Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

18 Mart 2017 Cumartesi

Sinemaseverlik & Hollywood vs Yeşilçam (Marslı, Batman vs Superman ve Starwars Komedyaları)

Hiç sinema insanı olmadım, olamadım. İzlediğim her kötü filmden sonra sinemadan biraz daha soğudum. Hep gitmeyi düşündüğüm filmlerin basit, saçma, kötü film çıkmasından korktuğum için hep aynı tedirginliği yaşadım. "Ya olursa, ya bu film de kötü çıkarsa...Ya bu filmi de izlediğime pişman olursam!" diye düşünüp, çoğunlukla filme gitmekten vaz geçmişimdir. Ancak sinemasever olan, tüm yeni çıkan filmleri izleyen, sinema literatürünü bilen insanlara ve arkadaşlarıma da çok saygı duyuyorum.  Sinemaseverlik çok saygı duyulması gereken bir iştir. Çünkü iyi bir sinemasever olabilmek için yapılan filmler içinde oranları çok düşük olan kaliteli ve baş yapıt filmleri izlemek için, onlarca, hatta yüzlerce vasat film izlenmesi gerekiyor. Onlarca, yüzlerce insan hayal gücüne ihanet eden, estetiğe ve sanata aykırı kötü film izlemek gerekiyor. Onlarca saçma, hızlıca kurgulanmış, üstünde yeterince çalışılmadan, sadece ticari kaygı ile yapılmış, hızlıca tüketime ve gösterime sunulmuş film izlemek gerekiyor. Bu kötü his, yüksek beklentilerle okunan ancak bekleneni veremeyen bir kitap bitirildikten sonra hissedilen his gibi değildir. İçimde her kötü film izledikten sonra oluşan his, yemekten sonra hissedilen pişmanlık ve öfke gibidir. Keşke yemeseydim pişmanlığı yanında, hazmedene kadar o yemeği taşımak zorunda olmanın öfkesi, ve yenebilecek güzel bir yiyeceğin getireceği güzel hisleri ve mutluluğu getirene dek, o kötü hislerle yaşamak zorunda olmanın dayanılmaz ıstırabı ve öfkesine benzetiyorum hep. En azından benim için öyle. Kötü filmlerden sonra da aynı duyguları yaşarım ben. Halbuki iyi sinemaseverler, bu duyguları sineye çekip, yılmadan, usanmadan izlemeye devam ederlerken, bir yandan da kendilerini kandırmayı becerebilen insanlardır.
"- Tamam, film saçmaydı, ama şu sahnesi  çok güzeldi. " Veya
"- Tamam, filmin animasyonları veya kurgusu çok berbattı, ama filmin oyuncu kadrosu da çok sağlamdı" gibi bir teselliyi sık sık kendilerine telkin edip izlemelerine devam edebilmeleridir. Yani sinemaseverler çok şeyi hak ediyorlar.
Evet bir sinemasever arkadaşımın verdiği öneriden sonra izlediğim" Marslı ve Starwars" filmlerinden sonra aynı hisleri yaşadım. Pişmanlık ve kendime karşı öfke. Aslında Interstaller filminden sonra herhangi bir uzay filmi izlemem zaten benim hatamdı. Interstaller filmin akıl sınırlarını zorlayan kuantum fiziği ile bu kadar örtüşmesi, senaryosu, üstünde çok çalışılmış görsel teknikleri, çok yetenekli oyuncu kadrosu ve müthiş yetenek Hans Zimmer müzikleri ile filmin görsel, işitsel, düşünsel şölene dönüşmesi bir zirve idi. Bir uzay filminin bu noktaya ulaşmasından sonra, elbette çok uzun bir süre uzay filmi seyretmemem gerekiyordu. Evet bu kaçınılmazdı. Evet, izleyeceğim filmlerin, " Gora, bir uzay filmi" sloganına ( evet bu show yada tiyatro değil, aslında bu bir uzay filmidir demek istiyor muzipçe) ihtiyaç duyması gibi tüm uzay filmlerine şüpheyle bakıp hayal kırıklığı yaşamam kaçınılmazdı. Burada "Amerikan sineması, sana sesleniyorum. Yıllarca uzaylıları bize kötü gösterdin. Halbuki uzaylı da olsa, insan insandır" diyen Arif'i analım. Evet, izlediğim Marslı ve Starwars filmleri en fazla Gora kadar bir uzay filmi idi. Evet biraz acımasız olacak, ancak Özellikle Starwars ancak dünyayı kurtaran adam kadar bilimsellik, yapım ve görsellik taşıyordu. Elbette Starwars hayranları buna kızabilir. Çünkü biliyorum ki Starwars'un da bir felsefesi vardı. Bir Cedaylık felsefesi var. Her ne kadar Ceday lık felsefesi de, tıpkı Gora'da Arif'in Amerikan sinemasına seslenerek;
"- yıllarca bize uzaylıları kötü gösterdin. Halbuki, uzaylı da olsa insan insandır" demesi gibi, "Bir Ceday'da olsa, insan insandır" a çıkıyor aslında. Milyonlarca dolarlık bütçe çok ünlü bir oyuncu kadrosuna rağmen, serinin son filmi bir zorlama olmuş gibi geldi bana. Sanki tamamen maddi kaygılarla senaryonun zorlandığı, filmin serisinin getirilmesi için sanat, özgünlük, estetik, tutarlılıktan taviz verildiği bir yapım olmuş. Sanırım yapımcısı, senaristi, oyuncularının"evet, son kez, bir defa daha yerse" mantığı ile bir araya geldikleri bir filmdi. Tıpkı son Terminatör filmi gibi. Bu seri filmlerin, o serilere ve felsefeye gönül vermiş, ellerinde oyuncak ışın kılıçları ile sinema salonlarına koşan sadık izleyici ve okurları söğüşlemek için yapılmış bir yapım olarak geldi bana. Tabi ki insanlarda ne gibi hisler uyandı bilmiyorum; ancak bende, tıpkı çok güzel yemek sofrasında, yemeğin son kısmının kötü olması veya çok güzel bir yemeğin üstüne kötü bir tatlı veya kahve içilmesinin getirdiği o berbat his gibi bir durum oluştu. Filmi izledikten sonra düşündüm ki; o zaman biz Yeşilçam'ı yıllarca neden eleştirdik? O oyuncuları, yapımları, birbirini tekrar eden senaryoları neden acımasızca ve hoyratça yerden yere vurduk? Neden tarih filmlerinde oyunculardan birinin bileğinde Seiko saat görünmesini bu kadar abarttık? Neden oyuncularla, replikleri ile ölümüne dalga geçip, adeta yüzlerine tükürdük? Neden "nayır nolamaz" repliklerini adeta dilimize doladı? Neden filmde kazalardan sonra kör olan esas oğlan veya esas kızın duygularını, bir türlü kavuşamayan aşıkların aşklarını ti ye aldık? Adeta daha ölmeden tüm sektörü mezara gömdük! Salt, körü körüne Hollywood'a hayran olduk. Onların süper kahramanlarına gönül verdik. Kendimizi adeta bir Amerikalı kadar Amerikalı hissettik. Adeta dünyanın merkezi olarak Amerika'yı gördük. Sanki uzaylılar dünyayı işgal edince  dünyamızı filmlerdeki gibi Amerika ve onun başkanının liderliğinde savunmaya razı olduk! Aslında Hollywood'un kahramanlarının da bizim kahramanlarımızdan bir farkları yoktu! Onlar da duygusal, onlarda ana kuzusu id!. Bakınız Süpermen vs Batman filmi. Yine büyük beklentilerle izlediğim bu film de, bende yarattığı hayal kırıklığının yanında, beni sinemadan biraz daha soğuttu.
Filmin ana felsefesi; bazı süper kahramanların (bu filmde Süpermen'in) gücü eline aldıktan sonra kötüleşmeye başlaması fikri bende ilk başta çok orijinal bir fikir olarak göründü. Filmin mükemmel lansmanı ve reklam kampanyası ile desteklenmesi, bende oldukça iyi bir yapım olduğu izlenimi uyandırmıştı. Fakat kurgu, senaryo ve tutarlılık seviyesi neredeyse fiyasko idi. Özellikle bazı sahnelerdeki basitliği Yeşilçam yapsa, filmi yerin dibine sokardık. "Adaletin Şafağı" Süpermen'i öldürmeye kararlı olan Batman, annelerinin isimleri aynı olduğu için Süpermen'i affeder. Hatta onun annesini kötü adamların elinden kurtarır. Annesi Marta'yı kurtarırken, "ben Klark ın arkadaşıyım" der. Süpermen in annesi de;
"-Biliyorum, pelerininden tanıdım" der. Bu replikler ne kadar masum ve ne kadar bizden değil mi? Ama bunu Yeşilçam yapsa, hepimiz güler aşağılarız, yerin dibine sokar, sıfatlarına tükürürüz. Ayrıca filmdeki onlarca mantık hatası ve saçmalığı saymıyorum bile... 
Ben bu konuda kendimizi dışarıya karşı fazla özentili ve toleranslı olup, kendi değerlerimizden aynı toleransı ve taktiri esirgediğimizi düşünüyorum. Kendi sporcularımıza, kendi sanatçılarımıza ve insanımıza karşı hoyratça eleştirel ve küçümseyici iken, yabancı sanatçı, film, yapım ve sporculara karşı ise aşırı hoşgörülü olup hayranlık besleyen bir toplum olmamıza bağlıyorum. Batman vs Superman filmi konusundaki fikrimi tekrarlamam gerekirse, kötülerin de yabana atılmayacak bir felsefesi olabileceğini ortaya koyan bir önceki Batman filmi "Dark Knight" ın yanından bile geçemeyecek seviyede kötü idi.

5 Mart 2017 Pazar

Artık Süper kahramanlara İhtiyaç Yok

Süper kahramanları biz çok sevdik, onlara gönül verdik. Dünyayı kötülüklerden ancak onların kurtarabileceği fikrine inandık. Ah o Amerikan sineması yok mu! Bize süper kahramanları o sevdirdi ve onların hep iyi olacağına inandırdı! Süper kahramanları insanlığı, toplumu ve ülkeyi kötülüklerden kurtaracak yegane varlıklar olarak gösterdi. İşte bu yüzden Amerika'da süper kahramanların kılığına girerek geceleri sokaklara çıkıp, rastladığı kötü insanlar ve suçlularla mücadele ederek kendini süper kahraman zanneden insanlar türemeye başladı. Bu olaylar, insanların süper kahramanları ne derece sevdiklerinin ve benimsediklerinin bir kanıtıdır. Süper kahramanlar deyince; Batman, Süpermen, Örümcek Adam, Demir Adam gibi kahramanlar ilk akla gelenlerdir. Bunun yanında Tommiks, Zagor, Mandrake Kızıl Maske gibi arka planda kalmış süper kahramanlar da mevcuttur. Hollywood süper kahramanların hikayelerinin artık tamamen tüketmiş olsa gerek,"The Batman vs Superman" filmi ile birlikte süper kahramanları birbirine vurdurtmaya başladı. Filmin ana felsefesi; bazı süper kahramanların (bu filmde Süpermen'in) gücü eline aldıktan sonra kötüleşmeye başlaması idi. Zaten Yin Yang felsefesi de bunu söylemiyor muydu; "Her iyinin içinde kötülük, her kötünün içinde de iyilik vardır. Ve hiçbir iyi, sonsuza kadar iyi kalamaz." diye?

Bizler de toplum olarak süper kahramanları çok severiz. Toplum olarak zorda kaldığımızda hep süper kahramanlara öykünürüz. Haksızlıklara karşı efsane gibi dillendirdiğimiz Köroğlu karakteri ve baskıcı rejime ve ağalığa karşı mücadele ederek efsaneleşen İnce Memed gibi eşkıya kahramanlar böyle çıkmışlardır. Aynı şekilde devletimizde, toplumumuzda, partilerimizde ve kurumlarımızda sürekli olarak bir “Süper Kahraman” kurtarıcı beklentimiz vardır. Devletimizin başına geçecek üstün yaratılışlı, yetenekli, zeki, vizyoner, vatansever bir liderler bekleriz. Ömrümüz ülkeyi fakirlikten ve ezilmişlikten kurtaracak, yurtiçi ve yurtdışı politikalarını hakkıyla uygulayabilecek, çalmayacak, çırpmayacak, ülkenin kaynaklarını eş-dost ve yakınlarına peşkeş çekmeyecek, ilkeli ve ahlaklı insanüstü kahramanlar bekleyerek geçer. Ömrümüz merkez sağı toparlayacak, ülkenin hak ettiği hızlı kalkınmayı ve zenginleşmeyi sağlayabilecek olağanüstü bir lider, bir süper kahraman bekleyerek geçer. Eş dost ve arkadaş sohbetlerinde hep, "noolacak bu ülkenin hali! konusu ile CHP'yi ve ülkeyi kimin kurtarabileceği" konusu konuşulur, ömrümüz sol'u ve CHP'yi içinde olduğu sıkıntılı durumdan silkindirip kurtaracak bir Süper Kahraman bekleyerek geçer. Yakın bir geçmişte AnaSol+M hükümeti ülkenin ekonomisini yönetemeyip büyük bir mali krize sebep olduğunda, bir kurtarıcı süper kahraman olarak Dünya Bankasından Kemal Derviş getirilerek maliye bakanı yapılmıştı. Hatta Kemal Derviş'in ülkemiz maliyesi ile birlikte CHP'yi de kurtarabileceği uzun müddet konuşulmuştu. Aynı şekilde MHP'yi statükodan kurtaracak, oylarını yükselterek iktidar alternatifi oluşturabilecek, daha ilerisi tarihte hiçbir zaman olmamış olan Türk birliğini gerçekleştirebilecek olağanüstü Süper Kahraman bir lider, bir reis beklentisi vardır. Tuttuğumuz takımımızı düştüğü kötü durumdan kurtaracak, hem ekonomik hem de futbol olarak klübümüzü başarıdan başarıya koşturacak insanüstü başkana, teknik direktöre veya golcüye ihtiyacımız vardır. İslam devletlerini toparlayacak, tüm Müslümanları birleştirerek İslam'ı hak ettiği yerlere çıkaracak Süper Kahraman bir dini lider beklentimiz vardır. Daha ilerisi; bazı mütedeyyin kesimlerde Allah inancı olan tüm dinleri İslam çatısı altında birleştirecek bir kurtarıcı, bir Mehdi beklentisi vardır. Farkında mısınız; sürekli bir kahraman ve kurtarıcı beklentimiz var? Adeta her alanda birer Süper kahraman beklentimiz var. Hepimiz bir kurtarıcı, bir kahraman, bir insanüstü yetenek, adil bir lider yani, bir süper kahraman çıksın da, ülkeyi, ekonomiyi, partimizi takımımızı kurtarsın diye belkiyoruz. Bir haksızlığa uğradığımızda hukuk sistemine güvenmek yerine suçluyu cezalandıracak hakkıyla racon kesecek bir reis bekleriz. Fakat toplumun tüm kesimleri olarak birleşerek, iyi ve çalışan bir hukuk sistemi inşa etmek aklımıza gelmez. Politik, hukuki ve yönetimsel olarak işleyen bir organizasyon kurmak nedense aklımıza gelmez. Hep birisi çıkıp hakkımızı versin isteriz. Ancak hakkımız için mücadele etmek, birlik olmak, hakkımız için savaşmak aklımıza gelmez. Çünkü, parçalı bir toplumsal yapıda birbirimize asla güvenmeyiz. Ancak birbirimize güvenip bir araya gelemediğimiz sürece asla gelişmiş, ileri bir toplum olamayacağız. Çünkü kişilere, insanlara, liderlere, reislere, başkanlara, süper kahramanlara dayalı sistemler eninde sonunda yozlaşmaya ve bozulmaya mahkumdur. Çünkü tek bir insana bağlı olan sistemler lidere, yani süper kahramanın yönetimsel yeteneklerine bağlıdır. Belli bir zaman sonra rehavet ve zafiyet başlar. O başarılı lider gidince, yada ülkeye hakimiyeti azalınca sistem çöker. Sonrasında tüm kazanımlar kaybedilir ve geriye gidiş başlar. Bu yüzden kişilere bağlı olan sistemler çok kırılgandır. Ülkemiz tarihi, bunun canlı örnekleri ile doludur. Bu gerçeği görebilmek için Atatürk dönemi ve sonrasına bakmak yeterlidir.

