Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

4 Kasım 2017 Cumartesi

Özgürlüklerimiz Diğer İnsanların Haklarını Savunmamıza Bağlıdır

Özgürlüklerimiz Diğer İnsanların Haklarını Savunmamıza Bağlıdır

Şiddet ve Güce Tapmak

Avrupa’daki tüm toplumsal kurallar genel bir uzlaşma üzerine kurulu iken, bizim tüm düzenimiz çatışma, kavga ve kaba güç üzerine kuruludur. Bu en basitinden meslekler arası gelir adaletinden öğrencilerin üniversiteye giriş sistemine, toplumsal saygınlık ölçülerine kadar neredeyse tüm alanlarda çatışma kültürü kendini belli eder. Devlet ve toplumsal geleneğimiz de güç ve şiddet odaklıdır. Sokakta, okulda, futbolda, kışlada, ailede, trafikte yaşadığımız sorunlarımızı konuşarak çözmek yerine şiddetle çözmeye çalışırız. Bunun sebebi; yüzyıllardır oturmuş bir hukuk sistemi kuramamış olmamızdır. Hakkımızın yenmemesi için bilek gücüne ve her daim güçlü olma gereğine inanırız. Günümüz siyasi ve toplumsal münakaşalarının temelinde bu hakkımızın yeniyor olmasının kaygısı yatmaktadır. Çoğu şiddet refleksimiz, haklarımızın her an çiğnenme riski altında bulunması nedeniyledir. Bu nedenle toplumuzda “kaba güç” adeta kutsanmaktadır. Güçlü devlet, güçlü lider, güçlü birey, güçlü adam, güçlü kadın, güçlü şirket…gibi değerlerin yüksekliği içindeki “GÜÇ” algısı toplumumuzda kabul gören en büyük erdemdir. Güç, bizim toplumumuzda neredeyse tapınma mertebesine kadar yüceltilmekte ve kutsanmaktadır. Güç odaklı olmamızı tarihimize baktığımız zaman çok daha net olarak görebiliriz. Tarihimizde Türklerin kurduğu küçük devletler ve beylikler, hiç bir zaman kendi rızaları ile bir araya gelip birlik olamamış, ancak kendinden daha güçlü ve onları hizaya sokan büyük bir güç varsa (zorla) itaat etmişlerdir. Dominant büyük güç zayıfladığı anda küçük devletler ve beylikler bulundukları devletten ayrılarak, kendi adlarına hutbe okutup, para bastırarak kendi devletçiklerini kurmuşlardır. Bu yüzden uzlaşma, şefkat ve merhamet kültürü değil de, kaba gücü yüceltme ve ululama kültürü genlerimize kadar işlemiştir. Halbuki ileri toplumlarda kaba güç kutsanmaz, hatta aşağılanır ve sert bir şekilde cezalandırılır. Bireylerin güvenliği, özgürlüğü, ruhsal ve bedensel bütünlüğü devletin koruması altındadır. İleri toplumlarda devlet, bırakınız kaba kuvveti, sözlü yada psikolojik saldırıyı dahi şiddetle cezalandırır. Ancak bizdeki durum tam tersi olarak şiddet içselleştirilmiş durumdadır. Ülkemizde spor olarak beyzbol oynanmadığı halde, beyzbol sopası satışlarının oldukça yüksek olmasının nedeni budur. Çünkü, arabasının sürücü koltuğunun altında beyzbol sopası yada levye bulunduran vatandaş sayısı hiç de az değildir! Güçlü olanın yüceltildiği ve itaat edildiği bizim kültürümüze devletimiz şiddete uğrayan insanlarını korumaktan acizdir! Sokakta karısını yada çocuklarını döven bir adama bile genelde müdahale etmezler. Çünkü bu durumu görenler “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla normal kabul ederler. Öyle ki; geçmişte karısını dövdüğü gazetelerde haber olan ünlü bir türkücünün kadınlar matinesinde, bazı kadınlarımız ünlü türkücüye seslenip; “Beni de döv ....... “diye kendilerini sahneye atmışlardı. Fiziksel olarak güçlü olan ve çevresine şiddet uygulayan kişiler etraflarına saldıkları korku nedeniyle olağanüstü derecede saygı görürler. Hatta şiddet uygulayan kişiler toplumda bir kahraman gibi muamele görebilirler. Eşkıyalığın ve mafya liderlerinin adeta bir kahraman gibi saygı ve sevgi görmelerinden bunu anlayabiliriz.

 

Ötekilerin Hakları

Toplumumuzdaki güç odaklı olma  durumu siyasi hayatımıza bile yansımıştır. Toplumumuz kültüründe çok seslilik iyi karşılanmamaktadır. Farklı düşünen insanlar çoğunlukla siyasi rejim, iktidar veya devlet için tehdit olarak görülmektedir. Bu durumu ülkemizde fikir suçlularının hapislerde tutulurken gerçek suçluların zamanla çeşitli aflarla serbest bırakılması gerçeğinden anlayabiliriz. Maalesef biz henüz birbirimizin asgari müştereklerini hoşgörü gösterme bilincinden çok uzaklardayız. Bu bilince ulaşabilmek için belki Avrupa, Amerika toplumlarının yaşadığı türden bir dönüşüm ve aydınlanmaya ihtiyacımız var. Nasıl ki onlar zamanında toplumlarının tüm kesimleri olarak birleşerek kendi krallarını ve soylularını devirdiler, sonrasında sonu gelmeyen iç savaşlar ve iktidar mücadeleleri yaşadılar. Toplum olarak birbirlerinin özgürlüklerini savunmadıkları sürece, kendi özgürlüklerinin de garanti altında olmadığının farkına ve bilincine varabildiler. En nihayet dökülen onca kandan sonra toplumlarının tüm kesimleri olarak asgari müştereklerde buluşarak, birbirlerinin haklarını  tanıdılar. Biz henüz toplum olarak böyle bir değişim ve dönüşüm yaşamadık. Ne kendi padişahımızı kendimiz devirdik, ne kendi haklarımızı mücadele ederek kendimiz alabildik, ne de Cumhuriyetimiz için herhangi bir bedel ödedik. Avrupa toplumlarının mücadeleler ile kazandığı; birçok hakkımız bize Atatürk tarafından hediye edildi. Bu yüzden ne kendi ne Cumhuriyetimizin değerini, ne kendi haklarımızı ne de diğer insanların haklarını içselleştirebildik. Küçük siyasi hesaplarımızdan dolayı toplumumuz içinde farklı düşünen kesimler olarak bir araya gelerek gerçek manada herkesin hakkını garanti altına alan bir demokrasi ve hukuk sistemini inşa edemedik.

