Hiç kuşkusuz korkusuz, savaşçı ve asker
bir milletiz. Ancak, bizi biz yapan savaşçılığımızın ve savaş meydanlarında fırtına
gibi estiğimiz dönemlerin üstünden yüzyıllar geçti. Bir türlü ayak uyduramadığımız
endüstrileşme akımı ve icat edilen modern silahlar ile birlikte, kaçınılmaz olarak
savaş meydanlarında kaybetmeye başladık. Zira, artık "Tüfenk icat olup mertlik
bozulmuştu!". Batı’daki endüstri devrimi sonucunda ortaya çıkan teknolojik
gelişmeler ve icat edilen modern silahlar yüzünden, artık bilek gücü, mertlik, yiğitlik,
cesaret ve at binme becerisinin hiçbir önemi kalmamıştı. Yapabileceğimiz tek şey;
bilimsel ve silah geliştirme yarışına girmek idi. Fakat beş yüzyıldır ekonomik olarak
çok zayıf olan İmparatorluğumuzun böyle bir yarışa girebilecek imkanı yoktu. Yaklaşık
3-4 yüzyıldır sürekli geriledik, küçüldük ve ezildik! Artık kaybettiğimiz savaş
meydanlarındaki psikolojik üstünlüğümüzü ve sonrasında da aşama aşama görkemli
imparatorluğumuzu kaybettik. Hatta, neredeyse tümden yok olma aşamasındayken
son bir çaba ile birleşerek topraklarımız bir kısmını kurtarıp Türkiye
Cumhuriyetini kurabildik. Ama kaybetme travması ve ezilmiş psikolojisi hiçbir
zaman milletimizin yakasını bırakmadı. Adeta bir aslan zorla kafese konulmuş, pençeleri
ve dişleri paslı kerpetenle sökülmüş durumdaydı. İşte Türkiye'nin ve Türk
milletinin hali tamı tamına yüzyıllardır kafeste tutulan aslanın bu acıklı hali
gibiydi. Ancak bu uzun bekleyişimiz, ezilmişliğimiz ve köşeye sinmişliğimiz artık
sona eriyor. Uyuyan bir devi yani Türkleri zorla uyandırdılar! Görünen o ki, millet
olarak özümüze, yani savaş meydanlarına geri dönüyoruz. Son 15-20 yılda savunma
sanayinde yaptığımız yatırımlarla askeri kapasitemizi artırmakla kalmıyor, son üçyüz
yıllık suskunluğumuza ve ezilmişliğimize de son veriyoruz. Ülke olarak, büyük bir savaşa hazırlanıyoruz. Bu savaş, bizim
son savaşımız mı olacak bilmiyorum. Ama emin olduğum konu, coğramızdaki son gelişmelere
ve ülkemizin hazırlıklarına baktığımda büyük bir savaşın kapımızda olduğunu
görebiliyorum.
Silahlanma yarışı ve silah teknolojisi alanlarında
geldiğimiz noktayı küçümseyenler olabilir. Ancak, aşağıdaki şimdiye kadar yapılanları
ve yapılacakları okuyunca bana hak verecek ve büyük bir savaşa gittiğimizi göreceksiniz.
Diğer yanda bu kadar büyük bir askeri güç, o gücü kullanmadan aktif olarak
tutulamaz. Aslında Türkiye Cumhuriyeti olarak, belki bizi bu noktaya istemeden sürükleyenler
yine, yıllar yılı bize silah ambargosu uygulayan ve talep ettiğimiz kritik silahların
satışını engelleyen Batılı müttefiklerimiz oldu. Aslında müttefikimiz görünüp arkamızdan
kuyumuzu kazan devletler istemeden, yüzyıllardır uyuşmuş bir şekilde uyuyan devi
uyandırdılar! Ülkemizin askeri kapasite son 20 yılda yapılan yatırmlarla dünyanın
en ileri ülkelerinin seviyesine çıktı. Türkiye kendi silahlı, silahsız insansız
hava aracı teknolojisi konusunda dünyanın en ileri ülkelerinden biri oldu. Geliştirilen
Bayraktar ve Anka ihalarımız Suriye ve Irak’ta PKK ile yapılan savaşın,
Libya’daki savaşın ve son olarak da Karabağ’da Azeri kardeşlerimizle
Ermenistan’ın yaptığı savaşın kaderini değiştirdi. Ülkemiz neredeyse tüm
silahlarımızı, askeri ve gözetleme uydularımızı (Göktürk), kendi topumuzu
(Fırtına) ve tankımızı (Altay), kendi bombalarımızı (HGK, KGK…vb), savaş
uçağımızı (Hürkuş), helikopterimizi (Atak), füzelerimizi (Cirit, Umtas, Som,
Atmaca…vb), kendi hava savunma sistemimizi (Hisar), kendi savaş gemilerimizi
