Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

25 Mart 2018 Pazar

Vizyon Misyon Sözlerinin Klişeler Ötesindeki Önemi ve Google

Vizyon-Misyon Sözlerinin Klişeler Ötesindeki Önemi & Google

"Paradan başka bir şey getirmeyen şirket, zavallı bir şirkettir!" Henry Ford

Her kurumun ve her kurumsal olma iddiasındaki şirketin genel merkezinde, kurumsal dökümanlarında ve internet sitelerinde "Vizyonumuz ve misyonumuz" adlı bildirgeler bulunur. Bu misyon ve vizyon bildirgeleri, şirketin yada kurumun değerlerini, amaçlarını, insanlığa ve topluma, olan borçlarını açıkladıkları manifestolar ve referans bildirgeleridir.  Ancak her şeyin tüketildiği ve dejenerasyona uğratıldığı günümüzde, anlı şanlı "vizyon ve misyon" sözlerinin anlamları da tüketilmiş ve klişe sözcüklere dönüşmüştür.  Çoğunlukla tek tip, basmakalıp, klişeleşmiş bu "misyon ve vizyon" sözleri gösterişli sloganlar olmanın ötesine geçemez olmuşlardır. Bu havalı misyon-vizyon sözleri anlı şanlı şirketlerimizin ana merkezlerinde, faaliyet belgelerinde ve kurumsal dökümanlarında büyük bronz harflerle yazılsalar da, gerçek anlamlarından uzak bir şekilde üzeri tozlu tozlanmaya bırakılmışlardır. Şirketleri yönetenler ve şirket çalışanlarının birçoğu bu sözlerin farkında bile değildirler. Bu yüzden büyük şirketler vizyon ve misyon sözlerini çalışanlarına zorla ezberlettirirler. Zaten farkındalığı olan yöneticiler de bu süslü sözlerin sadece o şirketi kurumsal olduğunu göstermek amacıyla yazılmış sloganlar olduğunu bilirler. Vizyon ve misyonun önemi, kurumsal dökümanlara yazılmış süslü sözler olmasından öte, aslında o şirketin veya kurumun gerçekteki değerlerini göstermektedir. Stephen Covey, “Vizyon bir değerler bütünüdür. Basmakalıp süslü sözlerden öte, hedefinize doğru giderken değerlerinizi, dayanaklarınızı, nelerden güç aldığınızı, sizi siz yapan unsurları ifade etmektedir. Vizyonunuz sizin ne kadar uzağa bakabildiğinizi gösterir." der.

Sadece çok para kazanıp, çok karlı olmayı istemenin o şirketi karlı, büyük ve zengin yapmayacağını Henry Ford daha işin başındayken fark etmişti. Zira Ford, zenginlik için zenginliği aşan, para için ise parayı aşan bir vizyon gerektiğini öğrenmişti. Eğer bir şirket değerlerinde karlılıktan öte bir iyilik amacı varsa, paradan daha önemli hedefler güdüyorsa o şirket çok büyük bir şirket olabilir. Sadece para, ciro ve karlılık hedefi güden şirketler başarılı olamazlar. Bu tür şirketlerin durumu, tıpkı sürekli zenginlik hayali kuran ezik bireyler gibidir. Egosal nedenlerden dolayı zenginlik hayali kuran insanlar kazara zengin olsalar bile, çoğunlukla bu durumu kaldıramazlar, kısa süre içinde ya servetlerini bilinçsizce tüketirler ya da hayatlarını perişan ederler. Zira, herkes bir gün çok para kazanabilir yada zengin olabilir, ancak çok az kimse parasını düzgün ve yerinde harcayabilir. Çünkü, paranın nasıl harcanacağını bilmek için kültür ve vizyon gerekir. Tıpkı bu örnekteki zenginlik hayali kuran bireyler gibi, sadece ekonomik büyüklük hayali kuran şirketler zihinsel dönüşümü gerçekleştiremezler. Sahip oldukları durum ile, hedefledikleri yer arasında sorunlar vardır. Ciro, para ve karlılık oranları o şirketleri esir alarak kurumsal değerlerini bloke eder. Sadece hedefi zengin olmak olan bir insanın, motivasyonunu devam ettirmesinin zorluğunda olduğu gibi, sadece en büyük ve en karlı olmak isteyen şirketlerin de motivasyonları sürdürülebilir değildir. Yolun bir noktasında zaafiyet geçirir ve havlu atarlar. Zengin olabilmek için parayı aşan bir vizyon, güçlü olabilmek için ise gücü alan bir vizyon gereklidir. Büyük olabilmek ve büyük kalabilmek için parayı ve karlılığı aşan içselleştirilmiş bir kurumsal vizyon gereklidir. Örneğin Google'ı "Google" yapan vizyonu ele alalım. Google’ın vizyonu en kısa zamanda dünyanın en büyük, en karlı ve en zengin şirketi olmak mıdır? Eğer Google, dünyanın en karlı ve en büyük şirketi olmak isteseydi, hayatımızda devrim yaratan "Google Maps" gibi uygulamaları, milyarlarca kullanıcıya ücretsiz kullandırmaz, Google Maps'in kaynak kodlarını yazılım geliştirebilmeleri için geliştiricilere ücretsiz olarak sunmazdı. Hayır, Google eğer dünyanın en büyük şirketi olmak isteseydi, hiçbir karşılığı olmadan kara kıta Afrika'ya havada asılı duran balonlarla internet getirebilmek için yatırıma kalkışmazdı. Hayır, Google dünyanın bir numaralı şirketi olmak isteseydi, günümüzde "Apple" şirketinin ücretli olarak kullandırdığı, "Drive, Photos gibi onlarca Cloud hizmetini milyonlarca son kullanıcının hizmetine ücretsiz olarak sunmazdı. Tam tersine, Google'ın hiçbir uygulaması direkt olarak son kullanıcıya birşeyler satma amacı gütmeyip. gelirlerini, Google maps, YouTube gibi inovatif ve yeni pazarlar oluşturan uygulamaları yaygınlaştıkça, reklam vermek isteyen ve uygulamalarının avantajlarından yararlanmak isteyen firmalardan elde etmektedir. Google, milyonlarca dolar ödeyerek ve büyük emeklerle oluşturulan kaynak kodlarını bütün insanlığa, developperlara ve hatta isteyen son kullanıcılara açmaktadır. Google’ın tüm dünya insanlarının hayatına getirdiği kolaylıklar ne kadar büyük bir lütuf ve nimet! Ancak bu büyük vizyonu sayesinde Google çok kısa bir süre içinde dünyanın en büyük şirketlerinden birisi olmuştur. İnanıyorum ki, çok yakın bir gecekte, "Apple" şirketinin de önüne geçebilecektir.

Bu dünya üstünde sadece şirketlerin ve kurumların değil, bireylerin de bir vizyonu ve misyonu vardır. Stephen Covey - Etkili insanların 7 alışkanlığı adlı eserinde, bireylerin de misyon ve vizyon bildirimlerine sahip olmaları gerektiğinden söz eder. Covey, bireysel olarak değerlerimizi, amaçlarımızı, ilkelerimizi, referanslarımızı, hayatta, dünyada ne yapmak istediğimizi yazmamız gerektiğini söylüyor. Her gün yaşamımızı küçük görevler, küçük hesaplar ve günlük kaygılarla tüketmektense, birkaç haftamızı, ayımızı belki yılımızı, kendimizin bu dünyadaki amaçlarımız üstünde düşünmeye ve menkıbemizi bulmaya ayırabiliriz. Kişisel vizyon ve misyon manifestomuz ihmale gelmeyecek kadar önemlidir. Çünkü kalıcı ve etkili değişiklikler, değerler ve ilkelerden gelir. Ancak o taktirde görünüşte imkansız olan değişiklikleri gerçekleştirebilir, görünüşte imkansız görünen işleri başarabiliriz. Kendi kişisel menkıbemizi bulmak bizi motive edip, hayatımıza aradığımız anlamı getirecek ve bizi harekete geçiren güç haline dönüşecektir. 

3 Mart 2018 Cumartesi

Tuvalet Kültürü ve Medeniyet İlişkisi


İlk Modern Tuvalet

Kültürel bir gezi için gittiğim Gaziantep'te Zeugma antik kentinin kalıntılarının ve birbirinden muhteşem mozaiklerinin sergilendiği "Zeugma Müzesi"ni de ziyaret etme şansı bulmuştum. Herbiri birbirinden güzel antik Yunan döneminin mitolojik efsanelerinin resmedildiği eşsiz güzellikteki mozaikleri ile Zeugma, belkide dünyanın en güzel müzelerinden birisidir. Bu müzedeki muhteşem mozaiklerin yanında beni en çok etkileyen şey, o dönemin yöneticilerinin yaşadığı sarayın (buluntular ikiz villa tabir edilen aslında her biri birer saray olan yerleşim yeridir) kalıntıları idi. Bu kalıntılar arasında en çok dikkatimi çeken şeylerden biri; oturmalı, temizlenme suyu olan, kanalizasyonu olan ilk modern tuvaletin atası sayılabilek olan tuvaleti görmekti. Resimlerden de görülebileceği üzere yan yana olan iki tuvalette iki soylu yan yana oturup, konuşarak, devlet işlerini hallederek hacetlerini giderebiliyorlarmış. Tuvaletlerin dikkat çeken yönü, temizlenme amaçlı olarak ön taraftan akar su şeklinde gelen temiz su, arka taraftan pis su olarak ayrılmakta, sonunda dünyanın ilk modern kanalizasyon borularına bağlanarak pislik uzaklaştırılmaktaydı. Bu ilkel görünen tuvaletler aslında temizlenme (yani taharet) imkanıyla şu anda Batı toplumlarının kullandığı Alafranga tuvaletden bile çok daha ileri noktalardaydı. Ayrıca bu tuvaletler ve kanalizasyon sistemi, Roma İmparatorluğunun temizliğe ne kadar önem verdiğini de gösteriyordu. Benzer şekilde kanalizasyon sistemini ve meşhur Roma hamamlarının antik Roma kenti Pompei harabelerini gezerken de görmüştüm. O dönemin ikiz villasının (saray) kalıntılarından çıkan bu ikiz tuvalet tabiki evin dışındaydı. Ve soğuk havalarda dışarıda tuvaletini yapmak zorunda kalan soylular veya yöneticiler için eziyet verici derecede dondurucu oluyordu. Elbette o dönemin kıvrak zekalı yöneticiler bu sorunun da üstesinden gelmişlerdi. Önce bir çift köle gidip soğuk taşlara oturarak taşları ısıtıyor, sonra da soylular gidip hacetlerini yapıyorlardı. Müthiş pratik ve işe yarayan bir metod bulmuş olan dönemin Roma İmparatorluğu yöneticilerini çok taktir etmiştim. Daha sonra tuvalet kültürü üstünde düşünmeye başladım. Binyıllar öncesinden günümüze gelene kadar olan tuvalet kültürünün evrimini araştırmaya karar verdim.



Tuvalet, tüm dünyada sıklıkla WC olarak tanımlanmasıyla ortak bir isimde buluşmuştur. WC, tanım olarak İngilizce'den "water closet"in kısaltmasıdır. Ülkemizde ise, tuvalet, WC, Yüznumara, Hela, Kubur, Ayak yolu...vb isimlerle anılan tuvalet, Batı'da "rest room" yani, rahatlama odası olarak da anılıyor. Tuvalet en çok rahatladığımız yerlerden birisi olması şaşırtıcı değildir. Tuvalette yaşanan rahatlamanın, beynimizi derin dinlenme, yani alfa moduna soktuğu yapılan bilimsel tespitlerle de kanıtlanmıştır. Bu yüzden hayatımızda en  önemli şeylerin çoğunlukla tuvaletteyken aklımıza gelmesi insanı şaşırmaması gerekir. Belki bu yüzden "Türkün aklının ya sıçarken, yada kaçarken gelir.” sözü bir deyim haline gelmiştir. Kimi araştırmalara göre, insanlar olarak ömrümüzün bir yıldan fazlası bir zamanı tuvalette geçiriyoruz. Dolayısıyla, insan medeniyeti ve tuvalet arasındaki bağlantı çok güçlüdür. İnsan medeniyetinin ulaştığı noktayı tuvaletlerin geldiği noktadan anlayabilirsiniz. Ulusların tuvalet alışkanlıklarından ve temizlik kültüründen medeniyetlerinin durumu hakkında genel bir kanıya varabilirsiniz. Bir ülkenin umumi tuvaletlerinin temizliğine ve fiziki durumuna bakarak, o ülkenin gelişmiş ve medeni bir ülke olduğunu yada olmadığını anlayabilirsiniz. Diş macunu gibi tuvalet kağıdı tüketimi de, gelişmişlik ve medeniyet ölçütlerinden biridir. Tuvalet kültürü aynı zamanda ayrışmanın, ön yargının ve medeniyet çatışmasının da sembolüdür. Milletler diğer milletleri temiz olmadıkları ve tuvalet kültürü olmadıkları gerekçesi ile eleştirir ve hatta kimi zaman da aşağılarlar. Batılılar Doğuluları hoyrat, kaba ve gayri medeni buldukları gibi, yeterince temiz olmamakla, tuvaletlerini çağdışı ve ilkel olmakla eleştirirler. Doğulular ve bizim gibi Ortadoğulular da Batılıları yeterince kişisel temizlik yapmadıkları, büyük tuvaletlerini yaptıktan sonra (taharet musluğu olmadığı için) popolarını yıkamadıkları için eleştirirler. Bitmeyen Doğu-Batı, Gelişmişlik - Az gelişmişlik, Temiz-Pis, kavgaları gibi, medeniyet kavgaları zaman zaman Alaturka tuvalet ile Alafranga tuvalet kültürü üstünden yürümektedir.

Alafranga-Alaturka Savaşları

Kuşkusuz insanların atalarından öğrendiği tuvalet alışkanlığını değiştirmeleri çok zordur. Bu yüzden bizim ülkemizde de Alaturka tuvalet severler ile Alafranga tuvalet severler arasında hangi sistemin daha temiz ve makbul olduğu konusunda bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalar sürüp gitmektedir. Özellikle Alaturka tuvaletin yaygın olduğu mütedeyyin ve geniş halk kesiminin bir kısmı, Alafranga tuvalet kullanmayı iğrenç ve İslami temizlik anlayışına aykırı bulmaktadır. Kimilerine göre, alafranga tuvaletin kapağını indirerek oturmak, o tuvalet kapağının plastiğinin bedenine, bacaklarına ve kalçalarına değme hissi çok iğrenç gelmektedir. Çünkü, bu tuvaleti kapağını kaldırmadan ayakta kullanan erkeklerin çişlerini sağa sola, oturma kapağına sıçratma ihtimali bu tuvaleti kullanma fikrini iğrençleştirmektedir. Alafranga severler ise Alaturka tuvaleti çağ dışı, pis ve iğrenç bulmaktadırlar. Onlar için, tuvalete başkalarının kullandığı terlik ile girmek zorunda kalmak, taharet maşrapası kullanmak, bazı erkeklerin ayakta yapmasından dolayı çişlerinin her yere, terliklere, maşrapaya sıçramış olma ihtimali bu tuvaleti kullanmayı iğrençleştirmektedir. Ben ise bu iki tuvaleti de kullanmaya alışan birisi olarak bu duyguların ikisini de yaşadım.  Ben Alaturka tuvaletin dahi olmadığı bir köyde doğdum. Alt katta hayvanların ahırlarının olduğu köyümüz evlerinde, insanların odaları ve tuvaletleri ikinci katta olup, evler tahta ve kalın odunlardan yapılmıştı. Tuvalet denilen yer, altı boş olup, küçük bir çocuğun içinden geçip düşebileceği büyüklükte sadece küçük bir delik olan bir küçük oda demekti. O zamanlar köyümüzde lağım çukuru bile yoktu. Büyük tuvaletinizi yaptığınızda, bıraktığınız emanetlerin ikinci kattan aşağıya yere düşüşüne şahit olabiliyordunuz. Yani, tuvaletin kullanıldığı dışarıdan görülebiliyordu. Çocukluğumda, büyük tuvaletimi yaparken, aşağıdan bostandan birinin geçerek popomu görme ihtimalinin yanında, delikten aşağı düşme endişesi taşıdığım da olurdu! Çünkü, delik küçük bir çocuğun düşebileceği kadar genişti. Bir de, tuvaletin ıslanmaktan dolayı çürümüş ve esneyen tahta zemini çocukluğumda beni güvensiz hissettirirdi. Ama bu sistem de çömelerek yapıldığı için Alaturka sistemine yakındı. Ortaokul ve lise yıllarımın geçtiği Gebze'deki evimizde ve o dönemki tüm çevremizde ise Alaturka tuvalet kültürü hakimdi. Alafranga tuvalet sistemini görmüşlüğüm olsa bile, kullanımı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ta ki Yüksekokul eğitimim için gittiğim Burdur'da ilk gece kalmak zorunda olduğum otel odasına kadar. Yurt kaydım olmadığı için, ilk gece bir otelde kalmak zorundaydım. Konaklamak için o dönem Burdur'un en güzel oteli olan, Hoşafçı Oteli seçmiştim. Yüksekokula kayıt ve yerleşme telaşı yaşadığım o ilk gün, midemde ve bağırsaklarımda da sorunlar yaşıyordum. Huzurlu bir şekilde tuvaletimi yapmaya ihtiyacım olduğu o gece Alafranga tuvalet ile yüzleşmek zorunda kaldım. Çünkü odada sadece Alafranga tuvalet mevcuttu. Bense acilen oturmam gereken bu tuvalete nedense bir türlü oturamıyordum. Benden önce başkalarının da oturduğu o oturma yerine oturmak bana iğrenç geliyordu. Birkaç defa çaresizce tuvaletin etrafında dolandım durdum. Artık bağırsaklarım patlamak üzere idi. O yıllar gibi gelen bir kaç saniye içinde aklıma bir fikir geldi. Tuvaletin kapağını kaldıracak, üstüne çıkıp, tuvaletin kenarlarında ayakkabılarımla basarak atalarımdan öğrendiğim gibi çömelerek tuvaletimi yapacaktım. Evet çok akıllıca bir fikir gibi görünen bu tehlikeli girişimi uyguladım. Düşme korkusu ve ölüm tehlikesi geçirerek büyük tuvaletimi sorunsuzca yaptım. Artık o andan sonra benim için Alafranga tuvalet bitmişti. Bu tuvaleti tasarlayanlardan ve buraya koyanlara küfürler ettim! Şükür ki, bu badireyi de atlatmıştım. Ama doğru düzgün temizlenemediğim için hemen bir duş alarak kendimi ancak temiz hissedebildim. Sonrasında neredeyse on yıl Alafranga tuvalete oturmadım. 28 yaşımda satın aldığımız ilk evimizde Alafranga tuvalet olduğu için zamanla bu tuvalete oturmaya alışmak zorunda kaldım. Zamanla Alaturka tuvaletten daha çok sevdim. Çünkü Alafranga tuvalet ile oturarak yapıldığında Alaturka tuvalet gibi ıslanmıyor ve hiçbir yere pislik sıçramıyor ve tuvalet temiz kalıyordu. Ama bunu anlayabilmek için, yüzleşme yaşamam,  deneyimlemem ve ön yargılarımdan kurtulmam gerekiyordu. Şimdi ise ben Alaturka tuvaleti çok iğrenç, ıslak, kirli ve rahatsız buluyorum. Ama insanların atalarından görerek alıştıkları tuvaletin dışındaki sistemlere ön yargılı bakmalarını gayet iyi bir şekilde anlayabiliyorum. Ancak, biz Türkler değişime çok açık, şartlara çok hızlı adapte olabilen bir halkız. Bu da bizi güçlü kılıyor. Darwin; "Doğada güçlü ve akıllı olanlar değil, şartlara en hızlı adapte olabilenler hayatta kalabilirler." demiştir. Halk olarak 30 yıl önce baskın olan Alaturka tuvalet kültüründen, çoğunluğun Alafranga tuvalet kültürüne geçtiği günümüzde ne kadar büyük çaplı bir kültürel değişime uğradığımızı da anlayabilirsiniz. Alafranga tuvalete geçiş hızımız bizim kolay dejenere olabilen bir halk olduğumuzu ortaya koyduğu gibi, zamana, şartlara ve değişimlere ne kadar hızlı adapte olabildiğimizin de bir kanıtıdır. Bu yüzden, Türk milletinin en güçlü yönü olan adaptasyon ve hayatta kalma genleri sayesinde binyıllar öncesinden gelen Alaturka ve çömelerek tuvalet yapma kültüründen Alafranga tuvalete onyıllar içinde geçme başarısı hiç de yabana atılabilecek bir şey değildir.


