Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Her Şeyi Tükettik!

Bütün değerlerimizi ve kutsallarımızı ve iyi duygularımızı tükettik. Artık bir insan önümüzde ölse bile bakmıyoruz. Hiç kimseye, hatta, en yakınlarımıza dahi iyilik yapmaya korkar olduk. Gerek bilinçli çabalar, gerekse insanların en ince duygularını sömüren dolandırıcılar, gerekse en yakınlarını dahi kazıklamaktan ve enayi yerine koymaktan çekinmeyen üç kağıtçılar, gerekse dilenciler yüzünden artık birçoğumuz iyi duygularımızı kaybettik. Otobüste, minibüste kavga eder rolü ile; yardım etmeye, kavgayı ayırmaya çalışan insanları el çabukluğu ile soyuyorlar. Yolda kaza yaptım, yada arabam bozuldu numarası ile yardım etmek için duran arabaları soyuyorlar yada arabaları çalıyorlar. Yolda düştüm, bayıldım numarası yaparak yardım etmeye çalışan insanları soyuyorlar. Bazı çocukları kaçırarak organ mafyasına satıyorlar yada çocukları dilendiriyorlar...Daha şeytanın aklına gelmeyecek binbir türlü yöntem, kandırmaca, dolandırıcılık, soygun, istismar, sömürü ile tüm iyi duygularımızı, insanı insan yapan şeyleri, yardımlaşma duygularımızı, sevgiyi, saygıyı, güveni, inanmayı kaybetmemize sebep oluyorlar. Bunu yapan insanlara ceza verilirken, sadece yaptıklarının cezası değil, insanlığı ve güzel duyguları yok etmekten de çok büyük ceza verilmeli. Dilencilerin büyük bir kısmı, yaptıkları ajitasyon ve kendini acındırma alışkanlıkları sayesinde zaten oldukça varlıklı bir durumda yaşamaktadırlar. Ancak dilencilere hala para veren insan bulunduğu için bir şekilde bu sektör hala yaşamaya devam edebiliyor. Bu aralar telefon ile dolandırıcılık ülkemizde çok popüler. İnsanları borç ile "ödenmemiş faturanız var" diyerek İnsanımızın en çok korktuğu şeylerden biri olan icra ile tehdit ederek kandırmaya ve dolandırmaya çalışıyorlar. "Hesap numaralarınız terör örgütünün eline geçmiştir! Telefonu hiç kapatmayın. Eğer telefonu kapatırsanız sizi kandırabilirler. Paranızı çekip çöpün yanına bırakın"...vb telkinlerle  insanları korkutarak, manipüle ederek, hatta kimine göre telefonda konuşurken hipnotize ederek istediklerini yaptırmaya çalışıyorlar.
Bu ülkede yardım için toplanmış paralar dahi iç edildi. Açlara, muhtaçlara, ihtiyacı olanlara gönderilmesi gereken paralar iç edilerek söğüşlendi. İnsanların dini duyguları ve hassasiyetleri dahi tüketildi. İnsanlara yardım etmek için kurulmuş bazı yardım kuruluşları, insanların verdikleri zekatları, sadakaları veya kurban paralarını iç ettiler veya kendi çıkarlarına başka yerlerde kullandılar. Bu yüzden artık insanlar enayi yerine konulma korkusundan dolayı para yardımı yapmaya, kurban bağışlamaya korkar hale geldiler.
Ticarette ahlakı ve güven duygusunu tüketeli oldukça çok zaman olmuştu. Ticari piyasada çeklerin karşılıksız çıkması, senetlerin ödenmemesi, borç takma olayları uzun yıllardır oldukça yaygın. Bunun yanında, ticari hayatta, bir süre güvenilir bir firma gibi görünüp, sonra yüklü bir alım yaptıktan sonra bir gecede sırra kadem basan tüccar dolandırıcılar yüzünden, sahte çek yazan naylon firmalar yüzünden, gerçek çek yazdığı halde ödemediği çekler nedeniyle batan firmalar yüzünden, söz verdiği, mal aldığı halde borcunu ödemeyen firmalar yüzünden artık ticaret hayatımızda az olan güven faktörü neredeyse sıfıra inmiştir. Dolayısıyla, doğruluğu, dürüstlüğü, ahlakı, güven ve utanma duygularını da tükettik ve kaybettik. Hatta ikili yakın ilişkilerimizde dahi dürüstlük, ahlak ve güven tüketilmiştir. Bunu en kolay maddi ilişkiye girdiğimiz insanları gözlemleyerek veya ticaret hayatında karşılaştığımız olaylardan anlayabilirsiniz. Artık insanların sözlerine güvenilmediği için kimse kimseye borç vermek istemiyor. Kandırılacağından korkarak yardım yapmak istemiyor. Çünkü insanlar sözlerinde durmuyorlar. Çoğu zaman borç veren insan parasını geri alamıyorlar. En yakın arkadaşların, akrabaların birbirine, kardeşlerin kardeşlere, hatta anne babaların çocuklara, çocukların anne babalarına güvenleri kalmadı. Kimse kimseye inanmıyor, güvenmiyor.
