Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

7 Nisan 2017 Cuma

Mış Gibi Yapıyor, Mış Gibi Yaşıyoruz

Mış Gibi Yapıyor, Mış Gibi Yaşıyoruz

"Mış gibi yapmak” ifadesini ilk olarak sn Doğan Cüceloğlu (nurlar içinde yatsın!) kullanmıştı. Kendisi bu tanımlamayı ülkemizde yapılıyor görünen ama yapılmayan işler ve uygulanıyor görünen ama ama niç uygulanmayan kurallar için kullanmıştır. Doğan bey ve kendisinin kitapları sayesinde benim de bu konuda farkındalığım arttı. Doğan bey, kitaplarında zaman zaman, mış gibi yapılmış olan kaldırımlardan, mış gibi konulmuş ancak uygulanmayan hukuki kurallardan bahseder. Ben de son zamanlarda etrafıma bakınca etrafımda yalnızca eksiklikler, sahtelikler ve mış gibi yapılan işler görüyorum. Doğan beyin söylediği gibi mış gibi yapılan kaldırımları, mış gibi yapılmış özürlü yollarını, mış gibi yapılan belediye hizmetlerini, yapıyormuş gibi yapılan göstermelik eğitimleri görüyorum. Lüks AVM lerde, üst düzey sitelerde, rezidanslarda ve gösterişli şirketlerimizin girişlerinde ilk göze çarpan mış gibi yapılan güvenlik işlerini görüyorum. Memleketimizde neredeyse bir çok şey aslında "mış" gibi yapılıyor. Aslında yapmıyor, yanlızca yapıyor görünüyoruz. Belki de "İşi bileceksin, işe gitmeyeceksin." sözü böyle bir kültürün sonucunda ortaya çıkmıştır, kim bilir. Neredyse tüm iş hayatımız mış gibi yapılan işlerle yürüyor. Her günümüz geçici çözümler, günü kurtaran uydurma hareketler ile geçiyor. Aslında bir çoğumuz görevlerimizi hakkıyla yapmıyor, çoğunlukla görevlerimizi savsaklayıp baştan savıyoruz. Trafik kurallarını, iş güvenliği kurallarını, toplumsal kuralları, etik kuralları göz ardı ediyor, görmezden ve duymazdan geliyoruz. Eğer denetleme görevini yapan insanlar işlerini mış gibi yapmayıp da, hakkını vererek iyi bir şekilde yapsalardı bir Soma maden kazası gibi işgüvenliği facialarını yaşamazdık. Eğer trafik polisleri işlerini mış gibi yaparak değil de, gerçekten hakkını vererek yapsalardı, trafik kontrollerini tam bir şekilde yapsalardı bu kadar kaza olmazdı. Her yıl on binlerce insanımız (sanki kadermiş gibi) trafikte ölmez, on binlercesi yaralanıp sakat kalmazdı. Milyarlarca dolarlık milli gelirimiz, kazalarda hurda haline gelen araçlar yüzünden heba olmazdı. Ve eğer maliye, sgk ve diğer devlet görevlileri de şirketleri ve işletmeleri denetleme işlerini mış gibi değil de, gerçekten hakkını vererek yapsalardı bu ülkede vergi kaçırılamaz, bu sayede vergi yükü sadece çalışan kesimin omuzlarında kalmazdı. Denetlemeler mış gibi yapılmasaydı, gelir adaletsizliği oluşmadığı için çok müreffeh bir ülke olurduk. Denetimler mış gibi yapılmasaydı, merdiven altı firmalar gerek çalışanların hakkını gerekse devletin vergisini gasp edemezlerdi. Eğer tarım bakanlığı ve belediyeler gerçekten işlerini mış gibi değil de gerçekten hakkıyla yapsalardı, sebze-meyve hallerini, semt pazarlarını, gıda firmalarını ve çarşıyı hakkıyla denetlerler, biz ne yediğimizden şüphe etmezdik. Sürekli olarak hormonlu, gdo’lu, kimyevi ve kanserojen katkılarla hızla üretilmiş tarım ürünleri yiyor şüphesi taşımazdık. Eğer belediyelerimiz işlerini mış gibi yapmak yerine, hakkıyla yapıyor olsalardı böyle çarpık, çirkin, plansız şehirlerde üst üste yaşıyor olmazdık. Eğer işlerini denetimlerini hakkıyla yapsalardı gökdelenlerle gecekondular yan yana olmazdı. Şehir planlamacıları ve mimarlar işlerini mış gibi yapıyor olmasalardı, bugün yaşadığımız türden bir trafik ve park sorunları olmazdı. Daha yaşanır daha yeşil şehirlerimiz olurdu. Aslında bizim ülke olarak, yasalar ve hukuk olarak bir eksiğimiz yoktur. Bizim tek sorunumuz, yasaları uygulama, kurallara uyma, insanları kurallara uydurma ve iş ahlakı konusundadır. Ancak işlerimizi mış gibi yapma alışkanlığı sadece devlet ile ilgili bir durum değildir, aksine tüm topluma sirayet etmiş bir kültürdür. Bu vurdumduymazlık kültürü toplumsal olarak genlerimize kadar işlemiştir. Anlı şanlı büyük şirketlerimiz, mühendislik ve inşaat firmalarımız, esnafımız, ticaret erbabımız, çiftçimiz, kısacası hepimiz işlerimizi mış gibi, yani yapıyormuş gibi yapıyoruz. İdealist bir yaklaşımı, neredeyse hiç bir alanda, hiç bir sektörde, hiç bir meslek grubunda göremiyoruz.

Özellikle eğer bir süre yurtdışında kaldıysanız tüm bu eksiklikler gözünüze daha çok çarpmaya başlar. Örneğin yurtdışına çıkmadıysanız taksilerin ve taksicilerin hep bizdeki gibi olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat taksi sektörünün nasıl olması gerektiğini yurtdışından özellikle de Avrupa'dan öğrenebilirsiniz. Araçların temizliği, taksicinin müşteriye davranışı, inerken binerken müşterinin bavullarını yerleştirmesi, sizi ineceğiniz noktanın yakınına yada karşısına değil de, tam önüne getirmesi gibi bir çok fark yaratan şey görebilirsiniz. Yine yurtdışındaki yerleşimi ve binaların güzelliklerini ve yüzyıllar boyu kullanılabilen sağlamlığını bizim binalarımızın çirkinliklerini ve çürüklüğünü karşılaştırınca olayın farkına varmanız kaçınılmazdır. Eğer bizim mimar ve mühendislerimiz de işlerini mış gibi yapmayıp hakkıyla yapsalardı, birçok şehrimizde bu güne kadar meydana gelen depremlerden sonra yaşadığımız binaların yerle bir olmasından dolayı yaşadığımız acıları yaşamaz, ahlar vahlar etmezdik. En küçük depremde çöküveren binalarımızın tüm suçu ve günahı denetleme yapmayan devlet görevlilerinde ve mühendislerde değildir. Elbette müteahhitlerimizi de unutmamak gerekir. Eğer işinin üçkağıdına kaçmadan, malzemeden çalmadan işlerini hakkıyla yapan müteahhitlerimiz olsaydı,  depremlerde bu derece yıkımlar ve büyük trajediler yaşamak zorunda kalmazdık.

