Bazı Meslekleri Yüceltirken,
Bazılarını Küçümsemek
İçimizdeki
ayrımcılığın en görünür vechesi, bazı meslekleri aşırı yüceltirken, bazı
meslekleri ise küçümsemek ve aşağı görmektir. Bu konuda anlatılan çok güzel bir
fıkra vardır. Vücudun azaları kendi aralarında vücudun hangi organının en değerli
olduğu üzerine tartışıyorlarmış. Her organ kendisinin vücudun en değerli organı
olduğunu iddia ediyormuş. Beyin; "Tabii ki en önemli organ benim. Tüm bedeni
sinir ağları ile ben yönetirim."demiş. Kalp buna karşı çıkmış."Elbette
en değerli organ benim. Çünkü beyin dahil tüm organlara, onların hücreler için gerekli
olan kanı ben pompalarım. Ben kan pompalamazsam hepiniz bitersiniz!" demiş.
Mide ise; " hayır, en önemli organ benim. Çünkü tüm beden ve hücreler ihtiyaç
duydukları gıda ve besinleri ancak benim aracılığımla alabilir. Ben olmazsam, tüm
beden açlıktan ölür!" demiş. Buna akciğer karşı çıkmış ve en önemli organın
kendisi olduğunu iddia etmiş. Bu tartışmayı uzaktan izleyen popo ise sessiz sakin
tartışmayı takip edip herkesin sözünün bitmesini beklemiş. En sonunda tartışma devam
ederken, "durun bakalım lan! Bedenin en önemli organı benim" demiş. Diğer
tüm organlar popo'ya dönüp katıla katıla gülmeye başlamışlar. "Ne, sen misin?
Sen zurnanın son deliğisin. Sen nasıl en önemli organ olabilirsin ki!" diye
alay etmişler. O da; "görürsünüz siz." diyerek tüm dışkılama faaliyetlerini
durdurmuş. 1. gün bir şey yokmuş. Fakat 2. gün vücutta sıkıntılar baş göstermeye
başlamış. Artık 3. gün vücut şişmeye, morarmaya ve dayanılmaz bir şekilde ağrımaya
başlamış. 4. gün tüm organlar popoya gidip özür dilemişler. " Ya ne olur
sen bizi affet! Evet, kabul ediyoruz vücudun en önemli organı sensin! Ne olur faaliyetlerini
bir an önce başlat. Yoksa hepimiz öleceğiz! " diye yalvarmışlar. Ve popo
da böylece krallığını ilan etmiş. Hiçbir organımız bir diğerine üstün olamaz. Bunu
en iyi hasta olduğumuzda anlarız. Bırakınız organlarımızı, bir tırnağımızda bir
sorun olsa, tüm aklımız fikrimiz ve tüm dikkatimiz orada olur. Adeta, en önemli
organımız tırnağımız olur. Aynı şekilde bizler de bireyler olarak toplum yaşantısı
içinde büyük bir mekanizmanın küçük dişlileri veya organlarıyızdır. Bir dişli olmazsa,
o eşsiz mekanizma da çalışmaz. Her mesleğin kendine özgü zorlukları ve önemi vardır.
Ancak bizim toplumumuzda doktorluk, diş hekimliği, eczacılık, mühendislik, gazetecilik,
televizyon ve medya sektörü çalışanı gibi bazı meslekler yüceltip göklere çıkarılırken,
bazı meslekler ise küçük görülür. Bu mesleklerin başında çobanlık, amelelik,
çöpçülük, hamallık gibi genel olarak çiftçilik ve bedenen çalışılan meslekler gelir.
İşçilik, tamircilik, el işçiliği, garsonluk, taksicilik, şoförlük, kasiyerlik
de küçümsenir. Hatta içlerinden amelelik bir hakaret sıfatı olarak kullanılır. "Amele
sümüğü gibi" yada "Bir çobanın oyu ile benim oyum bir mi?" ifadeleri,
aşağılamanın ve o kişilere üstten bakmanın dışa vurumudur. Bu meslekler alenen veya
üstü kapalı olarak aşağılanır, küçük görülür. Bu durum özellikle ülkemizdeki seçkincilik
anlayışının genel bakış açısıdır. Halbuki aşağılanan o meslekler olmasa ve küçümsenen
o işi yapan insanlar olmasa, o insanlar çalışmasa çalışmasa tüm toplum sistemi
çöker. Eğer çiftçi toprağı ekmese, biçmese, hayvanları yetiştirmese tüm toplum bu
durumdan etkilenir. Eğer küçümsenen ve burun kıvrılan ameleler ağır işleri
yapmasalar, çöpçüler çöpleri toplamasa, caddeleri süpürmese, diğer küçümsenen
işler yapılmasa hiç bir proje tamamlanamaz ve şehirlerimizi, caddelerimizi, sokaklarımızı
pislik götürür ve tüm toplumun işleyişi bozulur. O zaman, peki bu neyin küçümsemesi?
Ancak, görülüyor ki toplum olarak içimizdeki ayrımcılık merakı ve görünmez bir kast
sistemi (alt tabaka-üst tabaka algısı) genlerimize kadar sinmiştir. Bu duruma örnek
olarak, aşağıda yaşanmış gerçek bir hikaye paylaşacağım.
Çalıştığım
şirkette sevdiği vizyoner bir taksici ile tanışmıştım. Kendisi kısa sürede şirketimiz
içinde ünlü olmuştu. Çünkü kendisi, alışıldık bir taksici profilinde bir kişi değildi.
Üniversite mezunu, yabancı dil bilen, eğitimli, bilgili, görgülü ve çok yardımsever
bir insandı. Aracına tertemiz bakardı. Yurtdışından yabancı bir misafir karşılanacaksa
herkes bu taksici arkadaşı arayarak misafirini onun karşılamasını istiyordu. Bu
sayede bu taksici arkadaşın ülkemizde yaşayan yabancılardan da oldukça geniş bir
müşteri kitlesi oluşmuştu. Hava alanı yada uzak bir yere gidilecek veya dakiklik
gerektiren önemli bir durum olduğunda herkesin aklına bu taksici arkadaş geliyor,
herkes onu çağırıyordu. Bir gün ben de bu taksici arkadaşı hava alanı transferi
için çağırdım. Yolda kendisi ile çok güzel ve samimi bir sohbete tutuştuk.
Kendisi, bana başından geçen şu olayı anlattı. Soğuk bir İstanbul kışında bir gün,
bir yabancı müşteriyi İstanbul'daki evinden alıp yapılacak bir iş görüşmesi
için İstanbul Boğazı kenarında lüks bir restoranda götürmek üzere çağrılmış. Taksici,
misafiri ile sohbet ede ede müşterisini, Boğaz kenarındaki buluşma noktası olan
restorana ulaştırmış. Müşterisi olan bu yabancı misafir dönüş için 1-2 saat beklemesini
söylemiş. Ancak bir an duraksayan yabancı müşteri taksici arkadaşa İngilizce
olarak: "Hava buz gibi Neden sen de benimle gelmiyorsun? Zaten çok önemli bir
konu da değil." diyerek kendisini ısrarla içeriye davet etmiş. Taksici
arkadaş istemeyerek ve mahcup bir vaziyette daveti kabul etmek zorunda kalmış. Beraberce
yabancı müşteri ve diğer buluşacakları Türk beyefendi için ayrılmış olan masaya
oturmuşlar. Türk beyefendiyi beklerken sohbet etmeye devam etmişler. Çok geçmeden
o bey de teşrif etmiş. Tabii taksiciyi tanımadığı için onu yabancı misafirin
yanındaki yabancı misafiri zannetmiş. Taksiciye karşı oldukça sıcak davranmış. Fakat
bir süre sonra yabancı olan müşteri, yanındaki arkadaşı Türk ve taksici olduğunu
belirterek kendisiyle tanıştırınca, bizim beyefendinin suratı birden bire değişmiş.
