Hayat şaşırtıcı bir
şekilde zıtlıklar üzerine kurulmuştur. Kadın-Erkek, Gece-Gündüz, Soğuk-Sıcak,
Pozitif-Negatif, Kış-Yaz gibi zıtlıklar (Yin Yang) düalitedir. Düalite ve bu
zıtlıklar ise hayatın enerjisidir. Tüm zıtlıklar birbirini çeker veya birbirlerini
sonsuz bir döngüyle takip ederler. İşte bu zıtlıkların geriliminden ve bitmek
bilmeyen dönüşümünden hayatın enerjisi meydana çıkar. Kadın olmasaydı, erkek de
var olamaz, sebzeler, meyveler ve tüm bitkiler kış yaşamadan yaz zamanı ürün
veremezlerdi. Dünyamızın olduğu gibi fiziğin en temel güçlerinden biri olan
manyetizmanın Kuzey ve Güney kutbu vardır. Tek kutupla ne dünya, ne evren, ne
de tek bir atom dahi var olamazdı. Elektrik akımı + ve – yükler olmadan
oluşamazdı. Dünyada ölüm olmadan yaşam da var olamazdı! Diğer yandan, biz hayatı
ancak bu zıtlıklar sayesinde anlayabiliriz. Zira, soğuk olmadan sıcağı,
karanlık olmadan aydınlığı bilemezdik. Yin Yang ve zıtlıkların gerilimi sadece
madde aleminde ve fizik dünyasında görülmez. Zıtlıkların gerilimi ve dönüşümü
insanın bedensel ve ruhani dünyasında, kişisel gelişim ve aydınlanma arayışında
da görülebilir. Zira, insan gelişiminde kötü olmasa iyinin, günahlar olmasa,
sevapların, bilinçsizlik olmasa aydınlanmanın hiç bir değeri olmazdı. O halde
insanoğlu kötülüğü, karanlığı, ve cehaleti yargılamamayı da öğrenmelidir. İnsan
yin yang döngüsünün hem kurbanı hem de bir parçasıdır. Her insanın içinde
iyilikle kötülüğün tohumları ve günahlarla sevapların gerilimi vardır. İnsanın
bir yanı yücelmek ve yükselmek isterken, diğer aşağı yanı karanlığa, zevke ve
diğer aşağılık duygulara tutunur. Yani, insan bir yönü ile dalları göklere
yükselen ulu bir çınar olmak isterken, bir yanı toprağın en kuytu, en karanlık
yerlerine, derinlemesine kök salmak ister. Adeta gerçek bir çınar ağacı gibi
dallarının yükselebilmesi için, toprağın derinliklerine kök salması
gerekmektedir. Kötü yanı olmadan salt iyi, bilge ve erdemli bir insan var
olamaz. Her insanın içinde iyilik ve kötülük bitmek tükenmek bilmeyen bir
şekilde savaş halindedir. Ama, hiç kimse mutlak iyi yada mutlak kötü değildir.
Her kötü insanın içinde nokta kadar da olsa bir iyi yön olduğu gibi, çok iyi
görünen bir insanın içinde de az da olsa bir kötülük vardır. Her iyilik kendi
içinde nokta kadar az olsa bile bir kötülük (veya kibir…vb) tohumu barındırmaktadır.
İyilikle kötülük arasındaki bu gidiş gelişler, birinden karşı tarafa geçişler,
sandığımızdan çok daha kolay ve hızlı gerçekleşir. Bu bir döngüdür. Yin yang;
insanlığımızı, vicdanımızı, iyilik ve kötülük arasında gidiş gelişimizi,
günahlar ve sevaplar arasında bocalayışımızı da açıklar.
