Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

16 Nisan 2017 Pazar

Siyasi Sistemimizin İşleyişinin Çarpıklığı

Hayatımın hissedebildiğim dönüm noktası olan 35-40 yaşlarıma kadar çok politize olmuş bir insandım. Gençlik yıllarında sol ideoloji ve sosyalizm beni derinden etkilemişti. Belki bunun sebebi hayranı olduğum Ahmet Kaya, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar ve arkadaş çevremdi. Yüksek Okul yıllarında ise milliyetçi arkadaşlarımdan dolayı, milliyetçi, ülkücü camiaya da ilgi duymuştum. Komünizmin çökmesi sonucu insanlara umut olacak bir ideoloji olmaktan çıkması ve memleketimizdeki sol partilerin oldukça halktan kopuk olmaları nedeniyle genelde liberal ve muhafazakar partilere oy verdim. Çünkü sol partilerin yapması gereken aş, iş, özgürlük mücadelesini muhafazakar ve liberal partiler veriyordu. Liberalleşme konusunda yine muhafazakar partiler başı çekiyordu. Ancak liberal orta sağ partiler de, kısa bir başarı döneminden sonra ciddi bir yolsuzluk ve bozulma sürecine girdiler. Aynı şekilde, muhafazakar partilerin de bozulması ve yolsuzluklara karışması da çok uzun sürmedi. Sanki çağdaş filozof Lord Acton'un dediği, "İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak yozlaştırır." sözü doğrulanıyordu. Son 3-4 seçimde ise oy kullanmadım. Oy kullanmama nedenim, geç de olsa ülkemizdeki demokrasinin sözde bir demokrasi olduğunu anlamış olmamdı.  Meğerse yıllardır inandığımın aksine ülkemizdei demokrasi aslında "mış" gibi bir demokrasiymiş. Demokrasi varmış gibi görünen sistemimiz, aslında çoğulculuğa ve halka dayanmıyormuş.

Anayasamıza bakacak olursanız, ülkemizin yönetim şekli demokratik cumhuriyettir. Ülkemizde yönetime talip olan siyasi partiler ve onların milletvekilleri de kuşkusuz halkın oyları ile seçilirler. Buraya kadar herşey normal görünüyor. Ancak ironik bir şekilde, demokrasinin temel direği olan siyasi partilerimizin içlerinde demokrasi yoktur. Ülkemizdeki neredeyse tüm partiler, bu partileri yöneten liderlerin iki dudağı arasından çıkan emirlerle yönetilirler. Neredeyse tüm liderler, partilerini sanki o siyasi parti babasından kalma tapulu malıymış gibi, tek adam şeklinde yönetirler. Parti liderlerinin astığı astık, kestiği kestiktir. Kimse liderin tasarruflarını sorgulayamaz. Parti lideri koltuğunda kendi canının istediği kadar oturabilir. Partilerini iktidara taşımak bir yana, onlarca seçim kaybetmiş birer başarısızlık abidesi olsalar da parti liderleri, ölünceye kadar koltuklarını bırakmazlar. Peki bu başarısız liderler istenmedikleri makamlarda ve partilerinin başında kalmayı nasıl başarıyorlar? Çünkü, ülkemizdeki siyasi partiler yasası, parti liderleri ve parti üst yönetimine verilmemesi gereken yetkiler veriyor. Parti liderleri ve yönetimleri, parti yönetimlerini belirleyen parti delegelerini kendileri belirleyebiliyorlar. Evet, garip ama yumurta tavuktan çıkıyor, tavuk da yumurtadan. Parti liderinin başa geldikten sonra ilk yaptığı iş, bu döngüyü garanti altına alacak şekilde, kendi koltuğunu sağlama alacak icraatleri yapmak oluyor. Yani, parti liderleri, parti delegelerini seçiyor, delegeler de parti kongrelerininde kendilerini o makama getiren parti yönetimlerini seçiyorlar. Parti liderinin seçtiği delegelerin başka bir adaya oy vermesini beklemek zaten saflık olmaz mı? Yani al gülüm ver gülüm olayı ve bir çıkmaz döngü asla kırılamıyor. Parti yönetimi ve lider 10 seçim bile kaybetse, kongrelerde seçilmeye devam ediyor. Ülkemizdeki partilerin yönetimlerine bakarsanız bu gerçeği gözünüzün gözbebeğine batacak çıplaklıkta görebilirsiniz. Üstelik bu lidere dayalı yönetim düzeni ve anlayışı bütün partilerimizde aynıdır. Bu yüzden parti kongreleri öncelikle usul tartışmaları ile geçer. Kongrenin blok liste mi, yoksa çarşaf liste ile mi yapılması gerektiği konusunda kavgalar çıkar. Liderler antidemokratik bir bir durum olmasına rağmen blok liste isterler. Çünkü, çarşaf liste, kendi hegemonyalarını zayıflatır. Çünkü blok liste, halkın, yani teşkilatların seslerini bastırmaktır. Bu yüzden, blok listenin demokratik bir ülkede olmaması gerekir. Ama tüm partilerimizin kongrelerine dikkat ederseniz, genelde blok liste, tek başkan adayı, tek yönetim kadrosu anlayışı baskındır. Farklı sesin, farklı kadroların, farklı adayların çıkamadığı partilerden de, farklı, alternatifler ve yeni politikalar çıkmaz. Sadece statükocu ve hegemonyacı yönetimler çıkar. Bu yüzden alternatif politikalar üretebilecek akıllı, başarılı, parlak simalar partilerimizin yönetimlerine bir türlü giremezler. Önlerindeki görünmez duvarlar adeta Çin seddi gibi dikilir. Sadece liderlerine en çok bağlı, en sadık ve en itaatkar tipler parti kadrolarına girebilirler. Bu gözle görünmez duvar ve dile getirilmeyen mekanizmadan tüm parti liderleri çok memnundur.

Ama bu (güya demokratik) parti düzeninde eksik tek bir şey vardır o da "halk"tır. Yani demokrasinin olmazsa olmazı olan halk. Dikkatlice incelerseniz bu sistemde halk yoktur. Hani seçimden seçime hatırlanan, seçimlerde siyasi partilerin liderlerinin işaret ettiği adaylara oy atmaktan öte bir fonksiyonu olmayan halk. Siyasi partilerin sadece tavanını değil, tabanlarını oluşturan yerel teşkilatlar ve yönetimlerini de belirlemesi gereken "halk” hiç ortada yoktur. Halk sadece seçimden seçime, parti liderlerini gösterdiği adaylara oy atmak için vardır. Bizi Batı demokrasilerinden ayıran en büyük fark da budur. Batı demokrasilerinde, delegeler ve yerel yönetimler parti liderleri ve üst yönetimleri tarafından domine edilemez. Halk, partilerin yerel yönetimleri delegeler üzerinde tam olara belirleyicidir. Parti delegeleri lidere değil, temsil ettikleri halka ve yerel yönetimlere karşı sorumludur. Delegelerin kendilerini seçen halka karşı hesap verme zorunlulukları olduğu için, kongre zamanlarında parti liderlerinin ve parti üst yönetiminin etkisinde kalmazlar. Oylarını vicdanlarının ışığında ve halk yararına kullanırlar. Bu yüzden Batı demokrasilerinde seçim kaybeden partilerin liderleri ve yönetimleri, o işgal ettikleri koltuklarda ve makamlarda oturmaya devam edemez, anında istifa edip çekilirler. Aksi halde oturdukları o koltukların, kendileri için ateşten bir gömleğe dönüşeceğini bilirler. İşi o noktaya getirmeden, onurları ile istifa ederek giderler. Japonya’da, halka verdiği sözleri yerine getiremediği için harakiri yapan devlet adamları bile vardır. Ama biz istifa mekanizmasına bile razıyızdır. O yüzden sık sık Avrupa seçimlerinden sonra, siyasi parti liderlerinin istifa ettiklerine şahit olur, şaşırırız. Böylesi ilkeli ve onurlu davranışların bizim siyasilerimizde olmamasından dolayı kızar, bizim siyasi parti liderlerinin yüzsüz bir  şekilde sahip oldukları koltuklara yapışıp kalmalarına üzülürüz. Üstelik Avrupa'da siyasi parti liderlerinin istifa etmeleri içi, seçim kaybetmeleri de gerekmez. Sözünde duramadığını, vaadlerini gerçekleştiremediğini yada halkın kendine olan güvenini kaybettiğini gören bir çok parti lideri ve siyasetçi seçimleri dahi beklemeden, onurları için istifa edip giderler. Örneğin seçimleri kazanmasına rağmen, Brexit oylaması ile halkının ona olan güvenini kaybettiğini öne sürerek istifa eden İngiltere başbakanı David Cameron buna örnektir. Seçimlerde 1. parti olmasına rağmen, partisinin oylarını düşürdüğü için istifa eden parti lideri de çoktur. Halbuki bizde 20 seçim de kaybeden partilerin liderleri, oylarını artırmak bir yana, partisinin oylarını sürekli düşüren partilerin liderleri ve yönetim kadroları, halkın ve kendi partilerinin tabanının dahi güven duymadığı parti liderleri ve üst yönetim kadroları, sahip oldukları o makamlarda pişkin bir şekilde oturmaya devam edebilmektedirler. Çünkü, bizim sistemimizde lider her şeyin sahibidir. Delegeleri delege yapan, milletvekillerini milletvekili yapan kişi parti tabanı, yani halk değil liderdir. Bu yüzden delegeler kendini halka değil, lidere karşı sorumlu hissederler. Bu sayede liderler de koltuklarında istedikleri kadar kalırlar. Ancak aslında kabahat yüzsüz siyasetçilerde ve sorumsuz delegelerde değildir. Esas suç, liderlerin koltuklarını sürekli olarak sağlama alan siyasi partiler yasasını sorgulamayan toplumda, yani bizdedir. Zira her halk layık olduğu şekilde yönetilmektedir. Bizler çok politize bir halk olduğumuz için, kendi partimizin ideolojisi gözümüzü kör etmiştir. Hepimiz takım tutar gibi kendi partimizi tutar, körü körüne parti ideolojisini savunuruz. Diğer görüşleri ise göz ardı eder, susturmaya çalışırız. Demokrasicilik oynayarak, her seçimde tuttuğumuz partinin amblemine oyumuzu basar, bunu da demokrasi zannederiz. Kimsenin aklına bu çarpık sistemi tartışmak, daha adil, katılımcı ve halka dayanan bir demokrasi talep etmek gelmez. Siyasi bölünmüşlük, kutuplaşma ve her dönemin ağır siyasi tartışma atmosferinden dolayı, mevcut siyasi sistemi tartışmaya sıra bir türlü gelmez.

