Bütün
değerlerimizi ve kutsallarımızı ve iyi duygularımızı tükettik. Artık bir insan önümüzde ölse bile bakmıyoruz. Hiç kimseye, hatta, en yakınlarımıza dahi iyilik yapmaya korkar olduk. Gerek bilinçli çabalar, gerekse insanların en ince duygularını sömüren
dolandırıcılar, gerekse en yakınlarını dahi kazıklamaktan ve enayi yerine
koymaktan çekinmeyen üç kağıtçılar, gerekse dilenciler yüzünden artık
birçoğumuz iyi duygularımızı kaybettik. Otobüste, minibüste kavga eder rolü
ile; yardım etmeye, kavgayı ayırmaya çalışan insanları el
çabukluğu ile soyuyorlar. Yolda kaza yaptım, yada arabam bozuldu numarası ile yardım
etmek için duran arabaları soyuyorlar yada arabaları çalıyorlar. Yolda düştüm,
bayıldım numarası yaparak yardım etmeye çalışan insanları soyuyorlar. Bazı
çocukları kaçırarak organ mafyasına satıyorlar yada çocukları
dilendiriyorlar...Daha şeytanın aklına gelmeyecek binbir türlü yöntem,
kandırmaca, dolandırıcılık, soygun, istismar, sömürü ile tüm iyi duygularımızı,
insanı insan yapan şeyleri, yardımlaşma duygularımızı, sevgiyi, saygıyı,
güveni, inanmayı kaybetmemize sebep oluyorlar. Bunu yapan insanlara ceza
verilirken, sadece yaptıklarının cezası değil, insanlığı ve güzel duyguları yok
etmekten de çok büyük ceza verilmeli. Dilencilerin büyük bir kısmı, yaptıkları
ajitasyon ve kendini acındırma alışkanlıkları sayesinde zaten oldukça varlıklı
bir durumda yaşamaktadırlar. Ancak dilencilere hala para veren insan bulunduğu
için bir şekilde bu sektör hala yaşamaya devam edebiliyor. Bu aralar telefon
ile dolandırıcılık ülkemizde çok popüler. İnsanları borç ile "ödenmemiş
faturanız var" diyerek İnsanımızın en çok korktuğu şeylerden biri olan icra ile tehdit ederek
kandırmaya ve dolandırmaya çalışıyorlar. "Hesap numaralarınız terör örgütünün eline
geçmiştir! Telefonu hiç kapatmayın. Eğer telefonu kapatırsanız sizi kandırabilirler. Paranızı çekip çöpün yanına bırakın"...vb
telkinlerle insanları korkutarak, manipüle
ederek, hatta kimine göre telefonda konuşurken hipnotize ederek istediklerini
yaptırmaya çalışıyorlar.
Bu
ülkede yardım için toplanmış paralar dahi iç edildi. Açlara, muhtaçlara, ihtiyacı olanlara gönderilmesi gereken
paralar iç edilerek söğüşlendi. İnsanların dini duyguları ve hassasiyetleri
dahi tüketildi. İnsanlara yardım etmek için kurulmuş bazı yardım kuruluşları,
insanların verdikleri zekatları, sadakaları veya kurban paralarını iç ettiler
veya kendi çıkarlarına başka yerlerde kullandılar. Bu yüzden artık insanlar enayi
yerine konulma korkusundan dolayı para yardımı yapmaya, kurban bağışlamaya
korkar hale geldiler.
Ticarette
ahlakı ve güven duygusunu tüketeli oldukça çok zaman olmuştu. Ticari piyasada
çeklerin karşılıksız çıkması, senetlerin ödenmemesi, borç takma olayları uzun
yıllardır oldukça yaygın. Bunun yanında, ticari hayatta, bir süre güvenilir bir
firma gibi görünüp, sonra yüklü bir alım yaptıktan sonra bir gecede sırra kadem
basan tüccar dolandırıcılar yüzünden, sahte çek yazan naylon firmalar yüzünden,
gerçek çek yazdığı halde ödemediği çekler nedeniyle batan firmalar yüzünden,
söz verdiği, mal aldığı halde borcunu ödemeyen firmalar yüzünden artık ticaret
hayatımızda az olan güven faktörü neredeyse sıfıra inmiştir. Dolayısıyla,
doğruluğu, dürüstlüğü, ahlakı, güven ve utanma duygularını
da tükettik ve kaybettik. Hatta ikili yakın ilişkilerimizde dahi dürüstlük,
ahlak ve güven tüketilmiştir. Bunu en kolay maddi ilişkiye girdiğimiz insanları
gözlemleyerek veya ticaret hayatında karşılaştığımız olaylardan
anlayabilirsiniz. Artık insanların sözlerine
güvenilmediği için kimse kimseye borç vermek
istemiyor. Kandırılacağından korkarak yardım yapmak istemiyor. Çünkü insanlar
sözlerinde durmuyorlar. Çoğu zaman borç veren insan parasını geri alamıyorlar. En
yakın arkadaşların, akrabaların birbirine, kardeşlerin kardeşlere, hatta anne
babaların çocuklara, çocukların anne babalarına güvenleri kalmadı. Kimse
kimseye inanmıyor, güvenmiyor.
