Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Kaybet-Kaybet Paradigması ve Sefillikte Eşitlik

Kaybet-Kaybet Paradigması ve Sefillikte Eşitlik

Bizler topyeküncü bir toplumuzdur. Bu yüzden "Ya hep ya hiç" tir bizde. Sevdiğimiz kız eğer bizim değilse, "kara toprağındır!" Biz güzele güzel demeyiz şayet güzel bizim değilse. "Türkiye Türklerindir" mesela. "Ya sev, ya terk et" deriz farklı düşünen insanlara. Anca beraber kanca beraber" deriz fakat bu eşitliği sadece kendimiz aşağıda yada geride kalırsak uygularız. Aslında "Ya beni de götür, ya sen de gitme!"dir. Aslında "Benden sonrası tufandır." "Ben kaybedersem o da kaybetsin”dir. Yani kısaca, bizde esas olan kaybet-kaybettir. Her şeyi hepimiz aynı anda isteriz. Eğer bende yoksa başkasının da olmamasın isteriz. O yüzden bizde ileri gidenler, ticari, sanatsal veya akademik başarı kazananlar pek sevilmez. Bizim toplumumuzda zenginlik yada başarı kazanan kimseler tebrik ve taktir edilmez, başarılar ve zenginliklerden kıskançlıkla, hasetle bahsedilir. Bizler toplum olarak eşitlikçi insanlarızdır, ancak bu eşitlik; sefillikte, hastalıkta ve fakirlikte eşitliktir. Başarılı kişiler aşağıya çekilmeye çalışılır, ileri gidenlerin ayağı kaydırılmaya çalışılır. Çünkü bizde "çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz." Aksine, başarılı işler yapanların haklarında bol bol dedikodu yapılır. "Kim bilir nasıl bu kadar başarılı oldu, bu zenginliğin ardında kesin bir şeyler vardır, kesin çalmıştır çırpmıştır, kesin çok yüksek bir yerden torpili vardır"...vb değerlendirmelerle hoyratça eleştirilir ve aşağıya çekilmeye çalışılır. Birçok bilim insanımız, sanatçımız ve girişimcimiz özgün ve başarılı çalışmalar yaptıkları için çevrelerinde sert bir şekilde eleştirilmişler sonunda kabuklarına çekilmek yada çalışmalarını yurtdışında devam etmek zorunda kalmışlardır. Bunun için Vecihi Hürkuş gibi değerli insanlarımızı ve değerli bilim insanlarımızı ve sanatçılarımızı nasıl hoyratça harcadığımıza bakmak yeteridir. Fakat tam tersine kötü bir şekilde hastalanan veya tüm servetini kaybederek fakirleşen, ele güne muhtaç perişan hale düşen insanlara hemen geçmiş olsun ziyaretine gidilir ve acıları (güya) paylaşılır. İşte bu, içimizdeki kaybet-kaybet paradigmasıdır. Bu konu ile ilgili olarak anlatılan bir fıkra var. Cehennemde her milletin kazanının başında görevli bir zebani var iken Türklerin konulduğu kazanının başında zebani istihdam edilmiyormuş. Bunun sebebini zebanilerin amirine sorduklarında, “Çünkü Türkler kazandan kaçmaya çalışanları kendileri aşağı çekiyorlar da ondan dolayı başlarına bir zebani koymaya gerek kalmıyor!” diye cevaplamış. Toplumumuzdaki Kaybet-Kaybet paradigması yüzünden başarılı, ve zengin insanlar kendini hep olduğundan daha fakir, daha bilgisiz ve daha aciz gösterirler. Zengin bir esnaf ve tüccar olsa ucuz ve orta halli arabaya biner, deli gibi inekleyerek ders çalışan bir öğrenci, ertesi gün uykusuz ve kanlı gözlerle arkadaşlarına hiç ders çalışmadığını ve sınavdan çok kötü puan beklediğini söyler. Çünkü toplumdaki kötü gözlerden, ve insanların dedikodularından ve çekememezliklerden dolayı bize yapabilecekleri muhtemel kötülüklerden çekinirler. Çünkü bilirler ki, toplumumuzda, "bende yoksa kimsede olmasın" yaklaşımı vardır.

Kaybet-kaybet paradigması için en iyi örnek; İstanbul'da yaşamanın bir diyeti ve çilesi olan trafik zulmüdür. İstanbul'daki trafik çilesinin tek olumlu yönü, trafikte sıkışıp kalan tüm araçların ve tüm insanların aynı çileyi ve sefilliği paylaşarak eşitlenmeleridir. Hiç bir konuda birleşemeyen insanları, ideolojileri ve sınıfsal farkları trafik çilesi ve sefilliği birleştirir. Altındaki arabanın markasının ve maddi değerinin hiç bir önemi yoktur. İster milyonluk Porche, Jaguar yada Ferrari olsun, isterse çok eski, döküntü bir Murat olsun herkes trafiğin yarattığı sefalette eşittir. Kimsenin bir ayrıcalığı ve üstünlüğü yoktur. Aynı duyguları, aynı öfkeyi, aynı cinneti yani aynı sefilliği yaşarlar. İstanbul'un trafiğinde sınıf ayrımı, ayrıcalıklar ve zenginlik farkları ortadan kalkar. Trilyonların da olsa ilerlemen mümkün değildir. Bu yüzden İstanbul’un trafik çilesi bu (Kaybet-Kaybet) eşitlikçi yanımızı pekiştirmektedir. Trafik her ne kadar bir eziyet ve çile olsa da, kaybet-kaybetçi  insanlarımız için birleştirici ve güzel olan bir şeydir.

Toplumumuzda görülen bir diğer kaybet- kaybet paradigması, menkıbe hırsızlığıdır. Bu konuda bahsetmek istediğim ilginç bir olay var. Çok sevdiğim bir arkadaşımın evine hırsız girmiştı. Hırsız, eşinin altınları, bir miktar para ve değerli sayılabilecek bazı eşyaların yanında bir de, arkadaşımın yıllardır özenle oluşturduğu büyük maddi değeri olmayan ancak çok büyük manevi değeri olan tespih koleksiyonunu da çalmıştı. Bunu ilk duyduğumda her şeyden öte, hırsızın tespih koleksiyonunu çalmasına öfkelenmiştim! Çünkü bu sefil hırsız, maddi objelerden öte, bir insanın hayalini ve tutkusunu da çalmıştı. Zira, bu da bir çeşit kaybet-kaybet paradigmasıydı. Hiçbir hayali, hedefi ve menkıbesi olmayan sefil bir insanın, menkıbesi olan kişinin menkıbesini çalmasıydı. Eğer ben hakim olsaydım, bu hırsıza verilmesi gereken cezanın iki katı ağır ceza verilmesini sağlardım. Birincisi, yapmış olduğu hırsızlıktan, ikincisi de, diğer insanların hayallerini ve menkıbelerini çalmaktan...

Bumerang - Yazarkafe