En Büyük Türk Buluşu, Taharet Musluğu

 Biz Türklerin ülkemiz dışında en çok zorlandıkları konu taharet musluğunun olmaması sorunudur. Bir arkadaşım, Avrupa'ya çıktığı zamanlarda gittiği her (büyük) tuvaletten sonra kendini kirli hissettiği için duş aldığını söylemişti. Avrupa ve Amerikada taharet alışkanlığı olmaması yüzünden tuvaletlerinde taharet musluğu da yoktur. Bir Alman arkadaşım ise taharet musluğu için; "Türklerin yaptığı en büyük buluştur." diyerek taharet musluğu çözümünü ne kadar çok beğendiğini söylemişti. Kışın dondurucu seviyede soğuk su gelmesinin dışında sistemin mükemmel bir tasarım olduğunu ifade etmişti. Ancak maalesef bu büyük Türk buluşu nedense Türkiye dışında hiç kabul görmemiştir. Alafranga tuvaletler için biz Türklerin dünya medeniyetine hediye ettiği taharet musluğu çözümü sadece Hristiyan ülkelerde değil, Müslüman Arap ülkelerinde dahi kabul görmemiştir. Bunun nedeni, insanların atalarından öğrendiği en temel alışkanlıklarda olduğu gibi, tuvalet alışkanlığını değiştirmesinin de çok zor olmasıdır. Bu yüzden yurtdışına, özellikle de Avrupa ve Batı ülkelerine seyahat eden Türklerin yemeklerde yanlışlıkla domuz eti yeme endişesi dışındaki en büyük tedirginliği taharet musluksuz tuvaletler olmaktadır. Maalesef havaalanından veya Kapıkuleden çıkar çıkmaz çok sevdiğimiz taharet musluğu ortadan kaybolmaktadır. Bu da pratik çözümler bulmakta çok maharetli olan biz Türklerin farklı çözümler geliştirmesine neden olmaktadır. Kimi tuvalete giderken yanına yarım litrelik pet şişe almakta, kimileri de benim gibi yanına ıslak mendil almakta,  kimileri ise çok daha farklı çözümler geliştirmektedir. Yalnız bir keresinde bir proje için uzun süreli olarak kalabalık bir Türk grubu olarak gittiğimiz Almanya'da, çalıştığımız tesisin tuvaletleri tıkanmıştı. Biz ise duruma ses çıkarmasak da, bu durumun yoğun ıslak mendil kullanımından dolayı kaynaklandığını anlamıştık.


Britanyanın Eski Dönemlerindeki Tuvalet ve Lavabo Kültürü

 Kanalizasyon sistemi ve alışkın olduğumuz tuvaletlerin olmadığı eski Britanyada tuvalet pislikleri bir kovada biriktirilip, belli bir saatte pencerelerden sokağa dökülürmüş. Bu yüzden sık sık oluşan alt kata pislik sıçramalarından sakınmak için Londra'da özel bir mimari gelişmişti. İngiltere'de evlerin pisliklerini rahatça dökebilmeleri ve alt kata sıçratmamaları için üst kata çıktıkça evler üst kata doğru genişleyen bir mimari ile yapılıyordu. Bugün hala bu eski mimari tarzındaki evleri Londra'da veya Edinburgh gibi şehirlerde görmek mümkündür. Edinburgh'da pislik dökme saati ve ritüeli varmış. Zamanın şehir yönetimi herkesin kafasına göre bir zamanda pisliklerini sokağa dökmesini yasaklamış. Çünkü sokaktan geçenler ve ticaret yapan insanlar için pis ve tehlikeli olan tuvalet suyu dökme işi sıkı kurallara bağlanmış. Pislikler her gece sakakta olan insan sayısının en az olduğu saat 23:00 da dökülebiliyormuş. Saat 23:00 ü vurduğunda Edinbrough'lular camlarını açıp Fransızca “su geliyor!” anlamına gelen “leau” (aslında evlerin camından dökülen şey su değil, pislik ile karışık su idi) diye bağırarak sakağa pislik dökebiliyorlarmış. Böylece varsa aşağıdakilerin kaçabilmelerine fırsat tanıyarak pislik içinde kalmalarının ve olası kavgaların önüne geçiyorlarmış. Eğer aşağıda birisi varsa Fransızca “su geliyor!” uyarısıyla son sürat oradan kaçması lazım, yoksa kafasına pislik inecek! Neden bu kelimeyi İngilizce değil de Fransızca kullandıklarına gelince, muhtemelen Fransızca olunca pis su bile olsa kibarlaşıyor ve kulağa hoş geliyor olmasından ötürüydü. Bu hikaye bana Matrix filminden çok sevdiğim bir sahneyi hatırlattı. Seçilmiş kişi Neo ve sevgilisi Trinity onları Matrixe ulaştıracak Anahtarcıyı bulmak üzere kendi başına bir kişi (sistem) olan Merovingian’a müracaat ederler. Oldukça egosu yüksek olan Merovingian, onlara yardım etmediği gibi, söz aralarında sürekli olarak Fransızca kelimeler kullanarak bol bol nutuk atmaktadır. Merovingian; "Fransızcayı çok seviyorum, özellikle de küfürlerini. Bu öyle bir his ki, sanki tuvaletten sonra kıçımı ipek mendillerle silmek gibi bir şey!" diyordu. Tabiki Edinburgh’da gece geç saatlerde pislik kovalarının boşaltılması, sokakta kimselerin olmadığı anlamına gelmiyordu. O devirlerde tüm barlar gece saat 22:00 da kapanıyormuş. Bir çok insan sarhoş olarak barlardan çıkıp evinin yolunu bularak evine ulaşabildiği saatlerde pislik döküm saati başlıyormuş. Bu yüzden sarhoş olan insanlar ya sokaklarda bok içinde sızmış olarak, yada evlerine kafasından aşağı pislikler içinde dönüyorlarmış. Sarhoş olmanın bedeli veya cezası gibi bir şey. Bu konuda bir diğer ilginç bilgi de, alt katlarda oturup da, üstten dökülen pisliklerin duvarlarına ve camlarına sıçramasına maruz kalan insanların fakirler değil de, tam tersi en zengin insanlar olmasıymış. Çünkü, o devirlerde çok sık olan yangınlardan dolayı, bir çok insan evinden çıkamadan hayatını kaybetmekteymiş. Bu yüzden, yangında, kaçması en kolay olan alt kat dairelerin ve evlerin fiyatı çok pahalı olduğu için, alt katlarda sadece zenginler kalabiliyorlarmış. Sanırım, fakirler de, fakirliklerini ve ezilmişliklerini zenginlerin üstlerinden pisliklerini dökerek rahatlatabiliyorlardı!

 İngilizlerin iki musluklu ve gideri kapatılan lavabosu

 Birleşik Krallığa ilk gittiğim zamanlardaki en çok garipsediğim olaylardan birisi de, sıcak su ve soğuk su musluğunun ayrı ayrı olduğu geleneksel lavabo dizaynı idi. Ben yüzümü yıkadığım suyu ılıştırmak için önce kaynar su akan musluktan bir miktar alıp, daha sonra dondurucu soğuk su akan diğer musluktan avucumu yakan suyun üstüne ilave edip, ılıştırarak bu suyu yüzüme çarpmaya çalışırken, İngilizler gibi bilimi bulan ve endüstri devrimi yapmış bir milletin neden böyle saçma bir musluk ve lavabo tasarımını kullanmaya devam ettiğini anlamaya çalışıyordum. Daha sonra tabiki bu durumu İngilizlere sordum. Meğerse onlar yüzünü yıkarlarken musluktan aldıkları suyu direk yüzlerine vurmuyorlarmış. Küçük bir mekanizma ile lavabonun giderini tıkayarak, bir küveti doldurur gibi sıcak ve soğuk su doldurarak suyu lavabonun içinde ılıştırıyorlar, sonra da lavabodaki suyu yüzlerine çarparak yüzlerini yıkıyorlarmış. Bizim kültürümüzde lavabonun gideri asla tıkanmadığı gibi, tükürdüğümüz ve burnumuzu sümkürdüğümüz lavabodaki suyu biriktirip ılıştırarak yüzümüzü yıkamak asla yapmayacağımız bir şeydir. Böylece temizlik anlayışında kültür farkının ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum.