Nasıl
bir ülke ve toplum olduysak, artık hırsızlıkta ve kötülükte sınır tanımıyoruz.
Hoş gerçi anlatılanlara göre yurtdışında da görülüyormuş. Ancak inanmak çok güç!
Çünkü bir insanın yada insanların bu kadar vahşileşebileceğine inanamıyor
insan. Anlatılan o ki bir partide tanıştıkları kız işe çıkan adamın gittiği
yerde içtiği içki ve içecekler yoluyla, ülkemizde de çay bahçesinde yada parkta
muhabbet kurup tanıştıkları kişilerin ikram ettikleri yiyecek-içecekleri
yedikten bir müddet sonra bastıran ağır uyku ve baygınlık anından sonrasında
kendilerini bilmedikleri bir yerde, buz dolu küvet içinde, karınlarının alt
tarafında büyükçe bir kesik ile uyanarak bulmaları, sonrasında zorlukla
hastaneye gitmeleri ile böbreklerinin ikisinin birden çalındığının ortaya
çıkması hikayesi... Hikayeler o kadar abartı vahşilik ve komplocu görünüyor ki,
insan inanmakta güçlük çekiyor. Ancak benzer hikayelerin hem yurtiçinde hem de
yurtdışında oldukça çok olarak anlatılması da gerçek olabileceğinin korkusunu
yüreklerimize işliyor. Bu da her şeyde olduğu gibi Yin Yang yani, insanoğlunun
karanlık ve vahşi yönüne dair bir kanıt olabilir. Tıpkı bir insanın, bir diğer
insanı yemesi kadar vahşi bir olay, ancak imkansız değil. Hatta, bu konu ile
ilgili, son zamanlarda çevremdeki bazı arkadaşlardan duyarak güldüğüm, kara
mizah ürünü espriler de türedi. Tehlikeli, ıssız ve tekinsiz yerler için, veya
"kouch surfing" gibi benim anlayamayacağım derecede riskli platformları
kullanan kişiler için söylenen "böbrekleri bırakır mıyız! , veya
"dikkat et de böbrekleri bırakma!" esprilerini çok sık duymaya
başladım.
Dizilerle,
filmlerle, ajitatif haberlerle, saflığı, içtenliği, acıma duygusunu tükettik. Yerli
yersiz işlenmesi ve sömürülmesi yüzünden aşkı tüketerek anlamını kaybettik.
Filmler, diziler, reklamlar sayesinde belli insanların simalarını, seslerini,
ruhlarını tükettik. Moda diyerek güzel giyinmeyi de tükettik. Tüm moda trendleri
bir saman alevi gibi parlayıp, 3 ay ile 6 ay gibi çok kısa bir süre sonra
sönüyor. Çünkü artık o trend tüketilmiş oluyor. Bu olağanüstü hızla değişen
trendlerden dolayı, modacıların elindeki en büyük koz olan kadın cinselliği de
artık oyuncak haline geldi. Kadını gittikçe azalan ve transparanlaşan kumaşlar
ve giyim tarzlarıyla soydukça soydular. Fakat bu konuda artık gidecekleri çok
fazla yer kalmadı.
Artık
saflık, doğallık, natürel, organik gibi kavramlar da tüketildi. Maalesef bu etiketlerle satılan ürünlerin hiç birine güvenmiyorum.
Bazı kişilerin hızla zengin olma hırslarıyla, olmayan tarımımız da hızla yok
ediliyor. Antalya, Adana ve Muğla gibi yüksek derecede güneş alan illerimiz
dahil, her türlü sebzeyi seradan tüketiyoruz Sadece sera olsa
iyi. Hızla ürün almak için atılan coşturucu gübreler (evet, komik ama gerçek),
hormonlar, tarımsal ve bilmediğimiz kimyasal ilaçlar atılarak hızla üretilen ve
süpermarket raflarında yerini alan ürünleri tüketirken elimiz titremiyor.
Devletin yapmadığı kontrolleri, hal denetimlerini sorgulamıyoruz. Sadece ürünün üzerinde yazan "saf,
doğal, natürel, organik...vb yazan etikete bakarak sepetimize atıyoruz. Dünyaca
ünlü büyük bir süpermarket zincirinde çalışan bir tanıdığımın anlattıkları ile
irkilmiştim. Büyük süpermarket müşteri satın almak istediği bazı sebzeler için
Antalya'daki sera işletmecisine sipariş geçiyor. Sipariş geçildiği anda ürünler
ekiliyor. Teslim süresi olan 3-4 hafta içinde yetiştirilip, hasat edilip,
paketlenip sevkıyata hazır hale getiriliyor. Yani full otomasyon, full
endüstriyel yiyoruz. Güler misiniz yoksa ağlar mısınız? Şaka gibi ancak tamamen gerçek. Tıpkı
hızla endüstriyel olarak yetiştirilip 3-4 hafta içinde kesime hazır hale
getirilen tavuklar gibi. Yada her gün yediğimiz yumurtaları yumurtlayan o güzel
tavukların, her geçen gün artan şekilde insanoğlunun daha yüksek verim
alabilmesi ve zenginleşebilmesi için endüstriyel ve biyokimyasal olarak
zorlanmaları gibi!