Bilge Kızılderilinin
hikayesinde olduğu gibi biz içimizdeki iyi veya kötü hayvanlardan hangisini
daha çok beslersek elbette o kazanacaktır. Eğer içimizdeki kötü hayvanı daha
çok beslersek kötü, şayet içimizdeki iyi hayvanı daha çok beslersek iyi yanımız
yani, bilgeliğimiz kazanacaktır. Fakat içimizdeki kötü hayvanı öldürmemeliliyiz
de. Çünkü o hayvan tüm hayvansal içgüdülerimizdir. İlkel dürtülerimizi tümüyle
kontrol eden o hayvan bizi hayatta tutmaya, güvenliğimizi sağlamaya ve
neslimizin devamını garanti altına almaya çalışır. Bizi, yani muhteşem
organizmayı korumaya çalışır. Diğer yandan, iyi ve kötü aynı zamanda
görecelidirler. Evrensel iyi ve evrensel kötü diye bir şey yoktur. Kiminin iyi
dediği kimine göre kötüdür. İyi ve Kötü kavramları içine doğduğumuz toplum
tarafından bize sonradan öğretilen bir değer algısıdır. İyi ve Kötü bilinci
toplumdan topluma, millettten millete, devletden devlete, insandan insana ve
hatta bizim şimdiki algımızla yıllar sonraki algılarımıza göre bile değişir. Bu
yüzden kötüyü yargılarken çok dikkatli olmalıyız. Sadece kendi doğrumuz ile
olaylara baktığımız zaman, olayın diğer boyutunu yok saymış oluyoruz. Bu
farkındalık bize hiç kimseyi ve hiçbir toplumu yargılamamayı, aslında hepimizin
aynı olduğunu öğretir.
Yin Yang döngüsü
kişisel gelişimimizde ve varoluşsal dünyamızda da karşımıza çıkar. Başarıya en
yakın olduğumuz anda, içimizde başarısızlığın tohumları yeşermek için
beklemektedir. Ve bu tohumlar her an kök salıp tüm kazanımlarımızı yok
edebilecek niteliktedir. Bu yüzden her başarı, içinde başarısızlığın
tohumlarını taşır. Fakat, gecenin en karanlık vaktinin şafak sökmeye başlamadan
hemen öncesi olması gibi, başarısızlıklar da, başarının çok yakında gelecek olan
doğumunun işaretlerini taşır. Nasıl, avantajımız sandığımız şeyler
dezavantajımız olabiliyorsa, dezavantajımız sandığımız şeyler de eğer
kullanmayı bilirsek avantajımız olabilir. Tıpkı zayıflığımızı kabul ettiğimiz
anda güçlenmeye başlamamız gibi. Ve içimizdeki haz ve mutluluk anları... Evet o
mutlu anlarımız da mutsuzluğun, acı ve hüznün tohumlarını içeriyor. Mutluluğu
bulduğumuzu düşündüğümüz ölçüde, mutsuzluğa yakınlaşıyoruz aslında. Çünkü hazza
ve mutluluğa bağlandığımızda çok daha kırılgan hale geliyoruz.
Tekrarlayamadığımız o hazlar ve mutluluk anları ise yoksunluğa ve acıya
dönüşüyor. Tekrarlanan hazlar ise yetersiz kalıyor. Bu durum uyuşturucu, alkol
veya sigara bağımlılığının bilinç altında yatan gizli nedenleridir. Deneyimlediğimiz
hazları ve yüksek olma durumunu artan şekilde
tekrarlamak istiyoruz. Çünkü biz yüksek olduğumuz zamanlarda beynimiz
dopamin ve serotonin salgılar. İşte bu hormonlar nedeniyle bize haz veren her
şey, zamanla bizi o eyleme bağımlı yapar ve bir süre sonra alıştığımız doz
yetmemeye başlar. Echart Tolle bu durumu acı-haz döngüsü veya varoluş-yok oluş
döngüsü olarak açıklamaktadır. “Her haz içinde ayrılmaz zıddı olan ve zamanla
tezahür edecek olan acının tohumunu taşır." der.
