Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

27 Ekim 2017 Cuma

Mutluluğun Resmi




"Sonsuza kadar mutlu yaşamışlar!" hep böyle bir sonla biter birçok masal. Bu dünyada amacımız çoğunlukla mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamaktır. Mutlu olmak ister, mutluluğun peşinden gideriz. İnsanlık tarihinde mutluluk en çok aranan, en çok konuşulan ve en çok tartışılan kavramlardan biri olmuş, ancak bu güne kadar hiç kimse mutluluğun tanımını tam olarak yapamamıştır. Peki, hiç düşündünüz mü, mutluluk nedir, ne değildir diye? Ülkemizde Abidin Dino'ya ait sanılan ve “mutluluğun resmi” olarak bilinen, ancak aslında Dianne Dengel’e ait olan yukarıdaki “Home Sweet Home” tablosu mutluluğu anlatabilir mi? Mutluluk; başarı, zenginlik, refah ve haz mıdır? Yoksa, mutluluk; sağlık mıdır? Mutluluk, bilgi, aydınlanma ve kendini gerçekleştirme midir? Yoksa mutluluk; özgürlük müdür? Eğer bunların hiç birisi değilse, mutluluk; sevgi ve aşk ile kendinden geçmek midir?

 Bir çoğumuzun içinde eğer zengin olursak mutlu olacağımıza dair güçlü bir inanç vardır. Peki, gerçekten de başarılı ve zengin olmak, mutlu olmak için yeterli midir? Öyle olsa tüm zenginlerin mutluluk içinde yaşaması gerekirdi. Birçoğumuzun içine düştüğü yanılsama, para ile istediğimiz her şeyle birlikte mutluluğu da elde edebileceğimiz inancıdır. Oysaki her şeye sahip olan birçok insanın içindeki boşluklar çok daha derindir. Para ile mutluluğu, huzuru ve sevgiyi satın alamayacağını anlayan insanlar yaşadıkları bunalımlardan dolayı depresyona girerler. Çünkü zenginleştikçe etrafında olan insan sayısı artmakla birlikte, sahtelikler de artar. Gerçek sevgiyi bulmak zorlaşır. Zenginliği ve serveti koruyabilme endişesi iç huzurunu kaçırdığı gibi, artan olası tehditlerden dolayı korku da artar. Halbuki mutluluğun para ve zenginlik vasıtasıyla istediğin her şeye sahip olarak elde edilebileceğini düşünen insan sayısı o kadar çoktur ki, bu insanların zenginlik ve mutluluk hayalleri yüzünden piyango, şans oyunları ve kumar sektörleri büyüdükçe büyümektedir. Zenginlik vasıtasıyla canının, nefsinin veya egosunun tüm arzularını yapabilmek insanı sefahate ve bağımlılığa sürükler. İnsana en çok keyif veren, kadınlar, alkol, uyuşturucu gibi şeyler, başta çekici gelse de, aşırı sefahat durumu bir müddet sonunda bağımlılığa, bağımlılık daha da aşırılığa dönüşür. Bir şeye bağımlılık ise insanı mutsuz ve perişan eder. Genelde günümüzde bir çok insan, popüler kültür dayatmaları sonucunda zengin, güçlü, popüler, müreffeh olmak istiyor. Zenginliğin mutluluk ve huzur getireceği, sevilip sayılacağına dair varsayımla istiyorlar bunu. Halbuki zenginliğin mutluluk getireceğine, gerçek sevgi ve huzuru getireceğine dair elimizde hiçbir kanıt yok. Aksine para, çoğu zaman mutluluk ve huzur yerine mutsuzluk ve yıkım getiriyor. Milli piyangonun büyük ikramiyesi çıkan kişilerin, elde ettikleri bu servet sonrasında hayatlarının nasıl kabusa dönüştüğüne dair onlarca haber vardır. Mutluluk sağlıklı olmak mıdır? Her sağlıklı olan mutlu mudur? Ünlü filizof ve hükümdar Marcus Aurelius bundan yaklaşık 2 bin yıl önce;"Her sabah uyandığınızda, ne kadar ayrıcalıklı bir varlık olduğunuzu düşünün. Yaşamak, nefes almak ve sevmek için!" demiştir. Eğer her sağlıklı insan mutlu olsaydı, dünya üstünde milyonlarca insan sağlıklı ve şükredilesi durumda olduğu halde mutsuz ve umutsuz olarak gününü geçirmezler, aksine her günlerini şükür içinde geçirirlerdi. Ancak, sağlığımız yerindeyken genellikle sağlığımızın değerini bilmediğimiz gibi, yeterince şükür de etmiyoruz. Peki, soruyu tam tersinden sorarsak, sağlıksız olanlar asla mutlu olamazlar mı, yada sağlığı bozulan kişiler