Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

7 Ekim 2017 Cumartesi

Filmlerde İyilerin Kazanmasından Artık Sıkıldım!



Filmlerde İyilerin Kazanmasından Sıkıldım!

İş yerinde çok sevdiğim iş arkadaşlarım ile beraber çıktığımız öğle yemeklerinde spontane açılan muhabbetleri çok seviyorum. Yarı felsefi, yarı geyik, yarı hayatı sorgulama ile geçen sohbetlerimiz, hem bizi güldürüp eğlendirirken, hem de farkındalıklarımızı artırıyor. Geçenlerde bir gün işyerinde öğle yemeği sırasında bu konu açıldı. Şaka yollu; “Filmlerde sürekli olarak iyilerin kazanmasından artık sıkıldım! Artık iyilerin kazanmasından çok, kötülerin kazanmasını istiyorum!” dediğimde, tıpkı benim gibi bazı başkaları da filmi izlerken, içlerinden kötülerin kazanmasını istediklerini öğrendim. Onlar da benim gibi Hollywood ve Yeşilçam filmlerinde iyi kahramanların sonunda ne yapıp edip galip gelerek kazanmasından sıkılmaya başlamışlar. Bu konuda yalnız olmadığımı bilmek içimi rahatlattı. Hatta, bazı arkadaşlarım, kötülerin aslında daha yaratıcı, daha yetenekli ve daha girişimci olmalarına dikkat etmişler. Kötülerin filmdeki mücadelede üstünlüğü çok uzun bir süre önde götürmelerine rağmen, iyilerin filmin sonuna doğru bir şans, kısmet veya beklenmeyen bir yerlerden gelen bir yardım ile kazanıyor olmalarına kızıyorlardı.