Yin yang döngüsü
hayatın her yerinde karşımıza çıkar. İnsan hayatının devrelerinde (gençlik,
olgunluk ve yaşlılık), devletlerin, hükümetlerin ve hatta siyasi partilerin
güçlenip büyüyüp yıkılmasında dahi gözlemlenebilir. Kendi yaşamımızda her şey
yolunda giderken, sağlıklı iken kendimizi salıyoruz, kendimize ve sağlığımıza
dikkat etmiyoruz. Abur cubur yiyor, kilo alıyoruz. Geç yatıyor, geç kalkıyor,
spor yapmıyoruz. Ama bu sağlıksız beslenme ve kendimize yaptığımız bu
özensizlik karşısında kaçınılmaz olarak hasta olduğumuzda aklımız başına
geliyor. Diyet yapmaya, kilo vermeye, spor yapmaya, uykumuza dikkat edip sağlıklı beslenmeye başlıyoruz. Aynı şekilde
ülkeler de büyür, güçlenir, daha da büyüyüp imparatorluk olurlar. Sonra
duraklama devresi, gerileme, zayıflama ve en sonunda parçalanıp yok olma
devreleri gelir. Tarihte bu döngüyü yaşamayan imparatorluk ve devlet yoktur.
Bakınız Roma ve Osmanlı imparatorlukları... Bakınız tarihteki nice görkemli
krallıklar, imparatorluklar ve devletler... Şu bir gerçektir ki, büyüme ve
güçlenme, bir ülkeyi bağımsızlığa, bunun yanında etrafındaki coğrafyaya karşı
saldırganlığa iter. Bu da savaş, yıkım ve yok oluş riskini artırır. Ancak,
yıkım, parçalanma ve yok oluş olmazsa büyüme ve güçlenme de olamaz. Çünkü hiç
bir devlet, hiç bir şey sonsuza kadar büyüyüp güçlenemez. İşte bu yıkım, yok
oluş ve tekrar güçlenme döngüsü bize yaşam enerjisi veriyor.
Bilge Kızılderili
Lideri Don Juan demiştir ki; "Savaşçı, insan olmanın dehşeti ile insan
olmanın coşkusunu dengeleyebilen insandır." Kuşkusuz Don Juan insan olmanın erdemli yanı
ile, insanın hayvani yönlerine vurgu yapıyordu. İnsan özünün doğasında olan
sebeplerden ötürü, iyi yönde, bilgelik ve erdemde gidebileceği noktanın
sonsuzluğu kadar, kötülükte, vahşilikte ve sapıklıkta da, insanın içindeki ona
izin veren doğasından dolayı sınırsız olduğunu vurgulamaktadır. Bu da kuşkusuz
yin yang'in ta kendisidir. İnsanın bir yönüyle içindeki vahşi hayvanın getirdiği
vahşeti, acımasızlıkla etrafına korku saçması, en korkunç katliamları yapabilme
ihtimalinin yanında sapık ve alçak olabileceğine vurgu yapıyordu. Kuşkusuz hırs
ve kötülükte insanoğlunun yapabileceğinin sınırı yoktur. Bir insan, aklımızın alamayacağı kadar cani
olabilir. Bunlar uç örnekler gibi görünse de, artık günümüzün toplu imha
silahları ile çok daha büyük insan ve doğa katliamları saniyeler içinde
yapılabilmektedir. Yüksek güçlü bombalar ile sadece tek bir düğmeye basarak
binlerce insan anında yok edilebilmektedir. Korkunç bir bilinçsizlik ve
çılgınlık hali! Tabiki işin bir de insan olma coşkusu boyutu var. İnsan öyle
bir varlık ki, iyilik, erdem ve bilgelikte de herhangi bir sınırı ve limiti
yoktur. Sanatta, bilimde, sevgide, şefkat de, yaşam estetiğinde ve bilimsel
ilerlemede insanın coşkusu da sınırsızdır.
Geçenlerde bir gün arkadaş
toplantısı için İzmit'teydim. Gelirken eşim ve kızım da bana eşlik ettiler.
