"Sonsuza kadar mutlu
yaşamışlar!" hep böyle bir sonla biter birçok masal. Bu dünyada amacımız
çoğunlukla mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamaktır. Mutlu olmak ister, mutluluğun
peşinden gideriz. İnsanlık tarihinde mutluluk en çok aranan, en çok konuşulan
ve en çok tartışılan kavramlardan biri olmuş, ancak bu güne kadar hiç kimse
mutluluğun tanımını tam olarak yapamamıştır. Peki, hiç düşündünüz mü, mutluluk
nedir, ne değildir diye? Ülkemizde Abidin Dino'ya ait sanılan ve “mutluluğun
resmi” olarak bilinen, ancak aslında Dianne Dengel’e ait olan yukarıdaki “Home
Sweet Home” tablosu mutluluğu anlatabilir mi? Mutluluk; başarı, zenginlik, refah
ve haz mıdır? Yoksa, mutluluk; sağlık mıdır? Mutluluk, bilgi, aydınlanma ve
kendini gerçekleştirme midir? Yoksa mutluluk; özgürlük müdür? Eğer bunların hiç
birisi değilse, mutluluk; sevgi ve aşk ile kendinden geçmek midir?
Bir çoğumuzun içinde eğer zengin olursak mutlu
olacağımıza dair güçlü bir inanç vardır. Peki, gerçekten de başarılı ve zengin
olmak, mutlu olmak için yeterli midir? Öyle olsa tüm zenginlerin mutluluk
içinde yaşaması gerekirdi. Birçoğumuzun içine düştüğü yanılsama, para ile
istediğimiz her şeyle birlikte mutluluğu da elde edebileceğimiz inancıdır.
Oysaki her şeye sahip olan birçok insanın içindeki boşluklar çok daha derindir.
Para ile mutluluğu, huzuru ve sevgiyi satın alamayacağını anlayan insanlar
yaşadıkları bunalımlardan dolayı depresyona girerler. Çünkü zenginleştikçe
etrafında olan insan sayısı artmakla birlikte, sahtelikler de artar. Gerçek
sevgiyi bulmak zorlaşır. Zenginliği ve serveti koruyabilme endişesi iç huzurunu
kaçırdığı gibi, artan olası tehditlerden dolayı korku da artar. Halbuki
mutluluğun para ve zenginlik vasıtasıyla istediğin her şeye sahip olarak elde
edilebileceğini düşünen insan sayısı o kadar çoktur ki, bu insanların zenginlik
ve mutluluk hayalleri yüzünden piyango, şans oyunları ve kumar sektörleri
büyüdükçe büyümektedir. Zenginlik vasıtasıyla canının, nefsinin veya egosunun
tüm arzularını yapabilmek insanı sefahate ve bağımlılığa sürükler. İnsana en
çok keyif veren, kadınlar, alkol, uyuşturucu gibi şeyler, başta çekici gelse
de, aşırı sefahat durumu bir müddet sonunda bağımlılığa, bağımlılık daha da
aşırılığa dönüşür. Bir şeye bağımlılık ise insanı mutsuz ve perişan eder.
Genelde günümüzde bir çok insan, popüler kültür dayatmaları sonucunda zengin,
güçlü, popüler, müreffeh olmak istiyor. Zenginliğin mutluluk ve huzur
getireceği, sevilip sayılacağına dair varsayımla istiyorlar bunu. Halbuki
zenginliğin mutluluk getireceğine, gerçek sevgi ve huzuru getireceğine dair
elimizde hiçbir kanıt yok. Aksine para, çoğu zaman mutluluk ve huzur yerine
mutsuzluk ve yıkım getiriyor. Milli piyangonun büyük ikramiyesi çıkan
kişilerin, elde ettikleri bu servet sonrasında hayatlarının nasıl kabusa
dönüştüğüne dair onlarca haber vardır. Mutluluk sağlıklı olmak mıdır? Her
sağlıklı olan mutlu mudur? Ünlü filizof ve hükümdar Marcus Aurelius bundan
yaklaşık 2 bin yıl önce;"Her sabah uyandığınızda, ne kadar ayrıcalıklı bir
varlık olduğunuzu düşünün. Yaşamak, nefes almak ve sevmek için!" demiştir.
Eğer her sağlıklı insan mutlu olsaydı, dünya üstünde milyonlarca insan sağlıklı
ve şükredilesi durumda olduğu halde mutsuz ve umutsuz olarak gününü
geçirmezler, aksine her günlerini şükür içinde geçirirlerdi. Ancak, sağlığımız
yerindeyken genellikle sağlığımızın değerini bilmediğimiz gibi, yeterince şükür
de etmiyoruz. Peki, soruyu tam tersinden sorarsak, sağlıksız olanlar asla mutlu
olamazlar mı, yada sağlığı bozulan kişiler mutlu olamazlar mı? Yurt dışında
yapılan bir araştırmaya göre bir kolunu veya uzvunu kaybeden birinin yaşadığı
acı ve travma ile aynı zamanda lotodan büyük ikramiye kazanan birinin yaşadığı
mutluluk ve haz seviyelerini karşılaştırdıklarında, bir yıl sonra her ikisinin
mutluluk ve acı seviyelerinin eski düzeylerine geri döndüğü tespit edilmiştir.
Birinin, büyük loto ikramiyesini kazandığı zaman yükselen sevinç ve mutluluk
seviyesi zamanla azalırken, uzvunu kaybeden kişinin yaşadığı travma, acı ve
mutsuzluk seviyesi de zamanla azalıp bir yıl gibi bir zamanda eşitlenmiş. Bu
gerçekler, yine mutluluğun tek bir şeye bağlanamayacağını gösteriyor. Mutluluk
iç huzuru mudur acaba? Dünya üstünde en huzurlu insanlar kimdir diye
baktığımızda dindar insanları görürüz. İster Müslüman, ister Hristiyan, ister
Budist ister Hindu olsun dini inancını tam bir imanla yaşayan insanların iç
huzuru yaşadıklarını görüyoruz. Özellikle Uzakdoğu felsefesi ve inançlarının
öğretilerinin getirdiği aslında bizim inancımızda (Sufizm) da olan yaşadığımız
ana odaklanma, olana teslimiyetin getirdiği iç huzuru nedeniyle Budizm Batı
dünyasında hızla yaygınlaşmaktadır. Ama bu iç huzuru, mutluluk olarak
nitelendirilebilir mi? Mutluluk biraz daha coşkun, daha heyecanlı ve kıpır
kıpır bir şey sanırım. Aksi halde herkes dindar olmayı tercih eder, koyu bir
dindarlık ile inzivaya çekilir ve hiç kimse Kaf dağının ardındaki mutlulukları
arama arayışına girişmezdi. Benzer olarak mutluluk, acaba elindekiyle,
yetinmeyi bilmek midir? Bir lokma bir hırka ile şükür içinde yaşamak mıdır?
Hakikaten bizim kültürümüzde de çok mal sahibi olmanın getirdiği manevi
yükümlülüğün yanında, daha az mal ve zenginlik ile yaratıcıya, Allah’a yakın olma
öğretisi yaygındır. Allah’ın salih ve halis kulları, birçok evliya ve alim kişi
hayatlarının önemli bölümlerinde insanlardan, toplumdan ve zenginlikten kaçarak
inzivaya çekilmişlerdir. Birçok alim, en önemli eserlerini inziva günlerinde
vermişlerdir. Bu yaşam tarzı ve inziva hayatı Sufizmde olduğu gibi Doğu
felsefesinde ve inanç sistemlerinde de mevcuttur. Bir lokma ve bir hırka ile
hayatını mutlu geçiren Budist sayısı oldukça fazladır. Ama bu gerçek mutluluk
mudur? Yoksa onları mutlu eden şey inandıkları tanrıya ve onun öğretilerine
yakın olduklarına dair hissettikleri yanıltıcı bir inanç mıdır? Çünkü, inziva
hayatı, fakirlik, yokluk ve çaresizlik insanın imanını ve inancını artırır.
Fakat yaratıcı, gerçekten kullarından bunu, yani fakirliği mi istemektedir?
Verdiği sonsuz nimetlerinin kulları tarafından ellerinin tersi ile itilmesi
Allah'ı memnun eder mi? Bu da insan için ayrı bir ego değil midir? Üstelik,
insan hayatını kolaylaştıran buluşlar, insan medeniyetini yücelten şeyler,
bilimsel ve sanatsal gelişmeler insanın olduğu ile yetinmemesi, kendi
sınırlarını zorlaması ve insanın açgözlülüğü sebebiyle gerçekleşmiştir. Yani
sadece elindekiyle yetinen insan, belki bireysel olarak mutlu olabilir, ancak
mevcut medeniyeti kuramazdı. Bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yapamaz, sanat
ve estetik anlayışını geliştiremez, hayatın ve maddenin sırrını araştıran
bilimsel ve felsefi yolculuklara çıkamazdı. Halbuki Yaratıcı, bilimle, sanatla
ve felsefeyle konuşur. İnsanoğluna verdiği işaretlerle ve ipuçları ile kendisini
bulmasını ister. Osho, Doğu felsefesi ve inanç sisteminin inziva hayatı ile
getirdiği iç huzuru ve bireysel mutluluk
durumunu dişil güç, Batı felsefesinin önünü açtığı, insanın içindeki bilimsel,
sanatsal, felsefi ve kapitalist aç gözlülük durumunu ise eril güç olarak
değerlendiriyor. İnsanın tek başına dişil veya tek başına eril güç ve anlayış
ile mutlu ve tam olamayacağını ifade ediyor.
Mutluluk, aşk, sevgili ve cinsellik
midir? Ben mutluluğun aşk olduğunu düşünmediğim gibi sınırsız cinsellik
olduğunu da hiç sanmıyorum. Eğer öyle olsaydı, adeta cennetini bu dünyada
kurabilmiş, günlerini kadınlarla, aşk ve sınırsız cinsellikle zevk-i sefa içinde
geçiren kimine göre şanslı, fakat kimilerine göre de şanssız olan insanlar
dünyanın en mutlu insanları olurlardı. Kazanova gibi karakterler, Playboy'un
kurucusu gibi insanlar, söyledikleri kanun olan krallar ve padişahlar, hatta
birçok zengin gibi haremlerini kurabilmiş insanlar dünyanın en mutlu insanları
olurdu. Eğer kadınlar ve cinsellik gerçek mutluluk olsaydı, harem kurma
imkanları olan birçok filozof, bilim ve felsefe peşinden koşmaz, haremlerinde
yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında günlerini gün ederlerdi. Hatta
Roma İmparatorluğu gibi zamanının süper gücü olan bir devletin başına geçmiş
olan Marcus Aurelius , mutluluğu mütevazilikte, düşünmede, felsefede ve anı yaşamada
bulmaz, kadınlarda, aşkda, şarapta ve şiirde bulurdu. Marcus Aurelius mutluluğu kadınlarda ve içkide bulsaydı
asırlar ötesinden günümüze ışık tutan "Meditations"u yazmamış olurdu.
Mutluluk aklına gelen her şeyi yapabileceğin sınırsız bir özgürlük müdür? Eğer
bu doğru olsaydı, dünyanın en önde gelen müreffeh ve zengin ülkelerinde
yaşayan, özgürlüklerini olabilecek en geniş halinde yaşayan insanlarında
endişeler, kaygılar ve sınırsız özgürlüğe yakın olmanın getirdiği savruluşlar
olmazdı. Halbuki sınırsız bireysel özgürlüklerin ve müreffeh yaşamın olduğu
ülkelerdeki insanlar stres, aç gözlülük, bencillik, yüksek ego ve hayatlarında
anlam eksikliğini daha fazla yaşamaktadırlar. Herşeyi yapabilme özgürlüğü çoğu
zaman insanı arayışlara ve sorgulamalara iter. Bu arayışlar ve sorgulamalar ise
çoğu zaman mutsuzluk getirir. Mutluluk, kendi menkıbemizi bulabilmek ve hayatta
başarılı işler yapmak mıdır? Her başarılı insan mutlu mudur? Bir şeyleri başardıktan
sonra insanda bir boşluk ve bunun getirdiği bir boşluk oluşur mu? Dolayısıyla
hep mutlu kalabilmek için hep yeni başarılar mı kazanmak gerekir? Maalesef her
şeyin bir bedeli olduğu gibi başarının da bir bedeli vardır. Üstelik başarının
bedeli oldukça ağır bir bedeldir. Başarılı olmak ve menkıbemizi bulabilmek için
mutsuz olmayı göze almak gerekir. Çünkü başarının ve menkıbemizi yaşamanın yolu
acılar ve sıkıntılarla doludur.