Bunu fark eden taksici arkadaş da bu durumdan rahatsız olup dışarı çıkmak istemiş.
Ancak yabancı olan buna müsaade etmemiş. Çok ısrar ederek kendisinin de masada
onlarla beraber kalmasını rica etmiş. Ben bu olayı duyduğumda ne çok üzülmüş,
içimizdeki görünmez kast sisteminin ne kadar yaygın olduğunu düşünmüştüm. Ne kadar
acı bir durumdur ki, bir yabancı bir insan bir Türk taksici ile oturup bir şeyler
yemeye içmeye, sohbet etmeye gocunmuyor, fakat kendi insanımız kendi öz insanını
küçümsüyor, onu sohbetine, muhabbetine ve sofrasına ortak edemiyor!
Çevrenize
bakın, hiç mutlu garsonlar, mutlu taksiciler, mutlu kasiyerler, mutlu temizlik işçileri,
mutlu servis şoförleri, tamirciler, mutlu fabrika işçileri görüyor musunuz? Ben
göremiyorum, muhtemelen siz de göremezsiniz. Ancak bu popüler olmayan işleri yapan
insanlara layık görülen asgari ücreti düşündüğünüzde, o geniş halk kitlesinin mutsuzluğunu
anlayabilirsiniz. Ülkemizin çoğunluğu meslek lisesini bitirip iş hayatına atılınca,
açlık sınırının çok altında olan asgari ücrete mahkum edilmiş olarak çalışma
hayatına katılıyor. Hem de tüm ömrü boyunca! Bir insan yıllarca ülkemizdeki asgari
ücretle nasıl insanca yaşayabilir, geleceğe nasıl güvenle bakabilir? Hele bir de
kira ödüyorsa, psikolojik bunalımlar ve gelecek endişesine kapılmadan evinin,
ailesinin geçimini nasıl sağlayabilir? Bu insan çocuklarına nasıl daha iyi eğitim
sağlayabilir? Bu insan nasıl ev, araba sahibi olabilir? Bu insan nasıl sinemaya,
tiyatroya, konsere gidebilir? Ben yurt dışına çıktığım zamanlarda çoğunlukla birilerine
hizmet etmenin zevki ve mutluluğuyla işlerini neşe içinde yapan garsonlar, taksiciler,
işçiler, kasiyerler, memurlar gördüm. Özellikle de garsonların güler yüzlü pozitif
enerjilerini hemen fark etmişimdir. Siparişi alırken, servis yaparken, arada bir
gelip her şeyin yolunda olup olmadığını, varsa ilave ihtiyacımızı sorduklarında
onların pozitif enerjilerinden dolayı büyük mutluluk duymuşumdur. Hatta aynı mekana
1 yıl, 2 yıl sonra gidip aynı garsonlar ve çalışanları gördüğümde ise sanki bir
yakınımı görmüş gibi olurum. Böyle mutlu garsonları ve çalışanları gördüğümde, neden
bizde hep mutsuz, asık suratlı, kaba garsonlar ve çalışanlar olduğunu düşünmüşümdür.
Aslında çalışan kesimin mutsuzluğunun esas nedenini de hemen tahmin ederim. Garsonlar
gibi; tüm hizmet sektöründe çalışan kesimlere de doğru düzgün maaş verilmediği
gibi, köle gibi çalıştırıldıkları için bu durum çalışanların yüzlerine ve enerjilerine
de yansır. Bu nedenle bizde mutlu garson, mutlu kasiyer, mutlu fabrik işçisi görme
şansınız azdır. O insanlara çoğunlukla da asgari ücret layık görüldüğü için, insanlar
da çalıştıkları iş yerlerinde en küçük bir sorun yaşadıklarında yada daha iyi bir
teklif aldıklarında iş değiştirirler. O yüzden ülkemizde herhangi bir restorana
2. veya 3. defa gittiğinizde sirkülasyondan dolayı aynı garsonu görme ihtimaliniz
azdır.