Toplantıdan sonra onlarla buluştuk. Yemek yiyeceğimiz Hoşgör pastanesine doğru
giderken yürüyüş yolunda yarısının yıkımı tamamlanmış, kalan diğer yarısı da
uzun kollu kepçeli bir iş makinesi tarafından yavaş yavaş yıkılmakta olan 4
katlı eski bir binaya rastladık. Benim hemen ilgimi çekti. Bir yandan toz
olmaması için sürekli olarak sulanan eski bina, kepçenin her bir darbesinde
yavaş yavaş çöküyordu. Kolonları, çatısı, kirişleri, katlar arasındaki tavan
betonları kepçenin her bir dokunuşu ile yerle bir oluyordu. Tabii eşim ve kızım
bu manzarayı seyretmek yerine, biraz ilerideki LC Waikiki mağazasına girip alış
veriş yapmayı tercih ettiler. Ben ve meraklı erkekler grubu sanki çok ünlü bir
tiyatro gösterisi izliyor gibi, olduğumuz yere çivilenmiş halde bu muhteşem
yıkımı izliyorduk. Kızım bir yerde okumuş. "Bir yerde bir erkek grubu
hepsi birden aynı şeye bakıyorsa orada ya oynanan bir futbol maçı, ya güzel bir
kadın, yada bir vinç vardır." Bendeki izleme içgüdüsünün sebebi biraz
farklıydı. Ben bu muhteşem yıkımı, hayatın dönüştürücü gücü olan yok oluş -
varoluş döngüsüne şahit olmanın verdiği hazla, büyülenmişçesine izliyordum.
Eski evin içindeki muhtemel yaşanmışlıklardan dolayı, bu yıkıma dram katmak
yerine, bu yıkımı yenilenmenin bir sebebi, bir anahtarı ve bir adımı olarak
görüyordum. Yepyeni insanların yaşayacağı, yepyeni bir hayatın hüküm süreceği,
yepyeni bir evin yapılabilmesi için bu eski evin yerle bir olarak yıkılması ve hiçbir
iz bırakmadan yok olması gerekiyordu. Bu tıpkı ağaçların ve yeşil doğanın meyve
verebilmesi ve yenilenebilmesi için sonbaharda tüm yapraklarının döküp, adeta
kupkuru kalarak kış mevsimini geçirmeye gerek duymaları gibi bir olaydı. Belki
benim bu olayı izleyişim; bir adamın bahçesindeki ağaçların meyve vermesini,
sonra bu meyvelerin dalında çürümesini aylar süren bir tefekkür ile izlemesi
gibi hayranlıkla bir izleyişti. Bu tıpkı insanların, toplumların veya
devletlerin güçlenebilmesi için parçalanıp yok olmaları gerekmesi gibi bir
döngü idi. Bu bir hayat döngüsü yani hayatın döngüsünün kendisiydi. Bu döngü,
tıpkı bir insanın yaşadığı acı - haz sarmalında yaşadığı sonsuz haz ve
bağlanmanın hemen peşinden gelen yıkılış, hayal kırıklığı ve mutsuzluk
duyguları idi. Tıpkı hayat sonrasında gelen ölümdü.
*Nevzat Keleş'in "Hayatın Yönü" adlı kitabından
Cok guzel, icten bir yazi olmuş Nevzat abi. Insan var oldukça iyilik ve kötülük atbaşı cenk etneye devam edecektir.
YanıtlaSilInsan yaratılmışlarin en ustunu, kesfini tamamlayip, egriyi dogruyu cozebilirse gercek makamini bulur; yok dunyanin cazibesine, paraya, pula, makama esir olursa farkinda bile olmadan o yuce makam uerine git gide dibe dogru cekilir.
Kalemin, yolun, blog'un, kitapların hep aydınlık olsun.
Esenlikler diliyorum,
Tebrik ve taktirlerimle
Fatih
Yorumların ve güzel dileklerin için çok teşekkür ederim Fatih. Sana katılıyorum, iyilik ve kötülük her daim mücadele edecek. İnsan'ın kendi içinde de iyilik ve kötülük arasındaki bocalayışı da kıyamete kadar devam edecek.
YanıtlaSil