çünkü insana, lidere, yani süper kahramana dayalıdır. Sadece kişinin yönetimsel anlayışına ve yeteneklerine bağlıdır. O başarılı lider gidince, yada ülkeye hakimiyeti azalınca sistem çöker. Ama aydınlanma ve değişim aşağıdan gelirse, yöneticiler ve tepe yönetim bu değişim dalgasını görmezden gelemez. O durumda başarısız yöneticiler sıcak, prestijli ve çekici koltuklarına yapışıp kalamaz. O koltukların hakkını veremiyorlarsa orada oturamazlar. Çünkü, alttan gelen dalganın onları yere çarpacağını, o makamların, bir tokat gibi yüzlerine vurulacağını bilirler. Tıpkı şu anda Avrupa demokrasilerinde olduğu gibi, seçimi kaybeden bir partinin lideri hala pişkin pişkin koltuğunda oturamaz. Partisinin tabandan gelen eleştirilerine ve denetlemelerine dayanamaz. Eğer aydınlanma aşağıdan gelirse, yani önce kendimiz aydınlanırsak, süper kahramanlar ve kurtarıcılar beklememize gerek kalmaz. Halk olarak asgari müştereklerde buluşabilir, eşitlikçi, hesap verebilir, etik ve ahlaki değerlere sahip yönetimler kurabiliriz. Tıpkı Avrupa, Amerika, Japonya ve tüm ileri demokrasi ülkelerinde olduğu gibi özgürlüklerimizin kısıtlanmasından, haksızlığa uğrama endişesinden, adaletsizlikten korkmamıza gerek kalmaz. Bizler kendimizi sorgulamadan, kendi kendimizi bilinçlendirmeden, kendi kendimizi değiştirmeden, küçük hesaplar ve korkularımızı terk etmeden ve birbirimizle uzlaşmadan hiçbir şey değiştiremeyeceğiz! Biz kendimiz değişmeden bu ülkedeki partilerin işleyişi, halktan kopuk olan yapıları değişmeyecek. Biz kendimizi aydınlatmadan bu düzen asla değişmeyecek, bunu böyle bilin!
Bumerang - Yazarkafe