Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

21 Ocak 2017 Cumartesi

Ülkemizde Hayvan ve İnsan Olmak & Timsah Osman'ın Hazin Hikayesi

Ülkemizde Hayvan ve İnsan Olmak & Timsah Osman'ın Hazin Hikayesi

Sokak hayvanları yolda bizimle yada herhangi bir insanla karşılaşınca korkup yollarını değiştirirler hiç fark ettiniz mi? Sokak köpeği yada kedisi fark etmez, insan görünce, görünce sanki şeytan görmüş gibi kaçarlar. Çünkü insanlardan, (insanlarımızdan) korkuyor ve kaçıyorlardı. Halbuki zaman zaman çıkma fırsatım olduğu yurtdışı gezilerinde, vahşi hayvanların insanlardan hiç korkmadıklarını ve hiç kaçmadıklarını fark edip şaşırmıştım. Örneğin Londra'da parklarda, kanal kenarlarında güvercinler, ördekler, kuğular gibi bir çok hayvan ile karşılaştım. Neredeyse yanlışlıkla üstlerine basma aşamasına geldiğim halde, hayvanlar insanlara olan güvenlerinden dolayı hiç kaçmıyorlardı. Londra parklarında ve kanal kenarlarında kafasını 180 derece arkaya çevirerek huzurla uyuyan ördekler, güven içinde dolaşan kazlar, asalet içinde yüzerek yanınızdan geçen kuğu çiftleri, ansızın titrek, ürkek tavırlarla ağaçlardan inip yanınıza gelerek sizden fındık, fıstık, yemiş isteyen şirin sincaplar, sokaklarda, caddelerde, metroda insanlarla beraber yürüyen, parklarda ayak altında huzur içinde uyuyan ve insandan kaçmayan güvercinler gördüm. Soğuk kış gecelerinde yiyecek bulmak için rahat rahat şehre, caddelere, sokaklara kadar inen tilkiler gördüm. Bunlar Londra parklarında, Thames kanalı kenarlarında, doğayla barış içinde inşa ettikleri yerleşim yerlerinde yürürken, koşarken hissettiğim huzurun ve güven duygusunun aynı şekilde orada yaşayan hayvanlarda da olduğunu fark etmeme sebep oldu. O sırada bizim ülkemizde insan görünce sanki şeytan görmüş gibi kaçan hayvanları düşündüm. Bu konu üstüne biraz düşündüğümde tarihte Anadolu topraklarında yaşamış bir çok vahşi hayvanın neslinin erkenden tükenmesinin nedenin de aynı ortak sebebe dayandiğını fark ettim. Zira, eski zamanlarda yaşadığı bilinen Anadolu Kaplanı ve Pars'ı gibi bir çok vahşi hayvan türünün nesli de tükenmişti. Bu topraklarda yaşamış olan dağ keçisi, ceylan ve geyik gibi av hayvanlarının da soyu tükenmişti. Tüm bunların en başta gelen nedeni; vahşi hayvanların bizim toplumumuzda tehdit olarak algılanmasıydı. O yüzden vahşi hayvanlar avlanır, yok edilirlerdi. Örneğin bir yılan görüldüğü yerde öldürülür. Çünkü, yılanın başının daha küçükken ezilmesi gerektiğine dair atasözümüz vardı. Diğer eti yenebilen hayvanlar ise zaten eti yada derisi için avlanıyorlardı. Bu yüzden Anadolu da yaşamış olan birçok hayvan türünün nesli hızla tükenmiştir. Yine kuşlar, ördekler, kazlar pek hayvan türü ülkemizde insanlara yanaşmazlar. Çünkü, eğer insana yanaşırlarsa tekme yeme, kulağı kesilme, hırpalanma riskleri olduğunu bilirler. Bu konuda bir yakınımdan dinlediğim bir olay bende derin üzüntü uyandırmıştı. Kocaeli Gölcük'de kuşların üreme alanı ve yuvası sayılabilecek bir yerde kuğular sırf öldürülmek amacıyla vurulmuşlardı. Bilenler bilir, Gölcük deresinin eski Seka fabrikasının olduğu yerde İzmit körfezine döküldüğü yerde küçük bir lagün vardır. Bu lagünün etrafında tel örgü vardır. Yani insanların içeriye girme imkanı yoktur. Bir zaman bu tel örgülerin getirdiği koruma sayesinde bu lagün, karabataklar, kuğular, yaban ördekleri, martılar...vb türlü türlü birçok kuş türünün geldiği, beslendiği ve ürediği adeta küçük bir kuş cennetine dönüşmüştü. Fakat bir gün öğrendik ki; bir kendini bilmez avcı, tel örgülerin ardından silahını ateşleyerek o nadide kuğular dahil bazı kuşları avlamış. Aslında belki de avlamak değil, sadece öldürme zevkini tatmin etmiş bir hastalıklı bünye demek gerekir. Çünkü kuğuların eti yenmediği gibi, vurduğu hayvanları tel örgüler ile çevrili yerden içeriye girerek alma ihtimali olmadığını biliyor. Ama vuran kişiyi bulma ve yargılama yönünde yetkililerin bir çaba gösterdiğini duymadım. Kuğu öldürme zevki de bizim milletimize mahsus bir şey sanırım. Yine güzel ülkemizde başka bir kuğu öldürüp yiyen kişinin kuğunun etinin lezzetli olmadığı hatta ishal yaptığına dair haberini gazetelerden öğrenmiştim. Yine Hatta İngiltere'de bir parkta kuğu öldürüp yiyen kişinin Türk çıkmasına hiç şaşırmamıştım. Kraliçeye ait olan bir hayvanı öldürmek suçlaması (İngiltere de kamuya ait ortak kullanılan tüm mallar, parklar, yollar, hayvanlar...vb İngiltere hukukunda kraliçeye ait görünüyormuş) ile dava açılan kişi savunmasında, kuğuların kraliçeye ait olduğunu bilmediğini, sadece aç olduğu için kuğuyu öldürüp yediğini, hatta kuğunun bir kısmının hala buzdolabında olduğunu belirtmişti.