Dolayısıyla artık kişileri, liderleri, reisleri, başkanları, yani süper kahramanları savunmak yerine sistemi savunalım. İşleyen, adil, hesap verebilir, katılımcı bir siyasi sistem kurmaya çalışalım. Tıpkı Avrupa ve ileri demokrasi ülkelerinde olduğu gibi, başarısız liderler ve partiler kolayca gidebilsin. Partiler ve liderler halkın güveni suistimal etmesin, edemesinler ve hesap verebilsinler. Tıpkı bir zamanlar Belçika'da 3 yıla yakın bir süre partiler aralarında anlaşıp koalisyon hükümeti kuramadıkları halde, devletin işleyişinin hiç bir şekilde sekteye uğramadan tıkır tıkır işlemesi gibi, bizim de işleyen bir sistemimiz olsun. Siyasi partiler üzerinde halkın son söz söyleme hakkı olsun. Haklarımızın bilincinde olalım, ve haklarımızı birlik olarak alalım. Yönetim olarak da esas yetkinin halkta olduğunu, bizleri yönetenlerin yalnızca biz onlara izin verdiğimiz için orada olduklarını, istersek onları denetleyeceğimizi, istersek onları değiştirebileceğimizi politikacılara hissettirelim. Bunun yanında bizler halk olarak, bizi yöneten partilerin diktatörce yönetilmesine de karşı çıkalım. Çünkü, ironik ama siyasi partilerimizin hiçbirinin içinde demokrasi yoktur. Partilerimizin hiç birinde muhalif ve farklı seslere yer yoktur. Her şey parti liderlerinin iki dudağı arasındadır. Kendi partimiz dahi olsa, adil yönetilmiyorsa, bu duruma karşı çıkmalıyız. İşte bu ilkesel bir duruştur. Siyasi partilerin yanında ülkemizdeki tüm sivil toplum örgütlerinin işleyişinde de çarpıklıklar vardır. En basitinden futbol klüpleri, sendikalar ve esnaf odaları yönetimleri dahil tüm kurumlarımız birilerinin rant kapısı olmuştur. Sivil toplum örgütü liderleri de, parti liderrleri gibi delegeleri ve seçmenleri kendilerine bağlayıp koltuklarını ölene kadar garanti altına almışlardır. Ama artık ülkemizde ve dünyada süper kahramanlara ihtiyaç yok. Sadece gerçek anlamda bir kurumsallaşmaya ve işleyen bir sistemlere ihtiyaç var. Devlette, sivil toplum örgütlerinde ve hatta özel sektör kurumlarında… Kahraman ve kurtarıcı olmak isteyenlerden tek istediğimiz; "Gölge etmesinler yeter!"

Evet, tüm duyguları ve değerleri tüketen Hollywood, artık süper kahramanları da tüketmeye karar vermiş. Süper kahramanlardan birini kötü yaparak, adeta o kahramanı bozuk para gibi harcamış. Artık iyilerin dostu yetim, dul ve muhtaçların bacanağı, kötülerin düşmanı (ha, o bizim süper kahramanımız Gazman'ın sloganı idi, pardon) süper kahraman "Süpermen"i adeta tribünlere oynayan, aferim ve alkış bekleyen budala birine dönüştürmüş. Neyse ki filmin sonlarına doğru her iki süper kahraman, Batman ve Süpermen ortak ve iyi bir amaç için iş birliği yaptılar da durumu kurtardılar. Yoksa maazallah, iki süper kahramanın birbirine kırdırılacaktı. Neyse ki böyle dramatik bir son görmedik. Ancak yine de bu filmden çıkarılacak hisse: süper kahramanların da kötüleşebilecekleri, süper kahramanların da küçük hesaplar yapabilecekleridir. Özellikle tüm güçleri kendi üstünde toplayan süper kahramanların nasıl davranacaklarını kestirilememesidir. Süper kahraman olmuş liderlerin toplum ve insanlar tarafından kontrolünün mümkün olmamasıdır. O yüzden artık süper kahramanları savunmayı bırakmalı, işleyen sistemler kurmaya çalışmalıyız. Artık sorgulamadan süper kahramanların peşinden gitmek yerine sistem mücadelesi vermeliyiz. Artık sen-ben, sağcı-solcu, ilerici-gerici itişmesi ve kavgasını bırakmalı, tüm toplum kesimleri olarak asgari müştereklerde buluşmalıyız. Artık, birbirimizin hakkını savunmadığımız sürece, kendi haklarımızın garanti altında olmadığını görebilmeliyiz. Film konusundaki fikrimi sorarsanız; kötülerin de yabana atılmayacak bir felsefesi olabileceğini ortaya koyan bir önceki Batman filmi "Dark Knight"ın yanından bile geçemeyecek seviyede kötü idi.

Bumerang - Yazarkafe