Ülkemizde
Hayvan ve İnsan Olmak & Timsah Osman'ın Hazin Hikayesi
Sokak
hayvanları yolda bizimle yada herhangi bir insanla karşılaşınca korkup yollarını
değiştirirler hiç fark ettiniz mi? Sokak köpeği yada kedisi fark etmez, insan görünce,
görünce sanki şeytan görmüş gibi kaçarlar. Çünkü insanlardan, (insanlarımızdan)
korkuyor ve kaçıyorlardı. Halbuki zaman zaman çıkma fırsatım olduğu yurtdışı gezilerinde,
vahşi hayvanların insanlardan hiç korkmadıklarını ve hiç kaçmadıklarını fark edip
şaşırmıştım. Örneğin Londra'da parklarda, kanal kenarlarında güvercinler,
ördekler, kuğular gibi bir çok hayvan ile karşılaştım. Neredeyse yanlışlıkla üstlerine
basma aşamasına geldiğim halde, hayvanlar insanlara olan güvenlerinden dolayı hiç
kaçmıyorlardı. Londra parklarında ve kanal kenarlarında kafasını 180 derece arkaya
çevirerek huzurla uyuyan ördekler, güven içinde dolaşan kazlar, asalet içinde yüzerek
yanınızdan geçen kuğu çiftleri, ansızın titrek, ürkek tavırlarla ağaçlardan inip
yanınıza gelerek sizden fındık, fıstık, yemiş isteyen şirin sincaplar, sokaklarda,
caddelerde, metroda insanlarla beraber yürüyen, parklarda ayak altında huzur içinde
uyuyan ve insandan kaçmayan güvercinler gördüm. Soğuk kış gecelerinde yiyecek bulmak
için rahat rahat şehre, caddelere, sokaklara kadar inen tilkiler gördüm. Bunlar
Londra parklarında, Thames kanalı kenarlarında, doğayla barış içinde inşa ettikleri
yerleşim yerlerinde yürürken, koşarken hissettiğim huzurun ve güven duygusunun aynı
şekilde orada yaşayan hayvanlarda da olduğunu fark etmeme sebep oldu. O sırada bizim
ülkemizde insan görünce sanki şeytan görmüş gibi kaçan hayvanları düşündüm. Bu
konu üstüne biraz düşündüğümde tarihte Anadolu topraklarında yaşamış bir çok vahşi
hayvanın neslinin erkenden tükenmesinin nedenin de aynı ortak sebebe
dayandiğını fark ettim. Zira, eski zamanlarda yaşadığı bilinen Anadolu Kaplanı ve
Pars'ı gibi bir çok vahşi hayvan türünün nesli de tükenmişti. Bu topraklarda yaşamış
olan dağ keçisi, ceylan ve geyik gibi av hayvanlarının da soyu tükenmişti. Tüm
bunların en başta gelen nedeni; vahşi hayvanların bizim toplumumuzda tehdit olarak
algılanmasıydı. O yüzden vahşi hayvanlar avlanır, yok edilirlerdi. Örneğin bir yılan
görüldüğü yerde öldürülür. Çünkü, yılanın başının daha küçükken ezilmesi gerektiğine
dair atasözümüz vardı. Diğer eti yenebilen hayvanlar ise zaten eti yada derisi için
avlanıyorlardı. Bu yüzden Anadolu da yaşamış olan birçok hayvan türünün nesli
hızla tükenmiştir. Yine kuşlar, ördekler, kazlar pek hayvan türü ülkemizde insanlara
yanaşmazlar. Çünkü, eğer insana yanaşırlarsa tekme yeme, kulağı kesilme, hırpalanma
riskleri olduğunu bilirler. Bu konuda bir yakınımdan dinlediğim bir olay bende
derin üzüntü uyandırmıştı. Kocaeli Gölcük'de kuşların üreme alanı ve yuvası
sayılabilecek bir yerde kuğular sırf öldürülmek amacıyla vurulmuşlardı. Bilenler
bilir, Gölcük deresinin eski Seka fabrikasının olduğu yerde İzmit körfezine döküldüğü
yerde küçük bir lagün vardır. Bu lagünün etrafında tel örgü vardır. Yani insanların
içeriye girme imkanı yoktur. Bir zaman bu tel örgülerin getirdiği koruma sayesinde
bu lagün, karabataklar, kuğular, yaban ördekleri, martılar...vb türlü türlü birçok
kuş türünün geldiği, beslendiği ve ürediği adeta küçük bir kuş cennetine dönüşmüştü.
Fakat bir gün öğrendik ki; bir kendini bilmez avcı, tel örgülerin ardından silahını
ateşleyerek o nadide kuğular dahil bazı kuşları avlamış. Aslında belki de
avlamak değil, sadece öldürme zevkini tatmin etmiş bir hastalıklı bünye demek gerekir.
Çünkü kuğuların eti yenmediği gibi, vurduğu hayvanları tel örgüler ile çevrili yerden
içeriye girerek alma ihtimali olmadığını biliyor. Ama vuran kişiyi bulma ve yargılama
yönünde yetkililerin bir çaba gösterdiğini duymadım. Kuğu öldürme zevki de bizim
milletimize mahsus bir şey sanırım. Yine güzel ülkemizde başka bir kuğu öldürüp
yiyen kişinin kuğunun etinin lezzetli olmadığı hatta ishal yaptığına dair haberini
gazetelerden öğrenmiştim. Yine Hatta İngiltere'de bir parkta kuğu öldürüp yiyen
kişinin Türk çıkmasına hiç şaşırmamıştım. Kraliçeye ait olan bir hayvanı öldürmek
suçlaması (İngiltere de kamuya ait ortak kullanılan tüm mallar, parklar, yollar,
hayvanlar...vb İngiltere hukukunda kraliçeye ait görünüyormuş) ile dava açılan kişi
savunmasında, kuğuların kraliçeye ait olduğunu bilmediğini, sadece aç olduğu için
kuğuyu öldürüp yediğini, hatta kuğunun bir kısmının hala buzdolabında olduğunu belirtmişti.
