Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

1 Ocak 2017 Pazar

Yin Yang ve İnsan olmanın dehşeti ile coşkusunu dengeleyebilmek

Hayat şaşırtıcı bir şekilde zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Kadın-Erkek, Gece-Gündüz, Soğuk-Sıcak, Pozitif-Negatif, Kış-Yaz gibi zıtlıklar (Yin Yang) düalitedir. Düalite ve bu zıtlıklar ise hayatın enerjisidir. Tüm zıtlıklar birbirini çeker veya birbirlerini sonsuz bir döngüyle takip ederler. İşte bu zıtlıkların geriliminden ve bitmek bilmeyen dönüşümünden hayatın enerjisi meydana çıkar. Kadın olmasaydı, erkek de var olamaz, sebzeler, meyveler ve tüm bitkiler kış yaşamadan yaz zamanı ürün veremezlerdi. Dünyamızın olduğu gibi fiziğin en temel güçlerinden biri olan manyetizmanın Kuzey ve Güney kutbu vardır. Tek kutupla ne dünya, ne evren, ne de tek bir atom dahi var olamazdı. Elektrik akımı + ve – yükler olmadan oluşamazdı. Dünyada ölüm olmadan yaşam da var olamazdı! Diğer yandan, biz hayatı ancak bu zıtlıklar sayesinde anlayabiliriz. Zira, soğuk olmadan sıcağı, karanlık olmadan aydınlığı bilemezdik. Yin Yang ve zıtlıkların gerilimi sadece madde aleminde ve fizik dünyasında görülmez. Zıtlıkların gerilimi ve dönüşümü insanın bedensel ve ruhani dünyasında, kişisel gelişim ve aydınlanma arayışında da görülebilir. Zira, insan gelişiminde kötü olmasa iyinin, günahlar olmasa, sevapların, bilinçsizlik olmasa aydınlanmanın hiç bir değeri olmazdı. O halde insanoğlu kötülüğü, karanlığı, ve cehaleti yargılamamayı da öğrenmelidir. İnsan yin yang döngüsünün hem kurbanı hem de bir parçasıdır. Her insanın içinde iyilikle kötülüğün tohumları ve günahlarla sevapların gerilimi vardır. İnsanın bir yanı yücelmek ve yükselmek isterken, diğer aşağı yanı karanlığa, zevke ve diğer aşağılık duygulara tutunur. Yani, insan bir yönü ile dalları göklere yükselen ulu bir çınar olmak isterken, bir yanı toprağın en kuytu, en karanlık yerlerine, derinlemesine kök salmak ister. Adeta gerçek bir çınar ağacı gibi dallarının yükselebilmesi için, toprağın derinliklerine kök salması gerekmektedir. Kötü yanı olmadan salt iyi, bilge ve erdemli bir insan var olamaz. Her insanın içinde iyilik ve kötülük bitmek tükenmek bilmeyen bir şekilde savaş halindedir. Ama, hiç kimse mutlak iyi yada mutlak kötü değildir. Her kötü insanın içinde nokta kadar da olsa bir iyi yön olduğu gibi, çok iyi görünen bir insanın içinde de az da olsa bir kötülük vardır. Her iyilik kendi içinde nokta kadar az olsa bile bir kötülük (veya kibir…vb) tohumu barındırmaktadır. İyilikle kötülük arasındaki bu gidiş gelişler, birinden karşı tarafa geçişler, sandığımızdan çok daha kolay ve hızlı gerçekleşir. Bu bir döngüdür. Yin yang; insanlığımızı, vicdanımızı, iyilik ve kötülük arasında gidiş gelişimizi, günahlar ve sevaplar arasında bocalayışımızı da açıklar.

Bilge Kızılderilinin hikayesinde olduğu gibi biz içimizdeki iyi veya kötü hayvanlardan hangisini daha çok beslersek elbette o kazanacaktır. Eğer içimizdeki kötü hayvanı daha çok beslersek kötü, şayet içimizdeki iyi hayvanı daha çok beslersek iyi yanımız yani, bilgeliğimiz kazanacaktır. Fakat içimizdeki kötü hayvanı öldürmemeliliyiz de. Çünkü o hayvan tüm hayvansal içgüdülerimizdir. İlkel dürtülerimizi tümüyle kontrol eden o hayvan bizi hayatta tutmaya, güvenliğimizi sağlamaya ve neslimizin devamını garanti altına almaya çalışır. Bizi, yani muhteşem organizmayı korumaya çalışır. Diğer yandan, iyi ve kötü aynı zamanda görecelidirler. Evrensel iyi ve evrensel kötü diye bir şey yoktur. Kiminin iyi dediği kimine göre kötüdür. İyi ve Kötü kavramları içine doğduğumuz toplum tarafından bize sonradan öğretilen bir değer algısıdır. İyi ve Kötü bilinci toplumdan topluma, millettten millete, devletden devlete, insandan insana ve hatta bizim şimdiki algımızla yıllar sonraki algılarımıza göre bile değişir. Bu yüzden kötüyü yargılarken çok dikkatli olmalıyız. Sadece kendi doğrumuz ile olaylara baktığımız zaman, olayın diğer boyutunu yok saymış oluyoruz. Bu farkındalık bize hiç kimseyi ve hiçbir toplumu yargılamamayı, aslında hepimizin aynı olduğunu öğretir.

