Mış
Gibi Yapıyor, Mış Gibi Yaşıyoruz
"Mış gibi yapmak” ifadesini ilk olarak sn Doğan
Cüceloğlu (nurlar içinde yatsın!) kullanmıştı. Kendisi bu tanımlamayı ülkemizde
yapılıyor görünen ama yapılmayan işler ve uygulanıyor görünen ama ama niç
uygulanmayan kurallar için kullanmıştır. Doğan bey ve kendisinin kitapları sayesinde
benim de bu konuda farkındalığım arttı. Doğan bey, kitaplarında zaman zaman, mış
gibi yapılmış olan kaldırımlardan, mış gibi konulmuş ancak uygulanmayan hukuki kurallardan
bahseder. Ben de son zamanlarda etrafıma bakınca etrafımda yalnızca eksiklikler,
sahtelikler ve mış gibi yapılan işler görüyorum. Doğan beyin söylediği gibi mış
gibi yapılan kaldırımları, mış gibi yapılmış özürlü yollarını, mış gibi yapılan
belediye hizmetlerini, yapıyormuş gibi yapılan göstermelik eğitimleri görüyorum.
Lüks AVM lerde, üst düzey sitelerde, rezidanslarda ve gösterişli şirketlerimizin
girişlerinde ilk göze çarpan mış gibi yapılan güvenlik işlerini görüyorum. Memleketimizde
neredeyse bir çok şey aslında "mış" gibi yapılıyor. Aslında yapmıyor,
yanlızca yapıyor görünüyoruz. Belki de "İşi bileceksin, işe gitmeyeceksin."
sözü böyle bir kültürün sonucunda ortaya çıkmıştır, kim bilir. Neredyse tüm iş hayatımız
mış gibi yapılan işlerle yürüyor. Her günümüz geçici çözümler, günü kurtaran uydurma
hareketler ile geçiyor. Aslında bir çoğumuz görevlerimizi hakkıyla yapmıyor,
çoğunlukla görevlerimizi savsaklayıp baştan savıyoruz. Trafik kurallarını, iş güvenliği
kurallarını, toplumsal kuralları, etik kuralları göz ardı ediyor, görmezden ve duymazdan
geliyoruz. Eğer denetleme görevini yapan insanlar işlerini mış gibi yapmayıp da,
hakkını vererek iyi bir şekilde yapsalardı bir Soma maden kazası gibi
işgüvenliği facialarını yaşamazdık. Eğer trafik polisleri işlerini mış gibi yaparak
değil de, gerçekten hakkını vererek yapsalardı, trafik kontrollerini tam bir şekilde
yapsalardı bu kadar kaza olmazdı. Her yıl on binlerce insanımız (sanki kadermiş
gibi) trafikte ölmez, on binlercesi yaralanıp sakat kalmazdı. Milyarlarca dolarlık
milli gelirimiz, kazalarda hurda haline gelen araçlar yüzünden heba olmazdı. Ve
eğer maliye, sgk ve diğer devlet görevlileri de şirketleri ve işletmeleri
denetleme işlerini mış gibi değil de, gerçekten hakkını vererek yapsalardı bu ülkede
vergi kaçırılamaz, bu sayede vergi yükü sadece çalışan kesimin omuzlarında kalmazdı.
Denetlemeler mış gibi yapılmasaydı, gelir adaletsizliği oluşmadığı için çok
müreffeh bir ülke olurduk. Denetimler mış gibi yapılmasaydı, merdiven altı firmalar
gerek çalışanların hakkını gerekse devletin vergisini gasp edemezlerdi. Eğer tarım
bakanlığı ve belediyeler gerçekten işlerini mış gibi değil de gerçekten hakkıyla
yapsalardı, sebze-meyve hallerini, semt pazarlarını, gıda firmalarını ve çarşıyı
hakkıyla denetlerler, biz ne yediğimizden şüphe etmezdik. Sürekli olarak hormonlu,
gdo’lu, kimyevi ve kanserojen katkılarla hızla üretilmiş tarım ürünleri yiyor şüphesi
taşımazdık. Eğer belediyelerimiz işlerini mış gibi yapmak yerine, hakkıyla yapıyor
olsalardı böyle çarpık, çirkin, plansız şehirlerde üst üste yaşıyor olmazdık. Eğer
işlerini denetimlerini hakkıyla yapsalardı gökdelenlerle gecekondular yan yana olmazdı.