Dünya Tuvaletleri

Kimimize göre Batı, tuvalet ve kanalizasyon kültürünü bizden almıştır. Bir zamanlar Batılıların Britanya gibi tuvaletlerini kovaya yapıp sokağa döktükleri, eski çağlarda Fransızlar gibi bazılarının evlerine, saraylarına  ve sokaklarına yaptıklarını, hizmetçilerin bıraktıkları emaneti almaları için üstüne tüy diktiklerini anlatıp mutlu oluruz. Fransızların pisliğe değmemek için yüksek topuklu ayakkabıları, tuvalet sonunda kötü kokmamak için parfümü “Eau De Toilette” icat ettiklerini o dönem bizim hayatımızın nasıl olduğuna kafa yormadan gururlanarak anlatırız. Ama, Batılılar evlerinde yada saraylarında tuvaletlerini kovaya yada sokaklarına ve avlularına yaparken bizim bir evimiz, avlumuz ve sokağımız olmadığını, oradan oraya göçen, arazide nereye müsaitse oraya hacet yapan bir millet olduğumuzu unuturuz. Bu yüzden, bir milletin temizlik anlayışını yargılamak için sadece kıç temizliği kültürüne bakmayı bıraktım. Bunun yanında, Batılıların tümünün poposunu yıkamadığı bilgisi de aslında doğru değildir. Latin İspanyol, İtalyan, Portekiz kökenli milletler popo temizliği için "Bide" isimli popo yıkama lavabosu icat etmişler ve halen daha kullanmaktadırlar. Aslında biz Türkler Latin Roma kültüründen çok şeyler almışızdır. Atalarımız Orta Asya'dan çıkıp Roma İmparatorluğunun yüzlerce yıldır hüküm sürdüğü Anadolu'ya geldiklerinde Roma hamamlarını buldular. Atalarımız da bu hamam ve temizlenme kültürünü benimsedi, yaygınlaştırdı ve bugünlere kadar devam ettirdi. Böylece dünyada Türk Hamamı diye bir kültürün herkesçe kabul görmesine kapı aralandı. Bize esinlenme kaynağı olan Roma hamamlarının kalıntılarını Roma İmparatorluğunun hüküm sürdüğü dünyanın pek çok köşesinde görebiliriiz. Ben Vezüv yanardağının püskürmesi ile lavlar ve küller altında kalan antik liman kenti Pompei yi gezdiğimde Roma hamamlarını görmüş ve çok etkilenmiştim. Bize benzer şekilde popo yıkama kültürü Romalıların temsilcisi olan Latin tomplumlarında da vardır. Bide denilen ve alafranga tuvaletin yanına konulan 2. tuvalet taşı taharet temizliği amaçlıdır. Benim bide ile karşılaşmam da alafranga tuvalet ile yüzleşmem gibi tirajikomik olmuştur. Ziyaret için gittiğim Arabistan’da Hilton otelde "Bide" ile karşılaştığımızda ailecek afallayıp ne olduğunu anlamaya çalışmamız hayatımda unutamayacağım anılarımdan birisi olmuştu. Otel odasının tuvaletinin yanında gördüğüm bide denilen şeye çok şaşırmış, kullanılma amacını anlayamamıştık! İçimde şüphe olmasına rağmen düşündüğüm şey, bunun bir ayak yıkama lavabosu olduğu idi. Hatta hemencecik orada ayaklarımı yıkamıştım. Sonradan araştırma yapıp da, bu bide denilen şeyin ayak yıkama lavabosu değil, bir popo yıkama lavabosu olduğunu öğrendiğimde şaşırmış ve şok olmuştum. :) Tabiki bir daha o lavaboda ayak yıkamadığım gibi, pek yaklaşmadım da. Ancak daha sonra "Bide" lavabosunu veya klozetini araştırdığımda Latin kültürünün temizlik alışkanlığından geldiğini öğrendim. İspanya ve İtalya gezilerimde de bide lavabosunun yaygın olarak kullanıldığını gördüm.


Ancak Arabistan'da tuvalet kültürü ile ilgili olarak şaşırtan şey; tuvaletlerinde temizlenme için taharet musluğu olmaması, bunun yerine duş başlığı gibi hortumlu bir musluğun kullanılması idi. Araplar bu hortumlu ve basmalı musluk sistemini hem Alafranga hem de Alaturka tuvaletlerinin hepsinde kullanıyorlardı.Yani her tuvaletin yanında duş başlığı gibi musluklu bir hortumları daha vardı. Adeta eski tip telefon ahizesi gibi olan bu basmalı musluklu mekanizmayı kullanarak bir elinizle altınıza su tutup, bir elinizle de temizlik yapmanız gerekiyordu. Tabiki başka ellerin tuttuğu bu hortumlu musluğu tutmak zorunda olmak bile alışık olmadığımız için biraz iğrenç göründü. Arabistan'da iken de, aynı Avrupa'da olduğu gibi kendi milletimle, ve buluşu bize ait olan taharet musluğu çözümü ile gurur duymuştum.

Dünya tuvaletlerinden Amerika ve Meksika tuvaletlerini de deneyimleme fırsatı da buldum. Bunun için kendimi çok şanslı hissedebilirim. ABD'de ve Amerikan baskın kültürünün etkisiyle yaydıkları Meksika'da tuvaletler farklı bir çeşit Alafranga olup, biraz geliştirilmiş biraz da değiştirilmiştir. Alafranga tuvaletlerin yuvarlak hatları uzun oval elips biçimine değiştirilmiştir. Oturma kapağının ön uç kesimi, ayakta küçük tuvaletini yapan erkeklerin, oturma kapağını kaldırmamama durumunda çiş sıçraması kapağa gelmeyecek şekilde tasarlanmıştır. Uçaklardaki tuvaletlerin kapak tasarımı da buradan gelmektedir. Kuzey Amerika tuvaletlerinde beni şaşırtan şeylerden biri de, tuvaletlerin yarıya kadar kısmının (temiz) su dolu olmasıydı. Başlarda bu durumu oldukça yadırgasam da sonunda alıştım ve bu tasarımın sebebini de anladım. Klasik alafranga wc’lerde büyük tuvalet yapıldığında, hepimizin başına devalarca geldiği gibi, kazulet tuvalet taşına yapışıyor, sonrasında defalarca sifon çekilmesine rağmen pislikler kolayca temizlenemiyordu. Ama Amerikalıların içi yarı dolu wc tasarımı tüm bu sorunları kökten çözüyor ve ilave fırçalama işlemine gerek bırakmıyordu. Sifonu çekince tuvaletin tüm suları atılıyor, sonrasında sifon sistemi otomatik olarak tuvaleti tekrar yarıya kadar temiz suyla dolduruyordu. Bu tuvalet sistemi ile ilgili bir diğer dikkat çekici bilgi de, sifonunun çok güçlü olması idi. İşte orada, ne Alman, ne İngiliz ne de Türk mühendisliğinin Amerikan mühendisliği kadar ileri olamadığının farkına vardım. Sifonlar o kadar güçlüydü ki, yanlışlıkla sizi bile içine çekebilecekmişcesine korku uyandırıyordu. Bir arkadaşım bu güçlü sifon sistemini "işi şansa bırakmamak" olarak nitelendirmişti. 

Dünya tuvaletleri arasında Japonların da çok temiz ve gelişmiş tuvaletleri olduğunu oraları ziyaret eden bir arkadaşımdan duymuştum. Özellikle Japonya'daki tam otomatik Toto tuvaletlerini anlata anlata bitirememişti. Toto tuvalet, Türk usulu Alafranga tuvalet sisteminin daha da gelişmiş versiyonuymuş. Ilık su ile popoyu el değmeden kendisi yıkayıp, bir de kuruluyormuş. Eeee Japon medeniyetine ve teknolojisine de bu yakışırdı.

Ruslar, Çinliler, Hintlilerin tuvalet alışkanlıklarını da merak ediyorum. Ancak bu ülkelerin gelişmişlik seviyesi ve temizlik algısından dolayı bizim için şok edici ve mide bulandırıcı tuvalet manzaraları çıkabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Daha önce Rusya'yı ziyaret eden birisinden Rusya'daki tuvaletlerde, taharet musluğu olmadığı gibi, çoğu tuvalette sifon ve hatta kapı bile olmadığını olmadığını söylemişti. Kapısı olan tuvaletlerde de, kapıların  hacetini gören kişiyi alttan üstten gösterecek şekilde tasarlandığını söylemişti. Yani tuvaletin dolumu yoksa boş mu diye kapıyı tıklatmanıza gerek yok. Direk hacet yapanla göz göze gelince tuvaletin dolu olduğunu anlıyorsunuz. Yine Çin’e seyahat yapan bir arkadaşımdan da ilginç tuvalet hikayeleri duymuştum. Çindeki umumi tuvaletlerde de kapı bulunmuyormuş. Çin tuvaletleri bizim Alaturka tuvalete benziyormuş, ancak bir farkla. Tuvaletin deliği bizdeki Alaturka tuvaletin tam zıttı olarak kapı tarafındaymış. Bir de insanların çömelerek fazla yorulmamaları için bir tutunma borusu varmış. Şimdi manzarayı hayal edin. Hacetinizi gidermek için umumi tuvalete gittiniz. Tuvaletin birinin kapısına geldiğinizde, birisinin arkası size dönük, çömelmiş ve borudan tutunmuş bir vaziyette hacetini giderdiğini görüyorsunuz. Ne kötü bir manzara. Bu şekilde tuvaletinizi yaptığınızı düşündüğünüzde bile içinizi ayrı bir sıkıntı kaplar. En masum anınızda Her türlü incitilmeye açık bir pozisyondasınız. Bu durum bizim kültürümüze tamamen aykırı bir durumdur. Çünkü, bizim kültürümüzde (her manada) önce arkayı sağlama almak  esastır.

Son Söz: Dünyadaki Alafranga tuvaletler içinde Alman arkadaşımın söylediği gibi tuvalet ve temizlik lavabosu bideyi sentezlenmiş olan Türk sistemi Alafranganın en iyisi olduğunu düşünüyorum. Türk tipi Alafranga tuvalette taharet musluğu ve tuvalet kağıdı kullanarak, el değmeden yapılan temizlik en hijyenik ve en sağlıklı olan tuvalet olarak görüyorum. Çok methedilen Japon tuvaleti totoyu şimdilik deneyemedim ancak, taharet musluklu Alafranga wc tasarımı, erkeklerin de oturarak kullanmasıyla dışarıya veya üstümüze sıçrama olayı olmadan, tuvaletin dışı ve yerler ıslanmadan en temiz ve en kuru tuvalet yapma deneyimi yaşatır diyorum. 
Bumerang - Yazarkafe