Belki de daha çocukken yavrularımıza hayvan sevgisini aşılamamız gerekiyor. Daha küçüklükten çocuklarımıza, hayvanlarımıza,  sokak hayvanlarına eziyet etmenin yanlışlığını aşılamamız gerekiyor. Osho, "Hayvan gözüne bakarsanız, Tanrı'yı orada görebilirsiniz." der. Yani, "Yaratılanı sevmek, Yaratan'dan ötürü." durumu. Yani, hayvanları sevmeyen kişilerin, insanları da sevemeyeceği gerçeği... Ancak maalesef,  insanlar kendilerinde olmayan ışığı başkalarına yansıtamıyor, kendilerinde olmayan sevgiyi de çocuklarına da aktaramıyorlar. Zira, medyada sık sık sokak hayvanlarına eziyet eden, döven, tekme atan, işkence eden insanların haberlerini görüyoruz. Kedilerin kuyruklarına teneke bağlayan çocuklarımızın haberlerini, kendi hayvanlarını vahşice döven, işkence eden insanların haberlerini alıyoruz. Bir defasında ailece tatile giderken arabayla şehirlerarası yolda, bir köyün yakınlarından 100 km hızla geçerken bir an, eşeğini kürek sapıyla döven bir köylüyü görünce, hepimiz hem dehşete kapılmış hemde çok üzülmüştük. Hepimizin tüm tatil keyfi kaçtığı gibi, o eşeğe yardım edememenin üzüntüsünü içimizde yaşamıştık. Öyle ya, daha kendi insanlarını şiddetten koruyamayan bir ülkede hayvanlara karşı şiddeti ve eziyeti şikayet edebileceğimiz hiçbir kurum yoktu. Maalesef ülkemizde yabani hayatı korumaya dair bir bilinç çok az olduğu için; devletin vahşi yaşamı koruma refleksi de hiç gelişmemiştir. Bu yüzden, yabani hayata zarar verenlere, hayvanları öldürüp, eziyet edenlere karşı da sistemli bir cezalandırma yoktur. Hayvanları korumaya dair kurulan dernekler de yetersiz kalmaktadır. Örneğin bahçesine uçamayan yavru bir Kartal düşen yakın akrabam, bu hayvanın uçabileceği zamana kadar tutulabileceği ve tedavi edilebileceği bir kurum veya muhatap bulamamıştı. Belediye vahşi hayvanlar ile ilgilenmediklerini söyleyip, kendisini orman işletmesine yönlendirmiş, onlar da ilgilenmediklerini söyleyip, özel bir hayvanat bahçesine yönlendirmişler. Oraya da ulaşamayınca kendi imkanlarıyla hayvanı uçurmaya çalışmışlardı.

 

Timsah Osman'ın Hazin Hikayesi

Bana bu hikayeyi çok sevdiğim bir arkadaşım anlattı. Kendisi bu gerçek ve yaşanmış olayı televizyonda bir haber programında izlemiş ve bana Timsah Osman’ın hikayesini anlatmıştı.  Olay, bir Anadolu kasabasındaki bir insanının bir timsah beslemeye heves etmesi şeklinde başlıyor. Sonra bir şekilde bir timsah yavrusu edinip köydeki evinin akvaryumunda beslemeye başlıyor. İsmini de Timsah Osman koyuyor. Timsah Osman büyüdükçe doğal olarak akvaryuma sığmaz hale geliyor. Artık timsah evin banyosunda ve küvette tutulup orada beslenmeye başlanıyor. Gel zaman, git zaman Timsah Osman iyice büyüyüp küvete de sığmaz hale gelince, sorumsuz sahibi artık onu evde besleyemeyeceğini anlayıp, köyün deresine salıyor. Tabii köyün deresi timsahın akrabalarının yaşadığı Afrika, Amerika veya Asya ırmakları kadar zengin değil. Anadolu kasabasının küçük deresinde yeterli yiyecek yok! Zavallı Timsah acıkınca her gün dereden çıkıyor ve köy kahvesinin önüne gelip ağzını açarak kahvede okey ve pişti oynayan umursuz insanlarının insafa gelip de ona yiyecek bir şeyler atmalarını sabırla bekliyor. Artık Timsah Osman'ın kahvenin önüne gelmesi ve oradan atılacak bir yiyecek artığı veya kuru ekmeğini beklemesi, her gün yaşanan ve kanıksanan bir olay halini alıyor. Bu haber çekildiğinde, kahvede oyun oynayanlar, gülüşüp sohbet edenler timsahın dışarıda aç be aç beklemesini o kadar kanıksamışlar ki, timsahın geldiğinden ve yiyecek beklediğinden habersiz, umursuzca gülüşerek oyularını oynamaya devam ediyorlar. Sizce de hazin bir hikaye değil mi? O, yaşadığı nehrin hakimi, o etrafına korku salan kudretli timsah, bir Anadolu kasabasında, bir kahvenin önünde Timsah Osman olarak, ağzını açmış bir vaziyette köylülerin insafa gelerek ona bir kuru ekmek, bir yiyecek artığı vs. bir şey atmalarını bekliyor. Belki o Timsah, yani Timsah Osman ağzını açmış bir şekilde yiyecek beklerken gerçekten "timsah gözyaşı" döküyordur, kim bilir!

Ve ülkemizde insan olmak... Güzel ülkemizde iyi insan olmak da maalesef en az hayvan olmak kadar zordur. Eğer kurallara uyan, başkasının hakkına saygı duyan fakat aynı şekilde diğer insanlardan da bunu bekleyen biriyseniz bu ülkede işiniz çok zordur. Çünkü ülkemizde insanın insan onuruyla yaşaması zordur. Gün içinde mutlaka bir tehditle, türlü haksızlıklarla ve hak gaspı ile karşılaşırsınız. Kuyrukta beklerken önünüze girmeye çalışanlar, her yerde tanıdığını, hemşerisini kullanarak öne geçmeye ayrıcalık elde etmeye çalışanlar, kaba gücünü veya ekonomik gücünü kullanarak istediğini yaptırmaya çalışanlar her gün karşılaştığımız sıradan olaylardır. En azından trafikte bir gün içinde onlarca hak gaspı ve ölüm tehlikesi ile karşılaşırsınız. Birileri mutlaka hakkınıza yada canınıza kast ettiğinde Türkiye'de kurallara uyan bir vatandaş olmanın sızısını içinizde yaşarsınız. Bir devlet dairesinde veya hastanede de işiniz olduğunda da benzer duygulara kapılabilirsiniz. Saf, salak, kör taklidi yaparak uzun kuyruğun önüne, bekleyenlerin önüne geçen yüzsüz vatandaşlarımızı gördüğünüzde, memur, şef, müdür ve hatta bir hademe olan tanıdığı ile göstere göstere sırada bekleyen onlarca insanın önüne geçen birini gördüğünüzde bu güzelim ülkenin vatandaşı olduğunuza içerlersiniz. Ve maalesef, içinizden kınamak dışında hiçbir şey yapamazsınız. Vergisini düzenli ödeyenler de düzenli olarak aldatılır ve enayi yerine konulurlar bu güzel ülkede. Çünkü her birkaç yılda bir, vergilerini ödemeyen, yüzsüz ve asalak insanlar için vergi affı çıkar, zamanında ödeyenler ise ödedikleri ve saf vatandaş oldukları ile kalırlar bu ülkede. Üstelik, bu saydığım haksızlıklar, zorbalıklar ve kural tanımamazlıklar en basitleridir. Güzel memleketimizde çok daha büyük hak gasplarına rastlamanız kaçınılmazdır. Peki, Avrupa'lılar kendi ülkelerinde birbirlerine, doğaya ve hayvanlara karşı saygılı, adil ve yaşanabilir ülkeler kurabildikleri halde, bizler neden böylesi sistemler kuramıyoruz hiç düşündünüz mü?
Bumerang - Yazarkafe