mutlu olamazlar mı? Yurt dışında yapılan bir araştırmaya göre bir kolunu veya uzvunu kaybeden birinin yaşadığı acı ve travma ile aynı zamanda lotodan büyük ikramiye kazanan birinin yaşadığı mutluluk ve haz seviyelerini karşılaştırdıklarında, bir yıl sonra her ikisinin mutluluk ve acı seviyelerinin eski düzeylerine geri döndüğü tespit edilmiştir. Birinin, büyük loto ikramiyesini kazandığı zaman yükselen sevinç ve mutluluk seviyesi zamanla azalırken, uzvunu kaybeden kişinin yaşadığı travma, acı ve mutsuzluk seviyesi de zamanla azalıp bir yıl gibi bir zamanda eşitlenmiş. Bu gerçekler, yine mutluluğun tek bir şeye bağlanamayacağını gösteriyor. Mutluluk iç huzuru mudur acaba? Dünya üstünde en huzurlu insanlar kimdir diye baktığımızda dindar insanları görürüz. İster Müslüman, ister Hristiyan, ister Budist ister Hindu olsun dini inancını tam bir imanla yaşayan insanların iç huzuru yaşadıklarını görüyoruz. Özellikle Uzakdoğu felsefesi ve inançlarının öğretilerinin getirdiği aslında bizim inancımızda (Sufizm) da olan yaşadığımız ana odaklanma, olana teslimiyetin getirdiği iç huzuru nedeniyle Budizm Batı dünyasında hızla yaygınlaşmaktadır. Ama bu iç huzuru, mutluluk olarak nitelendirilebilir mi? Mutluluk biraz daha coşkun, daha heyecanlı ve kıpır kıpır bir şey sanırım. Aksi halde herkes dindar olmayı tercih eder, koyu bir dindarlık ile inzivaya çekilir ve hiç kimse Kaf dağının ardındaki mutlulukları arama arayışına girişmezdi. Benzer olarak mutluluk, acaba elindekiyle, yetinmeyi bilmek midir? Bir lokma bir hırka ile şükür içinde yaşamak mıdır? Hakikaten bizim kültürümüzde de çok mal sahibi olmanın getirdiği manevi yükümlülüğün yanında, daha az mal ve zenginlik ile yaratıcıya, Allah’a yakın olma öğretisi yaygındır. Allah’ın salih ve halis kulları, birçok evliya ve alim kişi hayatlarının önemli bölümlerinde insanlardan, toplumdan ve zenginlikten kaçarak inzivaya çekilmişlerdir. Birçok alim, en önemli eserlerini inziva günlerinde vermişlerdir. Bu yaşam tarzı ve inziva hayatı Sufizmde olduğu gibi Doğu felsefesinde ve inanç sistemlerinde de mevcuttur. Bir lokma ve bir hırka ile hayatını mutlu geçiren Budist sayısı oldukça fazladır. Ama bu gerçek mutluluk mudur? Yoksa onları mutlu eden şey inandıkları tanrıya ve onun öğretilerine yakın olduklarına dair hissettikleri yanıltıcı bir inanç mıdır? Çünkü, inziva hayatı, fakirlik, yokluk ve çaresizlik insanın imanını ve inancını artırır. Fakat yaratıcı, gerçekten kullarından bunu, yani fakirliği mi istemektedir? Verdiği sonsuz nimetlerinin kulları tarafından ellerinin tersi ile itilmesi Allah'ı memnun eder mi? Bu da insan için ayrı bir ego değil midir? Üstelik, insan hayatını kolaylaştıran buluşlar, insan medeniyetini yücelten şeyler, bilimsel ve sanatsal gelişmeler insanın olduğu ile yetinmemesi, kendi sınırlarını zorlaması ve insanın açgözlülüğü sebebiyle gerçekleşmiştir. Yani sadece elindekiyle yetinen insan, belki bireysel olarak mutlu olabilir, ancak mevcut medeniyeti kuramazdı. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yapamaz, sanat ve estetik anlayışını geliştiremez, hayatın ve maddenin sırrını araştıran bilimsel ve felsefi yolculuklara çıkamazdı. Halbuki Yaratıcı, bilimle, sanatla ve felsefeyle konuşur. İnsanoğluna verdiği işaretlerle ve ipuçları ile kendisini bulmasını ister. Osho, Doğu felsefesi ve inanç sisteminin inziva hayatı ile getirdiği iç huzuru ve  bireysel mutluluk durumunu dişil güç, Batı felsefesinin önünü açtığı, insanın içindeki bilimsel, sanatsal, felsefi ve kapitalist aç gözlülük durumunu ise eril güç olarak değerlendiriyor. İnsanın tek başına dişil veya tek başına eril güç ve anlayış ile mutlu ve tam olamayacağını ifade ediyor.