Şehir planlamacıları ve mimarlar işlerini mış gibi yapıyor olmasalardı, bugün yaşadığımız
türden bir trafik ve park sorunları olmazdı. Daha yaşanır daha yeşil şehirlerimiz
olurdu. Aslında bizim ülke olarak, yasalar ve hukuk olarak bir eksiğimiz yoktur.
Bizim tek sorunumuz, yasaları uygulama, kurallara uyma, insanları kurallara uydurma
ve iş ahlakı konusundadır. Ancak işlerimizi mış gibi yapma alışkanlığı sadece devlet
ile ilgili bir durum değildir, aksine tüm topluma sirayet etmiş bir kültürdür.
Bu vurdumduymazlık kültürü toplumsal olarak genlerimize kadar işlemiştir. Anlı şanlı
büyük şirketlerimiz, mühendislik ve inşaat firmalarımız, esnafımız, ticaret erbabımız,
çiftçimiz, kısacası hepimiz işlerimizi mış gibi, yani yapıyormuş gibi yapıyoruz.
İdealist bir yaklaşımı, neredeyse hiç bir alanda, hiç bir sektörde, hiç bir meslek
grubunda göremiyoruz.
Özellikle eğer bir süre yurtdışında kaldıysanız
tüm bu eksiklikler gözünüze daha çok çarpmaya başlar. Örneğin yurtdışına çıkmadıysanız
taksilerin ve taksicilerin hep bizdeki gibi olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat taksi
sektörünün nasıl olması gerektiğini yurtdışından özellikle de Avrupa'dan öğrenebilirsiniz.
Araçların temizliği, taksicinin müşteriye davranışı, inerken binerken müşterinin
bavullarını yerleştirmesi, sizi ineceğiniz noktanın yakınına yada karşısına değil
de, tam önüne getirmesi gibi bir çok fark yaratan şey görebilirsiniz. Yine yurtdışındaki
yerleşimi ve binaların güzelliklerini ve yüzyıllar boyu kullanılabilen sağlamlığını
bizim binalarımızın çirkinliklerini ve çürüklüğünü karşılaştırınca olayın
farkına varmanız kaçınılmazdır. Eğer bizim mimar ve mühendislerimiz de işlerini
mış gibi yapmayıp hakkıyla yapsalardı, birçok şehrimizde bu güne kadar meydana gelen
depremlerden sonra yaşadığımız binaların yerle bir olmasından dolayı yaşadığımız
acıları yaşamaz, ahlar vahlar etmezdik. En küçük depremde çöküveren binalarımızın
tüm suçu ve günahı denetleme yapmayan devlet görevlilerinde ve mühendislerde değildir.
Elbette müteahhitlerimizi de unutmamak gerekir. Eğer işinin üçkağıdına
kaçmadan, malzemeden çalmadan işlerini hakkıyla yapan müteahhitlerimiz olsaydı, depremlerde bu derece yıkımlar ve büyük trajediler
yaşamak zorunda kalmazdık.
Peki, sanatçılarımız, sporcularımız, entelektüellerimiz,
akademisyenlerimiz işlerini mış gibi mi yoksa hakkıyla mı yapmaktalar? Pek öyle
görünmüyor! Maalesef
ülke olarak, yaptığımız hiç bir işte iyi değiliz. Ülke olarak hiçbir meslek dalında
amatörlükten kurtulamıyoruz. Bir türlü yaptığımız işlerde uzmanlaşmayı başaramıyoruz.
Çünkü bizde her alanda fazla sirkülasyon olup, içimizde idealizm olmadığı için yaptığımız
her iş yetersiz düzeyde kalıyor. Bu
yüzden dünyada en iyisi olduğumuz hiç bir meslek yoktur. Ben çok düşündüm ama hiç
bir şey bulamadım. Sadece mesleklerde ve zanaatlerde değil, tarımda da iyi değiliz. Sporda olmadığımız
gibi, sanatta ve akademik çalışmalarda da neredeyse hiç yokuz. Üniversitelerimizde
her türlü imkan olmasına rağmen, adeta akademisyen ordusuna sahip olmamıza
rağmen, bilimsel bir buluş veya teknolojik bir yeniliğe imza atamıyoruz. Eğer sahip
olduğumuz tüm üniversitelerdeki akademisyen ordusu işlerini mış gibi yapmak yerine
hakkıyla yapsalardı üniversitelerimizin seviyesi bu kadar yerlerde olur muydu? Eğer
işler mış gibi yapılıyor olmasaydı onlarca, yüzlerce, binlerce yeni buluş, patent,
teori gibi akademik başarılara sahip olmaz mıydık? Her yıl binlerce doktoralı masterlı
akademisyenlerimiz mevcut sayının üstüne ilave geliyor. Ama ciddi bir bilimsel araştırma
yada bilimsel çalışma yada teknolojik bir buluş göze çarpmıyor. Çünkü, bilimsel
olması gereken akademik çalışmaların çoğunluğu yine mış gibi yapılıyor. Doktora
ve master faaliyetlerinin çoğu sırf o ünvanları elde edebilmek için yapılıyor. Sırf
bir şeyler yapıyor görünmek için yapılıyor. Maalesef bir çok bilimsel araştırma
Google'dan bulunup “kopyala biraz değiştir ve yapıştır” ile yapılıyor. Eğer işlerini
mış gibi yapmak yerine hakkıyla yapan sporculara sahip olsaydık futbolda, basketbolda,
amatör dallarda başarıdan başarıya koşmaz mıydık? Eğer öyle olsaydı olimpiyatlarda
altın madalya ve başarı sıralamasında son sıralarda olmak yerine başı çeken ülkelerden
biri olmaz mıydık? Futbol ve basketbolda Avrupa ve dünya kupalarında başarıdan başarıya
koşmaz mıydık? Çünkü artık ülke olarak elimizde her türlü imkan var. Paraysa para,
tesis ise tesis, imkan ise imkan her şey var. Ama başarı bir türlü gelmiyor.
Ama bu değer yargıları ve böylesi bir kültürle başarı asla gelmez!
Peki kurallara uymayışımızın, kuralları uygulamayışımızın,
denetimlerin takipçisi olamayışımızın, işlerimizde bir türlü profesyonelleşemememizin
nedenleri nelerdir? Benim bulabildiğim; içimizde idealizmin bir değer olarak yer
almaması ve genlerimizdeki dıştan gelen hiçbir kuralı içselleştiremeyen, özgür ve
yarı vahşi bir kültüre sahip olmamızdır. Maalesef kültür ve toplumsal değerler eğitimle
öğretimle değiştirilemez. Bir kültürün ve değer algılarının değişmesi çok zor bir
şeydir. Böylesi büyül bir değişim derin bireysel farkındalıklardan sonra
kendimizi ve olaylara bakışımızı değiştirip, yetiştirdiğimiz çocuklarımızı bu
bilinçle yetiştirmek ile mümkün olabilir. Bireylerin çoğunluğunun bilinçli bir
çaba ile kendini değiştirebilmesi sonrasında
büyük toplumsal değişiklikler olabilir. Bu süreç ise asırlar alacak
kadar uzun bir zaman diliminde gerçekleşebilir. Belki şimdilerde hepimiz için en
iyisi kendi kendimizi olduğumuz gibi kabul etmektir.