Peki, sanatçılarımız, sporcularımız, entelektüellerimiz, akademisyenlerimiz işlerini mış gibi mi yoksa hakkıyla mı yapmaktalar? Pek öyle görünmüyor! Maalesef ülke olarak, yaptığımız hiç bir işte iyi değiliz. Ülke olarak hiçbir meslek dalında amatörlükten kurtulamıyoruz. Bir türlü yaptığımız işlerde uzmanlaşmayı başaramıyoruz. Çünkü bizde her alanda fazla sirkülasyon olup, içimizde idealizm olmadığı için yaptığımız her iş yetersiz düzeyde kalıyor. Bu yüzden dünyada en iyisi olduğumuz hiç bir meslek yoktur. Ben çok düşündüm ama hiç bir şey bulamadım. Sadece mesleklerde ve zanaatlerde  değil, tarımda da iyi değiliz. Sporda olmadığımız gibi, sanatta ve akademik çalışmalarda da neredeyse hiç yokuz. Üniversitelerimizde her türlü imkan olmasına rağmen, adeta akademisyen ordusuna sahip olmamıza rağmen, bilimsel bir buluş veya teknolojik bir yeniliğe imza atamıyoruz. Eğer sahip olduğumuz tüm üniversitelerdeki akademisyen ordusu işlerini mış gibi yapmak yerine hakkıyla yapsalardı üniversitelerimizin seviyesi bu kadar yerlerde olur muydu? Eğer işler mış gibi yapılıyor olmasaydı onlarca, yüzlerce, binlerce yeni buluş, patent, teori gibi akademik başarılara sahip olmaz mıydık? Her yıl binlerce doktoralı masterlı akademisyenlerimiz mevcut sayının üstüne ilave geliyor. Ama ciddi bir bilimsel araştırma yada bilimsel çalışma yada teknolojik bir buluş göze çarpmıyor. Çünkü, bilimsel olması gereken akademik çalışmaların çoğunluğu yine mış gibi yapılıyor. Doktora ve master faaliyetlerinin çoğu sırf o ünvanları elde edebilmek için yapılıyor. Sırf bir şeyler yapıyor görünmek için yapılıyor. Maalesef bir çok bilimsel araştırma Google'dan bulunup “kopyala biraz değiştir ve yapıştır” ile yapılıyor. Eğer işlerini mış gibi yapmak yerine hakkıyla yapan sporculara sahip olsaydık futbolda, basketbolda, amatör dallarda başarıdan başarıya koşmaz mıydık? Eğer öyle olsaydı olimpiyatlarda altın madalya ve başarı sıralamasında son sıralarda olmak yerine başı çeken ülkelerden biri olmaz mıydık? Futbol ve basketbolda Avrupa ve dünya kupalarında başarıdan başarıya koşmaz mıydık? Çünkü artık ülke olarak elimizde her türlü imkan var. Paraysa para, tesis ise tesis, imkan ise imkan her şey var. Ama başarı bir türlü gelmiyor. Ama bu değer yargıları ve böylesi bir kültürle başarı asla gelmez!

Peki kurallara uymayışımızın, kuralları uygulamayışımızın, denetimlerin takipçisi olamayışımızın, işlerimizde bir türlü profesyonelleşemememizin nedenleri nelerdir? Benim bulabildiğim; içimizde idealizmin bir değer olarak yer almaması ve genlerimizdeki dıştan gelen hiçbir kuralı içselleştiremeyen, özgür ve yarı vahşi bir kültüre sahip olmamızdır. Maalesef kültür ve toplumsal değerler eğitimle öğretimle değiştirilemez. Bir kültürün ve değer algılarının değişmesi çok zor bir şeydir. Böylesi büyül bir değişim derin bireysel farkındalıklardan sonra kendimizi ve olaylara bakışımızı değiştirip, yetiştirdiğimiz çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirmek ile mümkün olabilir. Bireylerin çoğunluğunun bilinçli bir çaba ile kendini değiştirebilmesi sonrasında  büyük toplumsal değişiklikler olabilir. Bu süreç ise asırlar alacak kadar uzun bir zaman diliminde gerçekleşebilir. Belki şimdilerde hepimiz için en iyisi kendi kendimizi olduğumuz gibi kabul etmektir.

Bumerang - Yazarkafe