Menkıbemizi bulabilmek ve önemli başarılar elde edebilmek için uykusuz geceleri
göze almak gerekir. Başarı yolunda gayret, mücadele, yorgunluk, yılgınlık,
umutsuzluk, uykusuzluk, ve hayal kırıklıkları vardır. Dolayısıyla başarı için tüm
bu mücadelenin getireceği mutsuzlukları göze almak gerekir. Ancak bu çileli
yolu göze alabilenler hayatta önemli başarılara imza atabilirler. Bu yüzden
birçok insan başarının mutluluğu için böyle zorlukları yaşamayı göze alamaz.
Kar-zarar hesaplaması yapınca hiçbir şey yapmamak çoğu zaman çok daha cazip
gelir. Üstelik başarıya ulaşan insanlar da, sonrasında büyük boşluklara
düşerler. Çünkü, hep düşledikleri başarıyı elde etmişlerdir. Artık bir sonraki
hedefe odaklanmaları gerekir. Aksi halde kendilerini boşluğa düşmüş ve hatta, kendilerini
işe yaramaz hissederler. Dolayısıyla başarının da mutluluk getirdiğini söylemek
zordur.
Eşyanın sırrına ermek, bilmek, yani
bilgelik mutluluk getirir mi? Çok bilen mi yoksa ve cahil mi mutludur? Sanırım
bilmemek veya cahillik, birçok düşünür ve filozofun söylediği gibi, esas
mutluluk ve saadettir. Çünkü, bilmek sorumluluk almayı gerektirir. Bilmek,
harekete geçmeyi, aksiyon almayı gerektirir. Bilen insan, bilmeyen gibi rahat
ve bilinçsiz davranamaz. Halbuki, birçoğumuz kendimizce görmek istemediğimiz,
bilmek istemediğimiz şeyleri görmeyerek ve bilmeyerek zamanla beynimizin o
şeyleri tamamen yokmuş gibi davranmasına sebep oluruz. Zira, insan beyni
ihtiyaç duyduğu gerçekliği kendisi yaratır. Tabiki bu bir yanılsamadır,
beynimizin bir illüzyonudur. Aslında böyle yaparak, sadece kendimizi
kandırırız. Bu durum aslında hukuki, sosyal ve dini alanları gibi bir çok
konuda böyledir. Bu yüzden, günümüzde halk yığınları ve birçok insan, bilmenin
getireceği sorumluluktan dolayı bilmemeyi, öğrenmemeyi bilinçli yada bilinçsiz
olarak tercih eder. Haklarımızı yada hukuk sistemini bilmeyiz, öğrenmek de
istemeyiz. Çünkü, öğrendiğimiz zaman bu kurallara uymak, başkalarının haklarına
saygı duymak ve kendimizi kısıtlamak zorunda kalırız. Ama bilmediğimiz zaman
yaptığımız hak ihlalleri ve hukuksuzluklar bizi incitmez. En azından vicdani
olarak bir rahatsızlık hissetmeyiz. İnsanın bilgisi ve farkındalığı arttıkça
mutluluğu ve hayattan aldığı keyif azalır. Bu sebepledir ki, filozofların,
düşünürlerin ve sanatçıların birçoğu halk yığınlarına göre çok daha
mutsuzdurlar. Halbuki herhangi bir olguya kafa yormayan, düşünmeyen, okumayan,
bilmeyen, bilmek de istemeyen insanlar hayatı çok daha neşeli ve mutlu
yaşarlar. İnsanları gözlemlediğinizde, bilmiyor olmaktan bir şekilde mutlu
olduklarını görürsünüz. Adeta bir deve kuşu misali kafayı kuma gömerek yaşamak
daha caziptir. Bazı insanlar kendi yanlış davranışlarını ve tutumlarını
savunmayı sürdürebilmek için, o işin doğrusunu araştırıp öğrenmek yerine
bilmemeyi, bilinçsiz olarak tercih edip devam ettirirler.