Belki
de daha çocukken yavrularımıza hayvan sevgisini aşılamamız gerekiyor. Daha küçüklükten
çocuklarımıza, hayvanlarımıza, sokak
hayvanlarına eziyet etmenin yanlışlığını aşılamamız gerekiyor. Osho, "Hayvan
gözüne bakarsanız, Tanrı'yı orada görebilirsiniz." der. Yani, "Yaratılanı
sevmek, Yaratan'dan ötürü." durumu. Yani, hayvanları sevmeyen kişilerin, insanları
da sevemeyeceği gerçeği... Ancak maalesef,
insanlar kendilerinde olmayan ışığı başkalarına yansıtamıyor,
kendilerinde olmayan sevgiyi de çocuklarına da aktaramıyorlar. Zira, medyada sık
sık sokak hayvanlarına eziyet eden, döven, tekme atan, işkence eden insanların haberlerini
görüyoruz. Kedilerin kuyruklarına teneke bağlayan çocuklarımızın haberlerini, kendi
hayvanlarını vahşice döven, işkence eden insanların haberlerini alıyoruz. Bir defasında
ailece tatile giderken arabayla şehirlerarası yolda, bir köyün yakınlarından 100
km hızla geçerken bir an, eşeğini kürek sapıyla döven bir köylüyü görünce, hepimiz
hem dehşete kapılmış hemde çok üzülmüştük. Hepimizin tüm tatil keyfi kaçtığı gibi,
o eşeğe yardım edememenin üzüntüsünü içimizde yaşamıştık. Öyle ya, daha kendi
insanlarını şiddetten koruyamayan bir ülkede hayvanlara karşı şiddeti ve
eziyeti şikayet edebileceğimiz hiçbir kurum yoktu. Maalesef ülkemizde yabani hayatı
korumaya dair bir bilinç çok az olduğu için; devletin vahşi yaşamı koruma refleksi
de hiç gelişmemiştir. Bu yüzden, yabani hayata zarar verenlere, hayvanları öldürüp,
eziyet edenlere karşı da sistemli bir cezalandırma yoktur. Hayvanları korumaya dair
kurulan dernekler de yetersiz kalmaktadır. Örneğin bahçesine uçamayan yavru bir
Kartal düşen yakın akrabam, bu hayvanın uçabileceği zamana kadar tutulabileceği
ve tedavi edilebileceği bir kurum veya muhatap bulamamıştı. Belediye vahşi hayvanlar
ile ilgilenmediklerini söyleyip, kendisini orman işletmesine yönlendirmiş, onlar
da ilgilenmediklerini söyleyip, özel bir hayvanat bahçesine yönlendirmişler. Oraya
da ulaşamayınca kendi imkanlarıyla hayvanı uçurmaya çalışmışlardı.
Timsah Osman'ın Hazin
Hikayesi
Bana
bu hikayeyi çok sevdiğim bir arkadaşım anlattı. Kendisi bu gerçek ve yaşanmış
olayı televizyonda bir haber programında izlemiş ve bana Timsah Osman’ın
hikayesini anlatmıştı. Olay, bir Anadolu
kasabasındaki bir insanının bir timsah beslemeye heves etmesi şeklinde
başlıyor. Sonra bir şekilde bir timsah yavrusu edinip köydeki evinin akvaryumunda
beslemeye başlıyor. İsmini de Timsah Osman koyuyor. Timsah Osman büyüdükçe doğal
olarak akvaryuma sığmaz hale geliyor. Artık timsah evin banyosunda ve küvette
tutulup orada beslenmeye başlanıyor. Gel zaman, git zaman Timsah Osman iyice büyüyüp
küvete de sığmaz hale gelince, sorumsuz sahibi artık onu evde besleyemeyeceğini
anlayıp, köyün deresine salıyor. Tabii köyün deresi timsahın akrabalarının yaşadığı
Afrika, Amerika veya Asya ırmakları kadar zengin değil. Anadolu kasabasının
küçük deresinde yeterli yiyecek yok! Zavallı Timsah acıkınca her gün dereden çıkıyor
ve köy kahvesinin önüne gelip ağzını açarak kahvede okey ve pişti oynayan
umursuz insanlarının insafa gelip de ona yiyecek bir şeyler atmalarını sabırla bekliyor.
Artık Timsah Osman'ın kahvenin önüne gelmesi ve oradan atılacak bir yiyecek
artığı veya kuru ekmeğini beklemesi, her gün yaşanan ve kanıksanan bir olay halini
alıyor. Bu haber çekildiğinde, kahvede oyun oynayanlar, gülüşüp sohbet edenler timsahın
dışarıda aç be aç beklemesini o kadar kanıksamışlar ki, timsahın geldiğinden ve
yiyecek beklediğinden habersiz, umursuzca gülüşerek oyularını oynamaya devam ediyorlar.
Sizce de hazin bir hikaye değil mi? O, yaşadığı nehrin hakimi, o etrafına korku
salan kudretli timsah, bir Anadolu kasabasında, bir kahvenin önünde Timsah Osman
olarak, ağzını açmış bir vaziyette köylülerin insafa gelerek ona bir kuru ekmek,
bir yiyecek artığı vs. bir şey atmalarını bekliyor. Belki o Timsah, yani Timsah
Osman ağzını açmış bir şekilde yiyecek beklerken gerçekten "timsah gözyaşı"
döküyordur, kim bilir!