Kendi Seçimlerimizi Kutsamak, Tutarlılık ve Geri Tepme Etkisi
Kendi seçimlerimizi sürekli
olumlayarak, hep en doğru kararları kendimizin aldığını ispatlamaya çalışırız.
“Bak iyiki bunu böyle yapmışım. Ben yine haklı çıktım." diye söylemeyi
severiz. Kendi mutluluğumuzu, yaptığımız seçimlere bağlamayı seviyoruz. Kendi
mutluluğumuzu maksimize etmek için de hep haklı çıkmak istiyoruz. Bu durum,
Daniel Kahneman'ın insan beyninin kendi kararını haklı çıkarmak için bahaneler
üretmesini kanıtlayarak açıklıyor.
Daniel Kahneman adlı psikolog bilim
insanı, insanların, kendilerini haklı çıkarma konusunda bazen, kendi
aleyhlerine olacak şekilde davranabileceklerini deneylerle kanıtlamıştır. Ne
gariptir ki Daniel Kahneman’ın tespitleri psikoloji alanında olmasına rağmen,
çalışmasının yankıları ve etkileri ekonomi alanında çok daha büyük olmuştur.
Hatta bu bulgular, ekonominin aktörleri olan (alıcı-satıcı) şirketler ve
bireylerinin kararları konusunda kendi lehlerinde her zaman rasyonel davranacağı
kabulüne dayanan olguları ve teorilerini de derinden sarsmıştır. Buna en güzel
örnek, "görünmeyen el" kuralıdır". "Görünmeyen el
kuralı", piyasanın adil ve çoklu alıcı-satıcı rekabetine dayalı olma şartı
ile ekonomik aktörlerinin (alıcılar ve satıcılar) rasyonel olduklarını yani,
her zaman kendi çıkarına davranacaklarının kabulüne dayanır. Teori, bu
kabullerle arz ve talep dengesinin buluştuğu noktanın optimum fiyat noktasının
kendiliğinden oluşacağını açıklayan teoridir. Daniel Kahneman kişilerin ve şirketlerin
rasyonel olmadıklarını yaptıkları deneylerle ve
“Hızlı Düşünmek - Yavaş Düşünmek” adlı eserinde ortaya koymuştur. Bu
tespitlerdeki en önemli nokta; bireylerin ve şirketlerin her zaman kendi
yararına rasyonel kararları almadıkları, bazen önce karar alıp, sonra
kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıklarını deneylerlerle kanıtlanmıştır. Tıpkı
bir kadının satın aldığı 20. çift ayakkabıya neden çok ihtiyacı olduğunu ya da
bir erkeğin neden daha büyük ekranlı televizyona veya en yeni model cep
telefonuna ihtiyacı olduğunu kendine, ailesine ve çevresine açıklarken
anlayabilirsiniz. İşte Daniel Kahneman’ın "Hızlı Düşünmek - Yavaş
Düşünmek" adlı eserinde, insanın benliğindeki karar verme mekanizmalarını
muhteşem bir biçimde açıklıyor. Kahneman'ın çalışmaları aynı zamanda insanların
gerçekleri nasıl kendine göre çarpıttığını ve tutarlı olmak adına nasıl da
inanmayı seçtiği şeye kendini inandırabildiğini de güzel bir şekilde ortaya
koyuyor.
*Bir sosyal psikolog olan Leon Festinger 1957 yılında bilişsel uyumsuzluk
teorisini ortaya atmıştır. Bu teori bugüne kadar henüz yanlışlanmadı. Teoriye
göre insan beyni birbiriyle çatışan düşüncelerle karşılaştığında beyin kendini zorlayıcı
bir sürece girmektedir. Doğal olarak düşünme ve bilgileri karşılaştırma eylemi
esnasında beyinde pek çok nöron aktif hale gelir ve bu da kişiyi rahatsız eder.
Bu yüzden insanlar yeni bilgiyi almak istemez ve kendlerini düşünceleriyle
tutarlı olmaya zorlarlar. Düşüncelerde tutarlı olma isteği toplumun geneline
yayılmıştır. Tutarlı davranışlar sergileyen insanlar doğal olarak bize daha
güvenilir görünür. Bu yüzden herhangi bir zıt fikirle karşılaşırsak tutarlı ve
dengeli bir hale gelebilmek için kendimizi kandırabilir ve karşılaştığımız yeni
fikri gerçek olmasına rağmen kabul etmeyebiliriz. İnsanların büyük bir kısmının
yıkılmaz inançlar geliştirmesi bu sebeptendir. Ne kadar inançlı bir hayat
yaşarsak kafamız o kadar rahat eder. Beyin her zaman tutarlı olmaya çalışır ama
diğer taraftan bizi ilerletecek olan şey ise tutarsızlıktır. Bir bilim insanının
tutarlı olmaya değil tutarsızlığa ihtiyacı vardır. Çünkü bilim tutarsızlık
sayesinde ilerler. Tutarlı olmaya çalışmak yaratıcı zihinlerin katlanamayacağı
bir şeydir. Bu yüzden bilim insanları her zaman tutarsızlığın peşinde olmuştur.
Geri tepme etkisi Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından öne sürülen bir
sosyal psikoloji kuramıdır. Buna göre insanlar inançlarına ters düşen bir
bilgiyle karşılaştıklarında beyinleri otomatik olarak bunu reddediyor. Yeni
gelen bilgi ne kadar gerçek ve eski bilgiyi çürütme yönünde ise kişi eski
inancına o kadar sıkı sarılmaktadır. Halbuki bilmeyi arzulayan kişi inanmaya
değil anlamaya çalışmalıdır. Ama pek çoğumuz anlamaya çalışmak yerine önceki
fikre ne kadar çok emek vermişsek onu o kadar çok savunma ihtiyacı hissediyoruz.
Beyin yapısı gereği her zaman basit olan şeye doğru kaymaktadır. Bu yüzden pek
çoğumuz doğru bildiklerimizi destekleyen verilerle karşılaştığında zihin bunu
otomatik olarak hafızaya alma eğilimi gösterirken, doğru bildiğimiz şeyleri
desteklemeyen verilerle karşılaştığında bu yeni bilgiyi hafıza almıyor ve bu
bilgileri unutma eğilimi gösteriyor. Mesela Alman ırkının üstün ırk olduğunu
düşünen bir Neonazi, bir zencinin atletizmde tüm beyazları geçerek şampiyon
olmasını ya da matematik olimpiyatlarında şampiyon olmasını görmezden
gelebilir. Buna karşılık bir Alman aynı başarıyı gösterdiğinde Neonazi bunu
uzun süre hatırlayacaktır. Bunu bilen pek çok bilim insanı yanında not
defteriyle gezer. Çünkü doğada öne sürdükleri teze ters bir bilgiyle karşılaşırsa
beynin bunu unutacaklarını bilirler. Böylece unutmamak ve laboratuvarında bu
zıt veriyi araştırmak için not alırlar.
İnsan zihninin tutarlılık konusunda takıntılı olduğunu ünlü bilim insanı
Daniel Kahneman tarafında da, çarpıcı bir şekilde ortaya konulmuştur.
Kahneman’ın tespitlerine göre; “insan zihninin karar verme bölümü için
tutarlılık bağımlılık gibidir. Devamlı olarak tutarlılık peşindedir ve onu bulduğu
zaman da tatmin olur. Tutarlı olan bir hikaye çoğu zaman gerçekliğe tercih
edilir. Zihnin aradığı da tam olarak budur. Bunun bir sonucu olarak zihin, elinin
altındaki bilginin eksiksiz olmasından ziyade yarattığı hikayenin tutarlılığına
inanmaktadır. Ömer Hayyam, “Kitleler
belirsizlikten her zaman korkarlar, bu yüzden açık bir yalanı ulaşılmaz gerçeklere
yeğ tutarlar.” der. Tezat oluşturan bilginin eksikliğinde sadece daha
tutarlı bir hikaye yaratılmaz, aynı zamanda daha az bilgiyle daha tutarlı bir
hikaye de yaratılabilir. Çoğunlukla da böyle olur.” Kahneman’ın dediği gibi
“bir konu hakkında daha az bilgiye sahip olmak eldeki bilgileri tutarlı bir
hikayenin içine yerleştirmeyi daha da kolaylaştırmaktadır”. Başka bir deyişle
(mantığa aykırı gelse de) bir şey hakkında sezgisel olarak ne kadar ikna olmuş
isek elimizdeki bilgiler de o kadar azdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder