Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

8 Temmuz 2017 Cumartesi

İçimizdeki Haklı Çıkma Tutkusu

Kendi Seçimlerimizi Kutsamak, Tutarlılık ve Geri Tepme Etkisi

Kendi seçimlerimizi sürekli olumlayarak, hep en doğru kararları kendimizin aldığını ispatlamaya çalışırız. “Bak iyiki bunu böyle yapmışım. Ben yine haklı çıktım." diye söylemeyi severiz. Kendi mutluluğumuzu, yaptığımız seçimlere bağlamayı seviyoruz. Kendi mutluluğumuzu maksimize etmek için de hep haklı çıkmak istiyoruz. Bu durum, Daniel Kahneman'ın insan beyninin kendi kararını haklı çıkarmak için bahaneler üretmesini kanıtlayarak açıklıyor.

Daniel Kahneman adlı psikolog bilim insanı, insanların, kendilerini haklı çıkarma konusunda bazen, kendi aleyhlerine olacak şekilde davranabileceklerini deneylerle kanıtlamıştır. Ne gariptir ki Daniel Kahneman’ın tespitleri psikoloji alanında olmasına rağmen, çalışmasının yankıları ve etkileri ekonomi alanında çok daha büyük olmuştur. Hatta bu bulgular, ekonominin aktörleri olan (alıcı-satıcı) şirketler ve bireylerinin kararları konusunda kendi lehlerinde her zaman rasyonel davranacağı kabulüne dayanan olguları ve teorilerini de derinden sarsmıştır. Buna en güzel örnek, "görünmeyen el" kuralıdır". "Görünmeyen el kuralı", piyasanın adil ve çoklu alıcı-satıcı rekabetine dayalı olma şartı ile ekonomik aktörlerinin (alıcılar ve satıcılar) rasyonel olduklarını yani, her zaman kendi çıkarına davranacaklarının kabulüne dayanır. Teori, bu kabullerle arz ve talep dengesinin buluştuğu noktanın optimum fiyat noktasının kendiliğinden oluşacağını açıklayan teoridir. Daniel Kahneman kişilerin ve şirketlerin rasyonel olmadıklarını yaptıkları deneylerle ve  “Hızlı Düşünmek - Yavaş Düşünmek” adlı eserinde ortaya koymuştur. Bu tespitlerdeki en önemli nokta; bireylerin ve şirketlerin her zaman kendi yararına rasyonel kararları almadıkları, bazen önce karar alıp, sonra kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıklarını deneylerlerle kanıtlanmıştır. Tıpkı bir kadının satın aldığı 20. çift ayakkabıya neden çok ihtiyacı olduğunu ya da bir erkeğin neden daha büyük ekranlı televizyona veya en yeni model cep telefonuna ihtiyacı olduğunu kendine, ailesine ve çevresine açıklarken anlayabilirsiniz. İşte Daniel Kahneman’ın "Hızlı Düşünmek - Yavaş Düşünmek" adlı eserinde, insanın benliğindeki karar verme mekanizmalarını muhteşem bir biçimde açıklıyor. Kahneman'ın çalışmaları aynı zamanda insanların gerçekleri nasıl kendine göre çarpıttığını ve tutarlı olmak adına nasıl da inanmayı seçtiği şeye kendini inandırabildiğini de güzel bir şekilde ortaya koyuyor.