Nasıl bir ülke ve toplum olduysak, artık hırsızlıkta ve kötülükte sınır tanımıyoruz. Hoş gerçi anlatılanlara göre yurtdışında da görülüyormuş. Ancak inanmak çok güç! Çünkü bir insanın yada insanların bu kadar vahşileşebileceğine inanamıyor insan. Anlatılan o ki bir partide tanıştıkları kız işe çıkan adamın gittiği yerde içtiği içki ve içecekler yoluyla, ülkemizde de çay bahçesinde yada parkta muhabbet kurup tanıştıkları kişilerin ikram ettikleri yiyecek-içecekleri yedikten bir müddet sonra bastıran ağır uyku ve baygınlık anından sonrasında kendilerini bilmedikleri bir yerde, buz dolu küvet içinde, karınlarının alt tarafında büyükçe bir kesik ile uyanarak bulmaları, sonrasında zorlukla hastaneye gitmeleri ile böbreklerinin ikisinin birden çalındığının ortaya çıkması hikayesi... Hikayeler o kadar abartı vahşilik ve komplocu görünüyor ki, insan inanmakta güçlük çekiyor. Ancak benzer hikayelerin hem yurtiçinde hem de yurtdışında oldukça çok olarak anlatılması da gerçek olabileceğinin korkusunu yüreklerimize işliyor. Bu da her şeyde olduğu gibi Yin Yang yani, insanoğlunun karanlık ve vahşi yönüne dair bir kanıt olabilir. Tıpkı bir insanın, bir diğer insanı yemesi kadar vahşi bir olay, ancak imkansız değil. Hatta, bu konu ile ilgili, son zamanlarda çevremdeki bazı arkadaşlardan duyarak güldüğüm, kara mizah ürünü espriler de türedi. Tehlikeli, ıssız ve tekinsiz yerler için, veya "kouch surfing" gibi benim anlayamayacağım derecede riskli platformları kullanan kişiler için söylenen "böbrekleri bırakır mıyız! , veya "dikkat et de böbrekleri bırakma!" esprilerini çok sık duymaya başladım.
Dizilerle, filmlerle, ajitatif haberlerle, saflığı, içtenliği, acıma duygusunu tükettik. Yerli yersiz işlenmesi ve sömürülmesi yüzünden aşkı tüketerek anlamını kaybettik. Filmler, diziler, reklamlar sayesinde belli insanların simalarını, seslerini, ruhlarını tükettik. Moda diyerek güzel giyinmeyi de tükettik. Tüm moda trendleri bir saman alevi gibi parlayıp, 3 ay ile 6 ay gibi çok kısa bir süre sonra sönüyor. Çünkü artık o trend tüketilmiş oluyor. Bu olağanüstü hızla değişen trendlerden dolayı, modacıların elindeki en büyük koz olan kadın cinselliği de artık oyuncak haline geldi. Kadını gittikçe azalan ve transparanlaşan kumaşlar ve giyim tarzlarıyla soydukça soydular. Fakat bu konuda artık gidecekleri çok fazla yer kalmadı.
Artık saflık, doğallık, natürel, organik gibi kavramlar da tüketildi. Maalesef bu etiketlerle satılan ürünlerin hiç birine güvenmiyorum. Bazı kişilerin hızla zengin olma hırslarıyla, olmayan tarımımız da hızla yok ediliyor. Antalya, Adana ve Muğla gibi yüksek derecede güneş alan illerimiz dahil, her türlü sebzeyi seradan tüketiyoruz Sadece sera olsa iyi. Hızla ürün almak için atılan coşturucu gübreler (evet, komik ama gerçek), hormonlar, tarımsal ve bilmediğimiz kimyasal ilaçlar atılarak hızla üretilen ve süpermarket raflarında yerini alan ürünleri tüketirken elimiz titremiyor. Devletin yapmadığı kontrolleri, hal denetimlerini sorgulamıyoruz. Sadece ürünün üzerinde yazan "saf, doğal, natürel, organik...vb yazan etikete bakarak sepetimize atıyoruz. Dünyaca ünlü büyük bir süpermarket zincirinde çalışan bir tanıdığımın anlattıkları ile irkilmiştim. Büyük süpermarket müşteri satın almak istediği bazı sebzeler için Antalya'daki sera işletmecisine sipariş geçiyor. Sipariş geçildiği anda ürünler ekiliyor. Teslim süresi olan 3-4 hafta içinde yetiştirilip, hasat edilip, paketlenip sevkıyata hazır hale getiriliyor. Yani full otomasyon, full endüstriyel yiyoruz. Güler misiniz yoksa ağlar mısınız? Şaka gibi ancak tamamen gerçek. Tıpkı hızla endüstriyel olarak yetiştirilip 3-4 hafta içinde kesime hazır hale getirilen tavuklar gibi. Yada her gün yediğimiz yumurtaları yumurtlayan o güzel tavukların, her geçen gün artan şekilde insanoğlunun daha yüksek verim alabilmesi ve zenginleşebilmesi için endüstriyel ve biyokimyasal olarak zorlanmaları gibi!

Şiddet ve Güce Tapmak

Avrupa’daki tüm toplumsal kurallar uzlaşma ve paylaşım üzerine kurulu iken, bizim düzenimiz çatışma, kavga ve güç üzerine kuruludur. Bu en basitinden meslekler arası gelir adaletinden öğrencilerin üniversiteye giriş sistemine, toplumsal saygınlık ölçülerine kadar neredeyse tüm alanlarda çatışma kültürü kendi belli eder. Devlet ve toplumsal geleneğimiz de güç odaklı ve şiddet temellidir. Sokakta, okulda, futbolda, kışlada, ailede, trafikte yaşadığımız sorunlarımızı konuşarak çözmek yerine şiddetle çözme eğilimindeyiz. Bunun sebebi; içimizdeki vahşi yanın hala çok güçlü olmasının yanında, yüzyıllardır oturmuş bir hak anlayışı ve hukuk sisteminden yoksun olmamız olabilir. Hakkımızın yenmemesi için bilek gücüne ve her daim güçlü olma gereğine dair derin bir inanışa sahibiz. Günümüz siyasi ve toplumsal münakaşanın kök sebebinde bu gerçek yatmaktadır. Çoğu şiddet refleksimiz, haklarımızın her an çiğnenme riski altında bulunması nedeniyledir. Bu nedenle toplumuzda “kaba güç” kutsanmaktadır. Güçlü devlet, güçlü lider, güçlü birey, güçlü adam, güçlü kadın, güçlü şirket…gibi  algılar toplumumuzda en çok önem verilen değerlerdendir. Güç odaklı olmamızı tarihimize baktığımız zaman çok daha net olarak görebiliriz. Tarihimizde Türklerin kurduğu küçük devletler ve beylikler, hiç bir zaman kendi rızaları ile bir araya gelip birlik olamamış, ancak kendinden daha güçlü ve onları hizaya sokan büyük bir güç varsa (zorla) itaat etmişlerdir. Dominant büyük güç zayıfladığı anda küçük devletler ve beylikler bulundukları devletten ayrılarak, kendi adlarına hutbe okutup, para bastırarak kendi devletçiklerini kurmuşlardır. Bu yüzden uzlaşma, şefkat ve merhamet kültürü değil de, kaba gücü yüceltme ve ululama kültürü genlerimize kadar işlemiştir. Halbuki ileri toplumlarda kaba güç kutsanmaz, hatta aşağılanır ve sert bir şekilde cezalandırılır. Bireylerin güvenliği, özgürlüğü, ruhsal ve bedensel bütünlüğü devletin koruması altındadır. İleri toplumlarda devlet, bırakınız kaba kuvveti, sözlü yada psikolojik saldırıyı dahi şiddetle cezalandırır. Ancak bizdeki durum tam tersidir. Toplumumuz da şiddeti içselleştirmiş durumdadır. Ülkemizde spor olarak beyzbol oynanmadığı halde, beyzbol sopası satışlarının oldukça yüksek olmasının nedeni budur. Çünkü, arabasının sürücü koltuğunun altında beyzbol sopası yada levye bulunduran vatandaş sayısı hiç de az değildir! Güçlü olanın yüceltildiği, itaat edildiği bizim kültürümüze devletimiz şiddete uğrayan insanlarını korumaktan acizdir! Sokakta karısını yada çocuklarını döven bir adama, dahi çevreden bu durumu görenler genelde “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışıyla müdahale etmezler. Çünkü bu tarz durumlar aile içinde olağan kabul edilir. Fiziksel olarak güçlü olan ve çevresine şiddet uygulayan kişiler de toplumumuzda (korku nedeniyle) saygı görür. Hatta şiddet uygulayan kişiler toplumda bir kahraman gibi muamele görebilirler. Eşkıyalığın ve mafya organizasyonlarının liderleri adeta bir kahraman gibi saygı ve sevgi görürler. Öyle ki; geçmişte karısını dövdüğü gazetelerde haber olan ünlü bir türkücünün kadınlar matinesinde, bazı kadınlarımız ünlü türkücüye seslenip; “Beni de döv ....... “diye kendilerini sahneye atabilmişlerdir. 
Bumerang - Yazarkafe