Bir de toplumsal coşkunun gerçek
mutluluk sanıldığı durumlar vardır. Sürü psikolojisi içinde binlerce,
milyonlarca insanın yüreğinin tek bir amaç için birleşerek adeta tek bir yürek
gibi attığı durumların yarattığı coşku ve extacy (yüksek olma durumu) da
mutluluk ile karıştırılabilir. Bu en basitinden coşkulu bir rock konseri,
sevdiğimiz takımın maçlarının yarattığı coşku ve bir ülkenin bağımsızlık
mücadelesinin kitleler üstünde yarattığı sarsıcı etkileri mutluluk sanılabilir.
Örneğin, sevgili Nazım Hikmet 1961 Mayıs’ında Dünya Barış Komitesi adına, Fidel
Castro’ya Barış Ödülü vermek üzere Küba’ya gittiğinde insanların gözlerindeki
devrim coşkusu ve heyecanının gerçek mutluluk olduğunu zannetmişti. Küba
meydanını dolduran 6 milyon insanın coşkusunu ve gördüğü şeyin “mutluluk”
olduğunu anlattığı “Saman Sarısı” adlı coşkulu ve duygu yüklü muhteşem şiirinde
mısra aralarında Abidin Dino’ya şöyle seslenmişti:
Küba meydanında altı milyon kişi, akı karası sarısı melezi,
Işıklı bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya,
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin
Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama...
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil,
Ne ak örtüde elmaların,
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini...
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin
Abidin?
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem gayrının resmini
yapabilir misin üstat?
Abidin Dino ise mutluluğun resmini yapmaz ancak, cevaben yazdığı şiiriyle
kendince mutluluğu anlatır. Nazım’ın aksine mutluluğu, Nazım’a kavuşmakla
özdeşleştiren Abidin Dino cevaben yazdığı şiirinde;
(Eğer sen sürgünden gelseydin ve
bağrımıza bassaydık seni,)
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini,
Buna da ne tuval yeterdi, ne boya!
diyerek cevap verir. Ama ne acıdır ki, Nazım’ın Saman Sarısı şiirinde
“Hürriyetin Eli” olarak gördüğü Fidel Castro’nun eli, yıllar içinde Küba
halkına ne hürriyeti ne de mutluluğu getirebildi. Komünizm ise ne Küba’ya ne de
başka bir devlete mutluluk, barış, huzur ve refah getiremedi. Tatlı ve romantik
bir hayal gibi Komünizm de, şiirsel ve edebi güzelliği ile kitlelerin aklında
bir melankolik bir ütopya olarak kaldı. Maalesef Abidin Dino da, ömrü boyunca
sürgün olan Nazım’a hiçbir zaman kavuşamadı! Bu konuda tüm gazete ve televizyon
kanallarında haberi yapılan bir olay hatırlıyorum. Beşiktaş takımının şampiyon
olmayı unuttuğu (bir dönem Beşiktaş ~20 yıl şampiyon olamamamıştı) yıllarda,
İnönü stadına asılmış bir pankart tüm ülkede haber olmuş ve çok konuşulmuştu.
Pankartta; "Ne üniversiteyi bitirmek, ne sevdiğim kızla evlenmek... Sadece
Beşiktaş'ı şampiyon görmek istiyorum!" diyordu. Halbuki, bu masum hayal ne
kadar büyük bir sevgi veya mutluluk kaynağı gibi görünüyordu! O genç için
mutluluk demek, Beşiktaş'ın şampiyonluğu demekti. Sonraki yıllarda Beşiktaş
defalarca şampiyon oldu, ama şampiyonluğu kaybettiği de oldu. Acaba o genç için
şimdilerde mutluluk tanımı değişti mi? Bence çoktan değişti. Egosal nedenlerle
veya dışsal bir kaynağa bağlanan mutluluk, o hedefe ulaştıktan sonra bitmeye
mahkumdur. Dışsal nedenlerle elde edilen mutluluk çok kısa bir sürede etkisini
kaybeder. Elde edilen hedeften sonra bir boşluk durumu, ancak daha büyük
hedeflerin kovalanması ile doldurulabilir. Bu durum ise, insanın ruhunu
yordukça yorar.
Yalnız başına yukarıdaki
saydıklarımın hiçbiri insanı mutlu etmeye yetmez. Mutluluk, yukarıdaki saydığım
mutluluk faktörlerinden her birinin veya çoğunun azar azar bulunmasıdır. Ama
mutluluk ile ilgili net olan şeyler vardır. Bu net olan şeyler mutluluğun ne
olduğunu değil de, ne olmadığını açıklar. Örneğin mutluluğu dışsal faktörlere
ve belirli koşullara bağlayan insan mutlu olamaz. Yada şöyle söyleyelim: Belki
bir süre mutluluk yaşar ancak yaşadığı bu mutluluk çok kısa sürer. Kafasındaki
bir evi, bir arabayı alınca mutlu olacağını düşünen insan mutlu olamaz.
Dolayısıyla, sevdiği takım şampiyon olunca veya kendi milleti bağımsızlığa
kavuşunca yaşanan mutluluğun kısa sürmesi gibi, hayalindeki kadınla veya
erkekle evlenince mutlu olacağını düşünen insan da ömür boyu mutlu olamaması
gibi, sırf bol kazanç için istediği iş de bir kişiyi mutlu etmeyebilir. Aslında
şöyle de söyleyebiliriz: Şimdi, mevcut
halinde mutlu olamayan insan gelecekte de mutlu olamaz! Elindekilerle
yetinemeyen, kendini ve elindekilerini mutlu olmak için yetersiz gören kimse,
sonraki yıllarda istediklerini elde etse bile, bir süre sonra tekrardan bu
yetersizlik hissi ve mutsuzluk hali ile karşı karşıya gelir. Yaratıcısına şükür
ve tevekkül içinde olmayan ve yaşadığı anın büyüleyiciliğinin farkına varamayan
insan da mutlu olamaz. Kaderine (kadercilik değil) tevekkül ile razı olamayan
kimse mutlu olamaz. Bence mutluluk bir ruh halidir. Basma kalıp bir deyiş ile;
mutluluk, ulaşılması gereken bir yer veya elde edilmesi gereken bir hedef
değil, yolcuğun ta kendisidir. Diğer yandan, başkalarını mutlu etmeden mutlu
olabilmek de zordur. Eğer mutlu olmak istiyorsak, önce çevremizdeki insanları
mutlu etmeliyiz. Eşimizi, arkadaşlarımızı, çocuğumuzu mutlu edebilirsek,
onların mutluluğu sonucu biz de mutlu olabiliriz. Onların mutluluğu kaçınılmaz
olarak bizi mutlu edecektir. Fakat onları mutlu etmeden mutlu olmayı beklemek
de tam bir hayalperestliktir. Mutluluk, mutlu etmektir. Çünkü dünya üstünde
karşılıksız sevgi yoktur! Bizi ancak Allah (ve belki annelerimiz) karşılıksız
sevebilir. Onların dışındaki tüm sevgiler karşılıklıdır. Etrafımızdaki
insanların verebilmeleri için almaları gerekir. Dolayısıyla mutlu olabilmek
için mutlu etmek, bunun için de, karşılıksız sevebilmek (mümkün olduğunca) ve
karşılıksız verebilmek gerekir. Peki, mutluluk sizce nedir?
"Eğer affedersen seversin. Seversen mutlu olursun ve tanrının ışığı senin
üstüne yansır!" ( Into the wild filminden)
*Tablonun Resmi: Dianne Dengel-Home Sweet Home
"Mutsuzluk dediğimiz şey, belki de mutlu olduğumuzun farkına varamamaktır." Demiş Şermin Çarkacı Sihirli Değnek kitabında.Ne de güzel demiş. Farkında olmak, paylaşmak, sükretmekdir belki de mutluluk..
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş. Elinize emeğinize sağlık Nevzat bey.
Çok güzel söylemiş gerçekten Ayşen hanım. Paylaştığınız için teşekkür ederim...
Sil