*Bir sosyal psikolog olan Leon Festinger 1957 yılında bilişsel uyumsuzluk teorisini ortaya atmıştır. Bu teori bugüne kadar henüz yanlışlanmadı. Teoriye göre insan beyni birbiriyle çatışan düşüncelerle karşılaştığında beyin kendini zorlayıcı bir sürece girmektedir. Doğal olarak düşünme ve bilgileri karşılaştırma eylemi esnasında beyinde pek çok nöron aktif hale gelir ve bu da kişiyi rahatsız eder. Bu yüzden insanlar yeni bilgiyi almak istemez ve kendlerini düşünceleriyle tutarlı olmaya zorlarlar. Düşüncelerde tutarlı olma isteği toplumun geneline yayılmıştır. Tutarlı davranışlar sergileyen insanlar doğal olarak bize daha güvenilir görünür. Bu yüzden herhangi bir zıt fikirle karşılaşırsak tutarlı ve dengeli bir hale gelebilmek için kendimizi kandırabilir ve karşılaştığımız yeni fikri gerçek olmasına rağmen kabul etmeyebiliriz. İnsanların büyük bir kısmının yıkılmaz inançlar geliştirmesi bu sebeptendir. Ne kadar inançlı bir hayat yaşarsak kafamız o kadar rahat eder. Beyin her zaman tutarlı olmaya çalışır ama diğer taraftan bizi ilerletecek olan şey ise tutarsızlıktır. Bir bilim insanının tutarlı olmaya değil tutarsızlığa ihtiyacı vardır. Çünkü bilim tutarsızlık sayesinde ilerler. Tutarlı olmaya çalışmak yaratıcı zihinlerin katlanamayacağı bir şeydir. Bu yüzden bilim insanları her zaman tutarsızlığın peşinde olmuştur. Geri tepme etkisi Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından öne sürülen bir sosyal psikoloji kuramıdır. Buna göre insanlar inançlarına ters düşen bir bilgiyle karşılaştıklarında beyinleri otomatik olarak bunu reddediyor. Yeni gelen bilgi ne kadar gerçek ve eski bilgiyi çürütme yönünde ise kişi eski inancına o kadar sıkı sarılmaktadır. Halbuki bilmeyi arzulayan kişi inanmaya değil anlamaya çalışmalıdır. Ama pek çoğumuz anlamaya çalışmak yerine önceki fikre ne kadar çok emek vermişsek onu o kadar çok savunma ihtiyacı hissediyoruz. Beyin yapısı gereği her zaman basit olan şeye doğru kaymaktadır. Bu yüzden pek çoğumuz doğru bildiklerimizi destekleyen verilerle karşılaştığında zihin bunu otomatik olarak hafızaya alma eğilimi gösterirken, doğru bildiğimiz şeyleri desteklemeyen verilerle karşılaştığında bu yeni bilgiyi hafıza almıyor ve bu bilgileri unutma eğilimi gösteriyor. Mesela Alman ırkının üstün ırk olduğunu düşünen bir Neonazi, bir zencinin atletizmde tüm beyazları geçerek şampiyon olmasını ya da matematik olimpiyatlarında şampiyon olmasını görmezden gelebilir. Buna karşılık bir Alman aynı başarıyı gösterdiğinde Neonazi bunu uzun süre hatırlayacaktır. Bunu bilen pek çok bilim insanı yanında not defteriyle gezer. Çünkü doğada öne sürdükleri teze ters bir bilgiyle karşılaşırsa beynin bunu unutacaklarını bilirler. Böylece unutmamak ve laboratuvarında bu zıt veriyi araştırmak için not alırlar.

İnsan zihninin tutarlılık konusunda takıntılı olduğunu ünlü bilim insanı Daniel Kahneman tarafında da, çarpıcı bir şekilde ortaya konulmuştur. Kahneman’ın tespitlerine göre; “insan zihninin karar verme bölümü için tutarlılık bağımlılık gibidir. Devamlı olarak tutarlılık peşindedir ve onu bulduğu zaman da tatmin olur. Tutarlı olan bir hikaye çoğu zaman gerçekliğe tercih edilir. Zihnin aradığı da tam olarak budur. Bunun bir sonucu olarak zihin, elinin altındaki bilginin eksiksiz olmasından ziyade yarattığı hikayenin tutarlılığına inanmaktadır. Ömer Hayyam, “Kitleler belirsizlikten her zaman korkarlar, bu yüzden açık bir yalanı ulaşılmaz gerçeklere yeğ tutarlar.” der. Tezat oluşturan bilginin eksikliğinde sadece daha tutarlı bir hikaye yaratılmaz, aynı zamanda daha az bilgiyle daha tutarlı bir hikaye de yaratılabilir. Çoğunlukla da böyle olur.” Kahneman’ın dediği gibi “bir konu hakkında daha az bilgiye sahip olmak eldeki bilgileri tutarlı bir hikayenin içine yerleştirmeyi daha da kolaylaştırmaktadır”. Başka bir deyişle (mantığa aykırı gelse de) bir şey hakkında sezgisel olarak ne kadar ikna olmuş isek elimizdeki bilgiler de o kadar azdır.

Bilge kişi hiçbir fikre sıkı sıkıya tutunmaz. Çünkü bilir ki yarın daha iyisi gelebilir. Sokrates, “Tek bir şey biliyorum o da hiçbir şey bilmediğimdir.” der. Halbuki Sokrates’in sözünün orijinali şöyledir: “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir ama isteğim araştırmaya devam etmektir.” Cümlenin ilk kısmıyla belki bazılarımız, cehaletimizin onaylandığı varsayımına kapılıyor olabiliriz. Öyle ya sonuçta Sokrates bile hiçbir şey bilmiyorken biz neden bir şeyler öğrenmek için uğraşalım ki! Cümlenin ikinci kısmıysa bu şekilde düşünenlere cevap olacak niteliktedir. Bilmiyor olabiliriz ama bize düşen araştırmaya devam etmek olmalıdır. Bertrand Russel’ın güzel bir sözüyle yazıyı bitirmek istiyorum: “Fikirlerim için ölmeyi göze alamam çünkü yanılıyor olabilirim.” Dolayısıyla, benliğimizin altında yatan id ve egolarımızın, dürtülerimizin nasıl çalıştığının farkına varmak, yanlış kararlar almamızı, pişmanlıklar yaşamamızı önler. Yani kendimizi bilmek bizi geliştirir. Sanki Yunus Emre tüm bu gerçekleri “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” diyerek yüzlerce yıl öncesinden bizlere egolarımızı ve dürtülerimiz açıklamak istemiştir, ne dersiniz?
Bumerang - Yazarkafe