Ülkemizin tarihi utanç verici darbelerle ve birbirimize karşı toplumsal hoyratlıklarla doludur. Ülkemizdeki darbe geleneği Osmanlı'dan, Yeniçeri askerlerinin kazan kaldırarak istemedikleri padişah ve veziriazamları boğdurma veya kafasını vurdurma geleneğinden gelmektedir. Cumhuriyet tarihimizde de çok fazla birşey değişmemiştir. Asker, çeşitli bahanelerle halkın oylarıyla seçtiği siyaset kurumuna ve hükümetlere karşı darbe yapmayı kendinde hak görmüştür. Ancak askeri darbeler tamamen halktan kopuk eylemler de değildir. Ülkemizdeki her darbenin toplumsal bir taraftar kitlesi olmuştur. Darbeciler çok iyi bilmektedirler ki, Türkiye toplumu siyasi olarak bölünmüş olduğu için böl ve yönete çok uygun bir halktır. Ülkemiz, siyasi, ideolojik, kültürel ve dini olarak bölünmüş durumdadır. Alevi-Sünni, sağcı-solcu, Türk-Kürt, laik-anti laik, ilerici-gerici gibi kutuplaşmalarla bölünmüştür.  Bu bölünmüş toplum özgürlük gibi, siyasi haklar gibi en temel konularda bile bir araya gelemezler. Bu yüzden her darbenin farklı bir kesimi ezmesi, buna mukabil, her seferinde diğer kesimlerin buna seyirci kalması hatta bazen darbeyi alkışlaması sonucunda darbe kültürü bir ülkemiz siyasi tarihinin bir kaderi haline gelmiştir. Bu öylesine acı bir gelenektir ki, üç dönem seçilen, üçüncü döneminde %50 nin üstünde oy alan Adnan Menderes hükümetine karşı darbe yapıldığında dahi halkta kayda değer bir isyan ve protesto olmamıştır. Adnan Menderes ve arkadaşları dezenformasyon içeren davalarla ve darbe yönetiminin el koyduğu medya organlarının manipülatif haberleri ile yıpratılmış, en nihayetinde hukuk ayaklar altına alınarak uyduruk mahkemelerde yargılanmış ve en sonunda da idam edilmişlerdir. Ancak bu hukuk skandalları ve başlı başına herkesin karşı çıkması gereken darbeler bile toplumumuzda karşılık ve taraftar bulabilmektedir. Adnan Menderes'e yapılan darbeyi de toplumun bir kesimi desteklemişti. Çünkü Adnan Menderes ve partisi Adalet partisi onlara göre gericiydi. Her ne kadar Adnan Menderes uzun yıllar CHP de siyaset yapmış olsa bile, bu bir şeyi değiştirmezdi. Onlar gericiydi. 1980 darbesi yapıldığı zaman ise ülkemiz ABD’nin ekseninde bir ülke olarak, en büyük düşmanı Komünizm idi. Her ne kadar darbe lideri Kenan Evren; "bir sol görüşten astıysak, bir de sağ görüşten adam astık!" diyerek ne kadar adil bir darbe yaptıklarını kanıtlamaya çalışsa da, darbe ülkemizde sol kesime karşı yapılmıştı. Ülkemizdeki ne kadar sol ve komünist sanatçı, bilim adamı, gazeteci ve entelektüel insan varsa hayat onlara zindan edilmişti. Birçok insan hiçbir suçu yokken uyduruk mahkemelere çıkartılmış, birçok insan hapislerde türlü işkencelere tabi tutulmuş ve birçok insan da faili meçhul cinayetlerle ortadan kaldırılmıştı. Birçok sanatçı ve entelektüel bu baskılardan dolayı yurtdışına kaçmak zorunda kalmış, sonrada vatandaşlıktan çıkartılmışlardı. Bütün bu hukuksuzlukların yanında, hapishane ve karakollarda yapılan işkenceler insanın insana olan zulmünün nerelere kadar varabileceğini, insanın ne kadar vahşileşebileceğinin göstergesi olmaya başlamıştı. Özellikle Diyarbakır hapishanesinde yaşanan işkenceler ve insanlık dışı muameleler sonunda Kürt milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapacak olan PKK nın temelleri atılmıştı. Bütün bu haksızlığa karşın, halkımızın büyük bir kesimi özellikle de sağ ve muhafazakar kesim darbeyi içten içe desteklemişti. Tamamen kurgu ve darbeye zemin hazırlama amaçlı körüklenmiş olan sağ-sol kavgasında akan kan dindiği için, darbenin daha çok sol ideoloji, Komünizm ve Kürtleri hedef aldığı için toplumun sağ muhafazakar kesimi içten içe darbeyi 1980 darbesini desteklemişti. Zira, muhafazakar sağ kesimde "Amaaan, zaten onlar Komünist veya Alevi!" bakışı her zaman olagelmişti. Ama gel zaman git zaman işler değişmiş, artık Komünizm çökmüştü. Her zaman olduğu gibi ABD'nin doktrinlerinin etkin olduğu güzel ülkemiz için bu sefer yeni düşman “Kökten dincilik ve İslam” idi. Tabiki bu sefer ordumuzun yapacağı darbenin ana teması da; "Laiklik elden gidiyor" olacaktı. Evet, ülkemizin maruz kaldığı post modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat darbesi inançlı ve muhafazakar kesime karşı yapıldı. Çiller-Erbakan hükümeti Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in desteği ile düşürüldü. İnançlı kesime karşı o kadar büyük bir saldırı başlamıştı ki, medyanın da desteği ile bir anda başörtülü olan tüm kadınlar ve sakallı tüm erkekler, namaz kılan ve Cuma'ya giden herkes terörist haline getirilmişti. Tüm devlet kadrolarından inançlı insanlar temizlendi, üniversitelerden başörtülü kızlar atıldı, mesai saatlerinde namaz kılmak yasaklandı, sakallı olanlar meczup ilan edildi. Ama yapılan tüm bu zulümlere karşın, toplumun bazı sol, entelektüel aydın ve Alevi kesimleri yapılanları alkışlayarak bu darbeye destek oldu. Bu postmodern darbeye karşı çıkanlar olsa da, ana sol kesim ekseriyetle yapılanlara destek vermişti. Çünkü Sol kesimde de muhafazakar kesimlere karşı çoğunlukla "amaaan onlar zaten gerici, kökten dinci ve yobaz!" bakışı vardı. Hepsi için olmasa da, çoğu sol görüşlü insanımız için başörtülü olan, sakallı olan veya beş vakit namaz kılan insanlara "yobaz" gözüyle bakıyordu. 28 Şubat darbesinin zulüm ile geçen yılları içinde ülkemiz ekonomisi de çöküntüye uğradı. Yaşadığımız derin ekonomik krizden sonra muhafazakar Ak Parti hükümeti yönetime geldi. Uzun yıllar ülkemizi yöneten, halen daha da yönetmeye devam eden Ak Parti hükümeti döneminde bu sefer sol kesim demokratik haklarının kısıtlanmasından, içki içmenin zorlaştırılmasından, hükümet aleyhine gösteri ve protesto gibi demokratik eylemlerin şiddet kullanarak bastırılmasından sızlanmaya başladılar. Yani bu sefer de ezilme sırası sol, özgürlükçü ve liberal kesime gelmişti. Görüldüğü gibi bitmek tükenmek bilmeyen darbe, baskı ve hoyratlık sarmalı sıra ile tüm toplum kesimlerini etkisi altına almaya devam ediyor. Kızım Elif’in dediği gibi, “Bir gruba yada bir kesime zulüm yapan devlet, aslında hepimize, tüm vatandaşlara zulüm yapmaktadır. Biz de zulme sessiz kalarak, kendi kendimizi  bir sonraki hedef yapıyoruz. Sessiz kaldığımız haksızlıklar ve zulümlerle, aynı muamemeleye bizler maruz kaldığımızda, bu duruma  sesini çıkaramayacak topluluklar meydana getiriyoruz.”

Batı toplumlarında bir kesime bir haksızlık ve hukuksuzluk yapılırsa sağcı, solcu, komünist, liberal...vs hiç bir ayrım olmadan birleşerek mücadele ederler. Çünkü onlar, kendi haklarını savunmanın yolunun, başkalarının haklarını savunmaktan geçtiğini anlamışlardır. Adeta Voltaire’in; “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için yanınızda savaşmaya hazırım!” felsefesini tamamen benimsemişlerdir. Bizler ise birbirimize karşı her zaman hoyratça davranıyoruz. Birbirimizin haklarına yapılan saldırılarda hiç bir zaman dayanışma ve beraberlik sergilemiyoruz. Çünkü, toplum olarak içimizde "Bizi sokmayan yılan bin yıl yaşasın" mentalitesi vardır. Bu sebepten dolayı bir araya gelemediğimiz için toplumun tüm kesimlerini kapsayacak ortak bir anayasa da yapamadık. Bu nedenle siyasi tarihimiz tamamen yaz-bozlardan ve git-gellerden oluşmaktadır. Bizler, demokrasiyi, hukuku ve haklarımızı sadece ucu bize dokununca hatırlıyoruz. Ama haksızlıklar sevmediğimiz kesimlere karşı yapılınca görmezden geliyoruz. Ne yazık ki, adaletsizlik ve zulüm sıra ile tüm toplum kesimlerin üstünden silindir gibi geçiyor. Çünkü, o sırada ezilen kesime kimse sahip çıkmıyor. Gün dönüp hesap dönünce de, zulüm ve hoyratlık bu sefer diğer kesimleri ezip geçiyor ve bu kısır döngü şeklinde devam edip gidiyor. İşte bu kısır döngü yüzünden, yani birbirimizin haklarını korumadığımız için kendimizi bugün güvensiz hissediyoruz. Haklarımızın hukuk tarafından korunacağına dair büyük şüpheler taşıyoruz. Asgari müştereklerde buluşabildiğimiz, hepimizce kabul edilecek ortak bir hukuk sistemi kuramamanın acısını her gün yüreğimizde hissediyoruz. Farkında mısınız; bizler bu kısır döngünün farkına varıp, bu döngüden kurtulmak için adım atana kadar bu düzen böyle devam edecek?
Farkında mısınız; bizler birbirimizi hor görmeye, küçük görmeye ve aşağılamaya devam ettiğimiz sürece bu hukuksuzluğumuz devam edecek?
Farkında mısınız; tıpkı Batılılar gibi, birbirimizin haklarına, kendi haklarımız kadar saygı duyup, birbirimize yaşam hakkı tanıdığımız zamana kadar bu güvensizliğimiz devam edecek?
Farkında mısınız; birbirimizin haklarını savunduğumuz zamana kadar kendimizi ve haklarımızı güvende hissedemeyeceğiz?

Bumerang - Yazarkafe