Mutluluk, aşk, sevgili ve cinsellik midir? Ben mutluluğun aşk olduğunu düşünmediğim gibi sınırsız cinsellik olduğunu da hiç sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, adeta cennetini bu dünyada kurabilmiş, günlerini kadınlarla, aşk ve sınırsız cinsellikle zevk-i sefa içinde geçiren kimine göre şanslı, fakat kimilerine göre de şanssız olan insanlar dünyanın en mutlu insanları olurlardı. Kazanova gibi karakterler, Playboy'un kurucusu gibi insanlar, söyledikleri kanun olan krallar ve padişahlar, hatta birçok zengin gibi haremlerini kurabilmiş insanlar dünyanın en mutlu insanları olurdu. Eğer kadınlar ve cinsellik gerçek mutluluk olsaydı, harem kurma imkanları olan birçok filozof, bilim ve felsefe peşinden koşmaz, haremlerinde yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında günlerini gün ederlerdi. Hatta Roma İmparatorluğu gibi zamanının süper gücü olan bir devletin başına geçmiş olan Marcus Aurelius , mutluluğu mütevazilikte, düşünmede, felsefede ve anı yaşamada bulmaz, kadınlarda, aşkda, şarapta ve şiirde bulurdu. Marcus Aurelius  mutluluğu kadınlarda ve içkide bulsaydı asırlar ötesinden günümüze ışık tutan "Meditations"u yazmamış olurdu. Mutluluk aklına gelen her şeyi yapabileceğin sınırsız bir özgürlük müdür? Eğer bu doğru olsaydı, dünyanın en önde gelen müreffeh ve zengin ülkelerinde yaşayan, özgürlüklerini olabilecek en geniş halinde yaşayan insanlarında endişeler, kaygılar ve sınırsız özgürlüğe yakın olmanın getirdiği savruluşlar olmazdı. Halbuki sınırsız bireysel özgürlüklerin ve müreffeh yaşamın olduğu ülkelerdeki insanlar stres, aç gözlülük, bencillik, yüksek ego ve hayatlarında anlam eksikliğini daha fazla yaşamaktadırlar. Herşeyi yapabilme özgürlüğü çoğu zaman insanı arayışlara ve sorgulamalara iter. Bu arayışlar ve sorgulamalar ise çoğu zaman mutsuzluk getirir. Mutluluk, kendi menkıbemizi bulabilmek ve hayatta başarılı işler yapmak mıdır? Her başarılı insan mutlu mudur? Bir şeyleri başardıktan sonra insanda bir boşluk ve bunun getirdiği bir boşluk oluşur mu? Dolayısıyla hep mutlu kalabilmek için hep yeni başarılar mı kazanmak gerekir? Maalesef her şeyin bir bedeli olduğu gibi başarının da bir bedeli vardır. Üstelik başarının bedeli oldukça ağır bir bedeldir. Başarılı olmak ve menkıbemizi bulabilmek için mutsuz olmayı göze almak gerekir. Çünkü başarının ve menkıbemizi yaşamanın yolu acılar ve  sıkıntılarla doludur. Menkıbemizi bulabilmek ve önemli başarılar elde edebilmek için uykusuz geceleri göze almak gerekir. Başarı yolunda gayret, mücadele, yorgunluk, yılgınlık, umutsuzluk, uykusuzluk, ve hayal kırıklıkları vardır. Dolayısıyla başarı için tüm bu mücadelenin getireceği mutsuzlukları göze almak gerekir. Ancak bu çileli yolu göze alabilenler hayatta önemli başarılara imza atabilirler. Bu yüzden birçok insan başarının mutluluğu için böyle zorlukları yaşamayı göze alamaz. Kar-zarar hesaplaması yapınca hiçbir şey yapmamak çoğu zaman çok daha cazip gelir. Üstelik başarıya ulaşan insanlar da, sonrasında büyük boşluklara düşerler. Çünkü, hep düşledikleri başarıyı elde etmişlerdir. Artık bir sonraki hedefe odaklanmaları gerekir. Aksi halde kendilerini boşluğa düşmüş ve hatta, kendilerini işe yaramaz hissederler. Dolayısıyla başarının da mutluluk getirdiğini söylemek zordur.