Yin Yang döngüsü kişisel gelişimimizde ve varoluşsal dünyamızda da karşımıza çıkar. Başarıya en yakın olduğumuz anda, içimizde başarısızlığın tohumları yeşermek için beklemektedir. Ve bu tohumlar her an kök salıp tüm kazanımlarımızı yok edebilecek niteliktedir. Bu yüzden her başarı, içinde başarısızlığın tohumlarını taşır. Fakat, gecenin en karanlık vaktinin şafak sökmeye başlamadan hemen öncesi olması gibi, başarısızlıklar da, başarının çok yakında gelecek olan doğumunun işaretlerini taşır. Nasıl, avantajımız sandığımız şeyler dezavantajımız olabiliyorsa, dezavantajımız sandığımız şeyler de eğer kullanmayı bilirsek avantajımız olabilir. Tıpkı zayıflığımızı kabul ettiğimiz anda güçlenmeye başlamamız gibi. Ve içimizdeki haz ve mutluluk anları... Evet o mutlu anlarımız da mutsuzluğun, acı ve hüznün tohumlarını içeriyor. Mutluluğu bulduğumuzu düşündüğümüz ölçüde, mutsuzluğa yakınlaşıyoruz aslında. Çünkü hazza ve mutluluğa bağlandığımızda çok daha kırılgan hale geliyoruz. Tekrarlayamadığımız o hazlar ve mutluluk anları ise yoksunluğa ve acıya dönüşüyor. Tekrarlanan hazlar ise yetersiz kalıyor. Bu durum uyuşturucu, alkol veya sigara bağımlılığının bilinç altında yatan gizli nedenleridir. Deneyimlediğimiz hazları ve yüksek olma durumunu artan şekilde  tekrarlamak istiyoruz. Çünkü biz yüksek olduğumuz zamanlarda beynimiz dopamin ve serotonin salgılar. İşte bu hormonlar nedeniyle bize haz veren her şey, zamanla bizi o eyleme bağımlı yapar ve bir süre sonra alıştığımız doz yetmemeye başlar. Echart Tolle bu durumu acı-haz döngüsü veya varoluş-yok oluş döngüsü olarak açıklamaktadır. “Her haz içinde ayrılmaz zıddı olan ve zamanla tezahür edecek olan acının tohumunu taşır." der.

Yin yang döngüsü hayatın her yerinde karşımıza çıkar. İnsan hayatının devrelerinde (gençlik, olgunluk ve yaşlılık), devletlerin, hükümetlerin ve hatta siyasi partilerin güçlenip büyüyüp yıkılmasında dahi gözlemlenebilir. Kendi yaşamımızda her şey yolunda giderken, sağlıklı iken kendimizi salıyoruz, kendimize ve sağlığımıza dikkat etmiyoruz. Abur cubur yiyor, kilo alıyoruz. Geç yatıyor, geç kalkıyor, spor yapmıyoruz. Ama bu sağlıksız beslenme ve kendimize yaptığımız bu özensizlik karşısında kaçınılmaz olarak hasta olduğumuzda aklımız başına geliyor. Diyet yapmaya, kilo vermeye, spor yapmaya, uykumuza dikkat edip  sağlıklı beslenmeye başlıyoruz. Aynı şekilde ülkeler de büyür, güçlenir, daha da büyüyüp imparatorluk olurlar. Sonra duraklama devresi, gerileme, zayıflama ve en sonunda parçalanıp yok olma devreleri gelir. Tarihte bu döngüyü yaşamayan imparatorluk ve devlet yoktur. Bakınız Roma ve Osmanlı imparatorlukları... Bakınız tarihteki nice görkemli krallıklar, imparatorluklar ve devletler... Şu bir gerçektir ki, büyüme ve güçlenme, bir ülkeyi bağımsızlığa, bunun yanında etrafındaki coğrafyaya karşı saldırganlığa iter. Bu da savaş, yıkım ve yok oluş riskini artırır. Ancak, yıkım, parçalanma ve yok oluş olmazsa büyüme ve güçlenme de olamaz. Çünkü hiç bir devlet, hiç bir şey sonsuza kadar büyüyüp güçlenemez. İşte bu yıkım, yok oluş ve tekrar güçlenme döngüsü bize yaşam enerjisi veriyor.

Bilge Kızılderili Lideri Don Juan demiştir ki; "Savaşçı, insan olmanın dehşeti ile insan olmanın coşkusunu dengeleyebilen insandır."  Kuşkusuz Don Juan insan olmanın erdemli yanı ile, insanın hayvani yönlerine vurgu yapıyordu. İnsan özünün doğasında olan sebeplerden ötürü, iyi yönde, bilgelik ve erdemde gidebileceği noktanın sonsuzluğu kadar, kötülükte, vahşilikte ve sapıklıkta da, insanın içindeki ona izin veren doğasından dolayı sınırsız olduğunu vurgulamaktadır. Bu da kuşkusuz yin yang'in ta kendisidir. İnsanın bir yönüyle içindeki vahşi hayvanın getirdiği vahşeti, acımasızlıkla etrafına korku saçması, en korkunç katliamları yapabilme ihtimalinin yanında sapık ve alçak olabileceğine vurgu yapıyordu. Kuşkusuz hırs ve kötülükte insanoğlunun yapabileceğinin sınırı yoktur.  Bir insan, aklımızın alamayacağı kadar cani olabilir. Bunlar uç örnekler gibi görünse de, artık günümüzün toplu imha silahları ile çok daha büyük insan ve doğa katliamları saniyeler içinde yapılabilmektedir. Yüksek güçlü bombalar ile sadece tek bir düğmeye basarak binlerce insan anında yok edilebilmektedir. Korkunç bir bilinçsizlik ve çılgınlık hali! Tabiki işin bir de insan olma coşkusu boyutu var. İnsan öyle bir varlık ki, iyilik, erdem ve bilgelikte de herhangi bir sınırı ve limiti yoktur. Sanatta, bilimde, sevgide, şefkat de, yaşam estetiğinde ve bilimsel ilerlemede insanın coşkusu da sınırsızdır.

Geçenlerde bir gün arkadaş toplantısı için İzmit'teydim. Gelirken eşim ve kızım da bana eşlik ettiler. Toplantıdan sonra onlarla buluştuk. Yemek yiyeceğimiz Hoşgör pastanesine doğru giderken yürüyüş yolunda yarısının yıkımı tamamlanmış, kalan diğer yarısı da uzun kollu kepçeli bir iş makinesi tarafından yavaş yavaş yıkılmakta olan 4 katlı eski bir binaya rastladık. Benim hemen ilgimi çekti. Bir yandan toz olmaması için sürekli olarak sulanan eski bina, kepçenin her bir darbesinde yavaş yavaş çöküyordu. Kolonları, çatısı, kirişleri, katlar arasındaki tavan betonları kepçenin her bir dokunuşu ile yerle bir oluyordu. Tabii eşim ve kızım bu manzarayı seyretmek yerine, biraz ilerideki LC Waikiki mağazasına girip alış veriş yapmayı tercih ettiler. Ben ve meraklı erkekler grubu sanki çok ünlü bir tiyatro gösterisi izliyor gibi, olduğumuz yere çivilenmiş halde bu muhteşem yıkımı izliyorduk. Kızım bir yerde okumuş. "Bir yerde bir erkek grubu hepsi birden aynı şeye bakıyorsa orada ya oynanan bir futbol maçı, ya güzel bir kadın, yada bir vinç vardır." Bendeki izleme içgüdüsünün sebebi biraz farklıydı. Ben bu muhteşem yıkımı, hayatın dönüştürücü gücü olan yok oluş - varoluş döngüsüne şahit olmanın verdiği hazla, büyülenmişçesine izliyordum. Eski evin içindeki muhtemel yaşanmışlıklardan dolayı, bu yıkıma dram katmak yerine, bu yıkımı yenilenmenin bir sebebi, bir anahtarı ve bir adımı olarak görüyordum. Yepyeni insanların yaşayacağı, yepyeni bir hayatın hüküm süreceği, yepyeni bir evin yapılabilmesi için bu eski evin yerle bir olarak yıkılması ve hiçbir iz bırakmadan yok olması gerekiyordu. Bu tıpkı ağaçların ve yeşil doğanın meyve verebilmesi ve yenilenebilmesi için sonbaharda tüm yapraklarının döküp, adeta kupkuru kalarak kış mevsimini geçirmeye gerek duymaları gibi bir olaydı. Belki benim bu olayı izleyişim; bir adamın bahçesindeki ağaçların meyve vermesini, sonra bu meyvelerin dalında çürümesini aylar süren bir tefekkür ile izlemesi gibi hayranlıkla bir izleyişti. Bu tıpkı insanların, toplumların veya devletlerin güçlenebilmesi için parçalanıp yok olmaları gerekmesi gibi bir döngü idi. Bu bir hayat döngüsü yani hayatın döngüsünün kendisiydi. Bu döngü, tıpkı bir insanın yaşadığı acı - haz sarmalında yaşadığı sonsuz haz ve bağlanmanın hemen peşinden gelen yıkılış, hayal kırıklığı ve mutsuzluk duyguları idi. Tıpkı hayat sonrasında gelen ölümdü.



*Nevzat Keleş'in "Hayatın Yönü" adlı kitabından
Bumerang - Yazarkafe