Daha önce belirttiğim gibi, film insanı olamadığım için, hiçbir zamam iyi ve sadık bir sinema izleyicisi de olmadım. Sanırım beni sinemadan soğutan şeylerden biri; daha filmin başından sonunu tahmin edebilmenin ve artık klişe olmuş olan sürekli olarak iyilerin en sonunda kazanacak olmasını bilmenin sıkıcılığıydı. Bir yandan, filmlerde hep aynı senaryoların olması, benzer olay örgülerinin gelişmesi ve birbirine çok benzer iyi kahramanların en sonunda galip gelmesiydi! Genelde, iyi, yakışıklı, cesur olan esas oğlan ve iyi kahramanımız kötü karakterlerden intikamını alıyor, dünyayı yok olmaktan kurtarıyor, ve filmin en sonunda da esas kıza sahip oluyordu...vs. Yıllar yılı aynı iyi kahramanların, aynı bilindik jargonlarla, aynı bilindik edalarla, aynı bilindik klişe söz ve hareketlerle en sonunda kendilerinin kazanacaklarına eminlermiş gibi öz güven dolu sözler ve hareketlerle başlayan Holywood filmleri artık bana kabak tadı veriyordu! Bu yüzden başlarda hep iyi kahramanları tutsam da, bir süre sonunda gizlice kötü kahramanları tutmaya ve kötülerin kazanmasını istemeye başladım. Ancak bu durum bir yandan da beni rahatsız etmeye başladı. Hollywood ve Yeşilçam filmlerinde neden en sonunda iyilerin galip geldiğini, kötülerin ise kıl payı bir şekilde kaybettiğine neden üzüldüğümü düşündüm. Bilinç altında yatan sebepleri düşündüğümde, toplumun, baskın kültürünün ve film yapımcısının, empoze etmeye çalıştığı iyi-kötü kavramını zorla kabul ettirme çabası olduğunu tespit ettim. Bilinç altımda üstü kapalı bir şekilde popüler ve baskın kültür tarafından empoze edilen iyiyi tutma zorunluluğuna karşı gösterdiğim içsel bir direnç vardı. Sanki bilinç altımda, toplumun ve baskın kültürün bana yüklediği rolleri reddetme, hep aynı esas oğlanların ve iyi kahramanların kazanmasının benim ben olma yolumda bir engel gibi görmem vardı. Ben olabilmem için, toplumun ve baskın kültürün tüm bireylere ve bana empoze ettiği kültürü reddetmem gerekiyordu. Sanırım diğer bir sebep de, Holywood’un cesur, cool, güçlü, zeki, yakışıklı, karakterli, becerikli ve vefalı kahramanlarını izleye izleye, asla onlar gibi olamayacağımın farkına varmam idi. Her ne kadar başlarda onların kötülere karşı kazanmasını istesem de, bir yandan asla onlar kadar güçlü, yakışıklı, akıllı, cesur ve cool olamayacağım için içten içe onları kıskanıyordum. Ancak bu Holywood kahramanları da kıskanılmayacak gibi değildiler hani. O kadar cesur ve cool idilerdi ki, gözlerini bile kırpmadan misyonları gereği ölüme gidebiliyorlardı. Bir Rambo olup koca bir ulusu kurtarabiliyorlar, Süpermen olup dünyayı kurtarabiliyorlar, kötülere ve kötülüğe karşı savaşarak masum insanları ve insanlığı kurtaran polis memurları veya gizli ajanlar olabiliyorlardı. Kendilerinden çok daha güçlü suç örgütlerinden ve kötü kişilerden mükemmel intikamlar alabiliyorlardı. Maceralarında ölümcül şekilde yaralanıyorlar ancak o halde bile espri yapabiliyorlar ve gülebiliyorlardı. Onlar için önemli olan canları değil, misyonları idi. Gerek dünyayı kötücül karakterlerden kurtarmak için, gerek masum bir aileyi veya dünyalar güzeli esas kızı kurtarmak için, gözlerini kırpmadan, canlarını hiç düşünmeden cesurca kötü adamların, kötülüğün ve ölümün üstüne gidiyorlardı. Hatta bazen o kadar büyük kahramanlıklar yapıyorlardı ki, dünyalar güzeli esas kız ile evlenerek bir ömür boyu mutlu olmak gibi, kurtardıkları halkın ona büyük bir şükran besleyerek kahramanlarını bölgelerine yönetici olmasını istemeleri gibi, çok büyük para ödüllerinin teklif edilmesi gibi biz basit insanların kolayca meyil gösterebileceği birçok ödülü ellerinin tersi ile itebiliyorlardı. Onlar bir sonraki maceraya atılmak için bu ödülleri kibarca reddediyor, misyonlarını tamamlayarak arkada şükran dolu enfes bir kız, bir aile veya halk bırakarak hüzünlü ama cool bir şekilde çekip gidiyorlardı! Ne kadar yüce bir ruh hali, ne kadar insan üstü bir kişilik, ne kadar büyük teslimiyet ve varoluş! Belki asla onlar kadar büyük bir ruh haline ve kişiliğe erişemeyeceğim için içten içe Holywoodun Süper Kahramanlarından nefret ediyordum. Bu yüzden filmlerin sonunda iyilerin kazanmasından sıkıldığım zamanlar, bir değişiklik olsun da kötüler kazansın diye beklemeye başladım. İyi diye empoze edilen kahramanların tek renkli dünyası, artık benim için renksiz ve sıkıcı bir yer olmaya başladığından beri filmlerde farkında olmadan içten içe, kötülerin kazanmasını istemeye başladım. Bunun yanında, hem filmlerde, hem de gerçek hayatta kötüler kazanırsa ne olacağına dair bir içimde merak da vardı. Belki onlar kazandıklarında dünyanın daha renkli, daha ilginç olacağına dair içimde farklı bir umut vardı. Üstelik kötülerin de bir felsefesi olduğunu, kötü olmadan iyinin hiçbir anlamı olmayacağını, Batman Dark Knight filmindeki kahraman Batman’a karşı savaşan kötü karakter Joker sayesinde öğrenmiştik. Joker’in bilge bir şekilde, kendisini öldürmekle tehdit eden Batman'a seslenmesi filmin en unutulmaz repliklerinden biriydi. Joker, Batman’a; iyi ve kötü olarak birbirlerini tamamladıklarını, yani iyi kahraman Batman’ı kendisinin var ettiğini söylüyordu. Yani, eğer Joker olmazsa Batman'ın olamayacağını, kötü olmadan iyinin bir anlamı olamayacağını, dolayısıyla birbirlerine muhtaç olduklarının dersini Batman’a çok etkileyici bir şekilde vermişti. Üstelik evrensel iyi ve evrensel kötü diye bir şey olmadığını, iyiliğin ve kötülüğün tamamen öznel olduğunu, kahramanlar bile olsa hiç kimsenin salt iyi, bir diğerinin de salt kötü olamayacağını zaten öğrenmiştik. Kötüleri ve kötülüğü yaratan şeyin biraz da çevrenin, o insanları kötü olmaya iten şartların ve o insanları o yola sürükleyen diğer insanların suçu olduğu da biliyorduk. Ayrıca her kötünün içinde küçücük de olsa iyi bir parçanın, her iyinin içinde ise küçücük de olsa bir karanlık ve kötü bir yan olduğunu biliyorduk. Kötü olan da elbette sonsuza kadar kötü gitmeyecekti, çünkü, kötülüğün içinde de, az da olsa iyilik mevcuttu. Bu yüzden eğer Yüzüklerin Efendisi hikayesinde kötü Mordor krallığı tüm dünyayı ele geçirseydi bile o kötülük sonsuza kadar gitmeyecekti. Yeni bir düzen kurulacak, Mordor krallığından bölünecek bir parça, iyi rolünü üstlenip Mordor’a karşı mücadele etmeye başlayacaktı. İyiliğin ve kötülüğün savaşı bir Yin Yang döngüsü olarak yeniden başlayacaktı. Ama yine de düşünmeden edemiyorum, acaba filmlerde zaman zaman kötü karakterleri tutmam beni kötü biri yapar mı? J
Bumerang - Yazarkafe