Halk olarak liderlerin delegeleri seçtiği, delegelerin de lideri ve üst kadroları seçtiği bu sistemi sorgulayıp değiştirmediğimiz sürece gerçek bir demokrasiye kavuşamayacağız. Sadece seçimlerde partilerin amblemine ve liderlerin seçtiği adamlara oy basarak kendimizi demokratik bir ülkede yaşadığımızı zannetmeye devam edeceğiz. Bu mevcut sistem değişmeden, ülkede hiçbir şey değişmez. Çünkü, mevcut sistem ile siyasi partilerde yenilenme olamaz. Üstelik mevcut sistemde iyi, başarılı ve idealist insanlar barınamaz. Bu sistemde sadece lidere yakın olan insanlar, liderin her söylediğine kayıtsız şartsız itaat ve  biat edenler ayakta kalabilir. Halbuki gerçek bir toplumsal ve siyasi aydınlanma ancak aşağıdan yukarıya doğru gerçekleşebilir. Bu yüzden artık partileri ve liderleri tartışmayı bırakmamız gerekiyor. Çünkü, artık süper kahramanlardan ziyade sadece işleyen bir siyasi sisteme ihtiyacımız var. Bizler de, bireyler olarak liderlerin değil sistemin savunucusu olmalıyız! Farklı görüşlerden insanlar olarak bir araya gelip, ortak bir paydada buluşamazsak, toplum olarak hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Bu yüzden siyasetin işleyiş tarzından rahatsızlık duyup, şikayet edip durduğumuz halde hiçbir şeyi değiştiremiyoruz. Çünkü, asgari müştereklerde ve ilkelerde buluşmak yerine, kendi siyasi görüşümüzü ve tezlerimizi tüm topluma zorla empoze etmeye çalışıyoruz. Aslında siyaset kurumu ve yöneticiler bizim aramızdan çıkan insanlardır. Biz neysek siyasetçiler de o dur. Dolayısıyla siyasi partileri, liderleri, siyasetçileri değiştirmeye çalışmak yerine kendimizi değiştirirerek toplumsal aydınlanmaya erişebiliriz. O zaman siyaset biz oluruz, siyaset de bizden olur. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

Bumerang - Yazarkafe