(Milgem) yapabilir hale geldi. Bu yazdıklarım, sadece medyaya yansıyanlardan bizim
bildiklerimiz. Bunun yanında bilmediklerimizin de olduğunu bilmek, bir Türk olarak
insanı gururlandırıyor ve egosunu tatlı tatlı okşuyor. Çünkü, güçlü olma hissi muhteşem
bir duygu. Çünkü biz asker bir milletiz. Bizler, Batılı ülkelerde görülemeyecek
şekilde askerliği, polisliği, savaşı ve silahı seviyoruz. Bu yüzden, ordumuzdaki
bu yükselişten dolayı milliyetçi, muhafazakar milliyetçi, Turancı Türklerin yani
bir çoğumuzun içi kıpır kıpır. Savaşa gidiyor olmamızın heyecanının yanında, gücün
ve kendine olan özgüvenin getirdiği bir extacy ve mutluluk da var. Zira “Güç”
bizim toplumumuzda en büyük erdemdir. Güçle birlikte gerçek özümüze dönmenin, savaşçılığımıza,
savaş meydanlarının efendisi olduğumuz günlere dönmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bu
duygu, adeta yıllar yılı kafese hapsedilmiş bir aslan gibi olan Türkiye ve Türklerin
kafesini parçalayıp zincirlerini kopardığı andaki heyecan ve coşkunun eşlik
ettiği bir mutluluktur. Evet, belki biz tarihte sistemler kuran,
normlar yaratan devlet olamadık. Belki de hiçbir zaman normlar, sistemler ve
ileri uygarlıklar kuran bir halk da olamayacağız. Ancak, tarihin birçok
sayfasında dünyaya nizam ve yön veren güçlü devletlerden biri olduk. Tarihin bazı
sayfalarını bizzat biz yazdık. İnanıyorum ki, tarihte olduğumuz gibi dostlarına
güven, düşmanlarına da büyük korku veren güçlü ordusu ile tekrardan dünyanın
gidişine yön veren, büyük ve etkili bir ülke olacağız. "Kızıl elma"
demiyorum çünkü herkesin kızıl elması farklı bir şeydir. Sadece inanıyorum ki,
tarihin her sayfasında olduğu gibi, vatansever, savaşmaktan korkmayan, ölüme
bile koşarak giden, cesur ve savaşçı insanları sayesinde tarihi şekillendiren
çok güçlü bir devletlerden biri olacağız. Ve ben, böyle bir halkın parçası olmaktan
dolayı gurur duyuyorum!
Diğer yandan bu heyecan ve coşkun duygular, bizi
daha büyük bir yıkıma, esarete ve hatta yok oluşa da götürebilir! Yine geldik Yin
Yang'a. Millet olarak neredeyse beş asırdır zayıf ve fakir bir durumdaydık. Tabiri
caizse adeta ürkek bir köpek gibi kuyruğumuz bacaklarımızın arasındaydı! Bu yüzden
kendimizi güvende hissedebilmek için Nato'ya girdik. Son 60-70 yılda ülkemiz ekonomik
ve askeri olarak çok zayıf olduğundan, kendimizi güvende hissedebilmek için Nato'ya
yaslandık. Bu dönem etrafımızdaki hiç bir savaşa, yada çatışmaya bulaşmadık. Fakat
güçlendikçe diklenmeye ve eski coğrafyamızda boy göstermeye başladık. Adeta bir
aslan gibi kuyruğu dikleştirdik. Bir arslan gibi kükreyerek etrafımızdaki coğrafyada racon kesmeye başladık. Biraz da bulunduğumuz
coğrafyadaki gelişmelerin bizi buna zorlaması ile Suriye'ye, Irak'a müdahale etmeye
başladık. Libyaya ve Karabağ’a müdahale ettik. Operasyonlarda ve cephede başarı
kazandıkça, ezilmişlik duygumuz kaybolup, eski özgüvenimiz fazlasıyla yerine geldi.
Bu da daha fazla gözümüzü karartmamıza ve bizi daha fazla risk almaya yöneltti.
Umarım bu güçlenme ve yıkım döngüsü bizi altından kalkamayacağımız daha büyük savaşlara
ve tümden bir yıkıma götürmez! 2000 yılından 2020 yılına kadar etrafımızdaki
coğrafyadaki gelişmelere ve yapılan hazırlıklara bakınca, yakın gelecekte büyük
bir savaşa girmemiz kaçınılmaz gibi görünüyor. Kesinlikle çok kan akacak gibi
görünüyor! Umarım en azından bu savaş bizim savaşımız olur! Yoksa gerçekten hepimize
çok yazık olur!