Eşyanın sırrına ermek, bilmek, yani bilgelik mutluluk getirir mi? Çok bilen mi yoksa ve cahil mi mutludur? Sanırım bilmemek veya cahillik, birçok düşünür ve filozofun söylediği gibi, esas mutluluk ve saadettir. Çünkü, bilmek sorumluluk almayı gerektirir. Bilmek, harekete geçmeyi, aksiyon almayı gerektirir. Bilen insan, bilmeyen gibi rahat ve bilinçsiz davranamaz. Halbuki, birçoğumuz kendimizce görmek istemediğimiz, bilmek istemediğimiz şeyleri görmeyerek ve bilmeyerek zamanla beynimizin o şeyleri tamamen yokmuş gibi davranmasına sebep oluruz. Zira, insan beyni ihtiyaç duyduğu gerçekliği kendisi yaratır. Tabiki bu bir yanılsamadır, beynimizin bir illüzyonudur. Aslında böyle yaparak, sadece kendimizi kandırırız. Bu durum aslında hukuki, sosyal ve dini alanları gibi bir çok konuda böyledir. Bu yüzden, günümüzde halk yığınları ve birçok insan, bilmenin getireceği sorumluluktan dolayı bilmemeyi, öğrenmemeyi bilinçli yada bilinçsiz olarak tercih eder. Haklarımızı yada hukuk sistemini bilmeyiz, öğrenmek de istemeyiz. Çünkü, öğrendiğimiz zaman bu kurallara uymak, başkalarının haklarına saygı duymak ve kendimizi kısıtlamak zorunda kalırız. Ama bilmediğimiz zaman yaptığımız hak ihlalleri ve hukuksuzluklar bizi incitmez. En azından vicdani olarak bir rahatsızlık hissetmeyiz. İnsanın bilgisi ve farkındalığı arttıkça mutluluğu ve hayattan aldığı keyif azalır. Bu sebepledir ki, filozofların, düşünürlerin ve sanatçıların birçoğu halk yığınlarına göre çok daha mutsuzdurlar. Halbuki herhangi bir olguya kafa yormayan, düşünmeyen, okumayan, bilmeyen, bilmek de istemeyen insanlar hayatı çok daha neşeli ve mutlu yaşarlar. İnsanları gözlemlediğinizde, bilmiyor olmaktan bir şekilde mutlu olduklarını görürsünüz. Adeta bir deve kuşu misali kafayı kuma gömerek yaşamak daha caziptir. Bazı insanlar kendi yanlış davranışlarını ve tutumlarını savunmayı sürdürebilmek için, o işin doğrusunu araştırıp öğrenmek yerine bilmemeyi, bilinçsiz olarak tercih edip devam ettirirler.

Bir de toplumsal coşkunun gerçek mutluluk sanıldığı durumlar vardır. Sürü psikolojisi içinde binlerce, milyonlarca insanın yüreğinin tek bir amaç için birleşerek adeta tek bir yürek gibi attığı durumların yarattığı coşku ve extacy (yüksek olma durumu) da mutluluk ile karıştırılabilir. Bu en basitinden coşkulu bir rock konseri, sevdiğimiz takımın maçlarının yarattığı coşku ve bir ülkenin bağımsızlık mücadelesinin kitleler üstünde yarattığı sarsıcı etkileri mutluluk sanılabilir. Örneğin, sevgili Nazım Hikmet 1961 Mayıs’ında Dünya Barış Komitesi adına, Fidel Castro’ya Barış Ödülü vermek üzere Küba’ya gittiğinde insanların gözlerindeki devrim coşkusu ve heyecanının gerçek mutluluk olduğunu zannetmişti. Küba meydanını dolduran 6 milyon insanın coşkusunu ve gördüğü şeyin “mutluluk” olduğunu anlattığı “Saman Sarısı” adlı coşkulu ve duygu yüklü muhteşem şiirinde mısra aralarında Abidin Dino’ya şöyle seslenmişti:

Küba meydanında altı milyon kişi, akı karası sarısı melezi,
Işıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya,
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama...
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil,
Ne ak örtüde elmaların,
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini...
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat?

Abidin Dino ise mutluluğun resmini yapmaz ancak, cevaben yazdığı şiiriyle kendince mutluluğu anlatır. Nazım’ın aksine mutluluğu, Nazım’a kavuşmakla özdeşleştiren Abidin Dino cevaben yazdığı şiirinde;

(Eğer sen sürgünden gelseydin ve bağrımıza bassaydık seni,)
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini,
Buna da ne tuval yeterdi, ne boya!


diyerek cevap verir. Ama ne acıdır ki, Nazım’ın Saman Sarısı şiirinde “Hürriyetin Eli” olarak gördüğü Fidel Castro’nun eli, yıllar içinde Küba halkına ne hürriyeti ne de mutluluğu getirebildi. Komünizm ise ne Küba’ya ne de başka bir devlete mutluluk, barış, huzur ve refah getiremedi. Tatlı ve romantik bir hayal gibi Komünizm de, şiirsel ve edebi güzelliği ile kitlelerin aklında bir melankolik bir ütopya olarak kaldı. Maalesef Abidin Dino da, ömrü boyunca sürgün olan Nazım’a hiçbir zaman kavuşamadı! Bu konuda tüm gazete ve televizyon kanallarında haberi yapılan bir olay hatırlıyorum. Beşiktaş takımının şampiyon olmayı unuttuğu (bir dönem Beşiktaş ~20 yıl şampiyon olamamamıştı) yıllarda, İnönü stadına asılmış bir pankart tüm ülkede haber olmuş ve çok konuşulmuştu. Pankartta; "Ne üniversiteyi bitirmek, ne sevdiğim kızla evlenmek... Sadece Beşiktaş'ı şampiyon görmek istiyorum!" diyordu. Halbuki, bu masum hayal ne kadar büyük bir sevgi veya mutluluk kaynağı gibi görünüyordu! O genç için mutluluk demek, Beşiktaş'ın şampiyonluğu demekti. Sonraki yıllarda Beşiktaş defalarca şampiyon oldu, ama şampiyonluğu kaybettiği de oldu. Acaba o genç için şimdilerde mutluluk tanımı değişti mi? Bence çoktan değişti. Egosal nedenlerle veya dışsal bir kaynağa bağlanan mutluluk, o hedefe ulaştıktan sonra bitmeye mahkumdur. Dışsal nedenlerle elde edilen mutluluk çok kısa bir sürede etkisini kaybeder. Elde edilen hedeften sonra bir boşluk durumu, ancak daha büyük hedeflerin kovalanması ile doldurulabilir. Bu durum ise, insanın ruhunu yordukça yorar.

Yalnız başına yukarıdaki saydıklarımın hiçbiri insanı mutlu etmeye yetmez. Mutluluk, yukarıdaki saydığım mutluluk faktörlerinden her birinin veya çoğunun azar azar bulunmasıdır. Ama mutluluk ile ilgili net olan şeyler vardır. Bu net olan şeyler mutluluğun ne olduğunu değil de, ne olmadığını açıklar. Örneğin mutluluğu dışsal faktörlere ve belirli koşullara bağlayan insan mutlu olamaz. Yada şöyle söyleyelim: Belki bir süre mutluluk yaşar ancak yaşadığı bu mutluluk çok kısa sürer. Kafasındaki bir evi, bir arabayı alınca mutlu olacağını düşünen insan mutlu olamaz. Dolayısıyla, sevdiği takım şampiyon olunca veya kendi milleti bağımsızlığa kavuşunca yaşanan mutluluğun kısa sürmesi gibi, hayalindeki kadınla veya erkekle evlenince mutlu olacağını düşünen insan da ömür boyu mutlu olamaması gibi, sırf bol kazanç için istediği iş de bir kişiyi mutlu etmeyebilir. Aslında şöyle de söyleyebiliriz: Şimdi, mevcut halinde mutlu olamayan insan gelecekte de mutlu olamaz! Elindekilerle yetinemeyen, kendini ve elindekilerini mutlu olmak için yetersiz gören kimse, sonraki yıllarda istediklerini elde etse bile, bir süre sonra tekrardan bu yetersizlik hissi ve mutsuzluk hali ile karşı karşıya gelir. Yaratıcısına şükür ve tevekkül içinde olmayan ve yaşadığı anın büyüleyiciliğinin farkına varamayan insan da mutlu olamaz. Kaderine (kadercilik değil) tevekkül ile razı olamayan kimse mutlu olamaz. Bence mutluluk bir ruh halidir. Basma kalıp bir deyiş ile; mutluluk, ulaşılması gereken bir yer veya elde edilmesi gereken bir hedef değil, yolcuğun ta kendisidir. Diğer yandan, başkalarını mutlu etmeden mutlu olabilmek de zordur. Eğer mutlu olmak istiyorsak, önce çevremizdeki insanları mutlu etmeliyiz. Eşimizi, arkadaşlarımızı, çocuğumuzu mutlu edebilirsek, onların mutluluğu sonucu biz de mutlu olabiliriz. Onların mutluluğu kaçınılmaz olarak bizi mutlu edecektir. Fakat onları mutlu etmeden mutlu olmayı beklemek de tam bir hayalperestliktir. Mutluluk, mutlu etmektir. Çünkü dünya üstünde karşılıksız sevgi yoktur! Bizi ancak Allah (ve belki annelerimiz) karşılıksız sevebilir. Onların dışındaki tüm sevgiler karşılıklıdır. Etrafımızdaki insanların verebilmeleri için almaları gerekir. Dolayısıyla mutlu olabilmek için mutlu etmek, bunun için de, karşılıksız sevebilmek (mümkün olduğunca) ve karşılıksız verebilmek gerekir. Peki, mutluluk sizce nedir?
"Eğer affedersen seversin. Seversen mutlu olursun ve tanrının ışığı senin üstüne yansır!" ( Into the wild filminden)


*Tablonun Resmi: Dianne Dengel-Home Sweet Home


Bumerang - Yazarkafe