Avrupa’daki tüm toplumsal kurallar uzlaşma ve paylaşım üzerine kurulu
iken, bizim düzenimiz çatışma, kavga ve güç üzerine kuruludur. Bu en basitinden
meslekler arası gelir adaletinden öğrencilerin üniversiteye giriş sistemine,
toplumsal saygınlık ölçülerine kadar neredeyse tüm alanlarda çatışma kültürü kendi
belli eder. Devlet ve toplumsal geleneğimiz de güç odaklı ve şiddet temellidir.
Sokakta, okulda, futbolda, kışlada, ailede, trafikte yaşadığımız sorunlarımızı konuşarak
çözmek yerine şiddetle çözme eğilimindeyiz. Bunun sebebi; içimizdeki vahşi yanın
hala çok güçlü olmasının yanında, yüzyıllardır oturmuş bir hak anlayışı ve hukuk
sisteminden yoksun olmamız olabilir. Hakkımızın yenmemesi için bilek gücüne ve her
daim güçlü olma gereğine dair derin bir inanışa sahibiz. Günümüz siyasi ve toplumsal
münakaşanın kök sebebinde bu gerçek yatmaktadır. Çoğu şiddet refleksimiz, haklarımızın
her an çiğnenme riski altında bulunması nedeniyledir. Bu nedenle toplumuzda “kaba
güç” kutsanmaktadır. Güçlü devlet, güçlü lider, güçlü birey, güçlü adam, güçlü kadın,
güçlü şirket…gibi algılar toplumumuzda en
çok önem verilen değerlerdendir. Güç odaklı olmamızı tarihimize baktığımız zaman
çok daha net olarak görebiliriz. Tarihimizde Türklerin kurduğu küçük devletler
ve beylikler, hiç bir zaman kendi rızaları ile bir araya gelip birlik olamamış,
ancak kendinden daha güçlü ve onları hizaya sokan büyük bir güç varsa (zorla) itaat
etmişlerdir. Dominant büyük güç zayıfladığı anda küçük devletler ve beylikler bulundukları
devletten ayrılarak, kendi adlarına hutbe okutup, para bastırarak kendi devletçiklerini
kurmuşlardır. Bu yüzden uzlaşma, şefkat ve merhamet kültürü değil de, kaba gücü
yüceltme ve ululama kültürü genlerimize kadar işlemiştir. Halbuki ileri toplumlarda
kaba güç kutsanmaz, hatta aşağılanır ve sert bir şekilde cezalandırılır. Bireylerin
güvenliği, özgürlüğü, ruhsal ve bedensel bütünlüğü devletin koruması altındadır.
İleri toplumlarda devlet, bırakınız kaba kuvveti, sözlü yada psikolojik saldırıyı
dahi şiddetle cezalandırır. Ancak bizdeki durum tam tersidir. Toplumumuz da şiddeti
içselleştirmiş durumdadır. Ülkemizde spor olarak beyzbol oynanmadığı halde, beyzbol
sopası satışlarının oldukça yüksek olmasının nedeni budur. Çünkü, arabasının sürücü
koltuğunun altında beyzbol sopası yada levye bulunduran vatandaş sayısı hiç de az
değildir! Güçlü olanın yüceltildiği, itaat edildiği bizim kültürümüze devletimiz
şiddete uğrayan insanlarını korumaktan acizdir! Sokakta karısını yada çocuklarını
döven bir adama, dahi çevreden bu durumu görenler genelde “kol kırılır yen
içinde kalır” anlayışıyla müdahale etmezler. Çünkü bu tarz durumlar aile içinde
olağan kabul edilir. Fiziksel olarak güçlü olan ve çevresine şiddet uygulayan kişiler
de toplumumuzda (korku nedeniyle) saygı görür. Hatta şiddet uygulayan kişiler toplumda
bir kahraman gibi muamele görebilirler. Eşkıyalığın ve mafya
organizasyonlarının liderleri adeta bir kahraman gibi saygı ve sevgi görürler. Öyle
ki; geçmişte karısını dövdüğü gazetelerde haber olan ünlü bir türkücünün kadınlar
matinesinde, bazı kadınlarımız ünlü türkücüye seslenip; “Beni de döv ....... “diye
kendilerini sahneye atabilmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder