Filmlerde
İyilerin Kazanmasından Sıkıldım!
İş yerinde çok sevdiğim iş arkadaşlarım
ile beraber çıktığımız öğle yemeklerinde spontane açılan muhabbetleri çok seviyorum.
Yarı felsefi, yarı geyik, yarı hayatı sorgulama ile geçen sohbetlerimiz, hem bizi
güldürüp eğlendirirken, hem de farkındalıklarımızı artırıyor. Geçenlerde bir gün
işyerinde öğle yemeği sırasında bu konu açıldı. Şaka yollu; “Filmlerde sürekli olarak
iyilerin kazanmasından artık sıkıldım! Artık iyilerin kazanmasından çok, kötülerin
kazanmasını istiyorum!” dediğimde, tıpkı benim gibi bazı başkaları da filmi izlerken,
içlerinden kötülerin kazanmasını istediklerini öğrendim. Onlar da benim gibi Hollywood
ve Yeşilçam filmlerinde iyi kahramanların sonunda ne yapıp edip galip gelerek kazanmasından
sıkılmaya başlamışlar. Bu konuda yalnız olmadığımı bilmek içimi rahatlattı. Hatta,
bazı arkadaşlarım, kötülerin aslında daha yaratıcı, daha yetenekli ve daha girişimci
olmalarına dikkat etmişler. Kötülerin filmdeki mücadelede üstünlüğü çok uzun bir
süre önde götürmelerine rağmen, iyilerin filmin sonuna doğru bir şans, kısmet
veya beklenmeyen bir yerlerden gelen bir yardım ile kazanıyor olmalarına kızıyorlardı.
Daha önce belirttiğim gibi, film insanı olamadığım
için, hiçbir zamam iyi ve sadık bir sinema izleyicisi de olmadım. Sanırım beni sinemadan
soğutan şeylerden biri; daha filmin başından sonunu tahmin edebilmenin ve artık
klişe olmuş olan sürekli olarak iyilerin en sonunda kazanacak olmasını bilmenin
sıkıcılığıydı. Bir yandan, filmlerde hep aynı senaryoların olması, benzer olay örgülerinin
gelişmesi ve birbirine çok benzer iyi kahramanların en sonunda galip gelmesiydi!
Genelde, iyi, yakışıklı, cesur olan esas oğlan ve iyi kahramanımız kötü karakterlerden
intikamını alıyor, dünyayı yok olmaktan kurtarıyor, ve filmin en sonunda da
esas kıza sahip oluyordu...vs. Yıllar yılı aynı iyi kahramanların, aynı bilindik
jargonlarla, aynı bilindik edalarla, aynı bilindik klişe söz ve hareketlerle en
sonunda kendilerinin kazanacaklarına eminlermiş gibi öz güven dolu sözler ve hareketlerle
başlayan Holywood filmleri artık bana kabak tadı veriyordu! Bu yüzden başlarda hep
iyi kahramanları tutsam da, bir süre sonunda gizlice kötü kahramanları tutmaya
ve kötülerin kazanmasını istemeye başladım. Ancak bu durum bir yandan da beni
rahatsız etmeye başladı. Hollywood ve Yeşilçam filmlerinde neden en sonunda iyilerin
galip geldiğini, kötülerin ise kıl payı bir şekilde kaybettiğine neden üzüldüğümü
düşündüm. Bilinç altında yatan sebepleri düşündüğümde, toplumun, baskın kültürünün
ve film yapımcısının, empoze etmeye çalıştığı iyi-kötü kavramını zorla kabul ettirme
çabası olduğunu tespit ettim. Bilinç altımda üstü kapalı bir şekilde popüler ve
baskın kültür tarafından empoze edilen iyiyi tutma zorunluluğuna karşı gösterdiğim
içsel bir direnç vardı. Sanki bilinç altımda, toplumun ve baskın kültürün bana yüklediği
rolleri reddetme, hep aynı esas oğlanların ve iyi kahramanların kazanmasının benim
ben olma yolumda bir engel gibi görmem vardı. Ben olabilmem için, toplumun ve baskın
kültürün tüm bireylere ve bana empoze ettiği kültürü reddetmem gerekiyordu. Sanırım
diğer bir sebep de, Holywood’un cesur, cool, güçlü, zeki, yakışıklı, karakterli,
becerikli ve vefalı kahramanlarını izleye izleye, asla onlar gibi olamayacağımın
farkına varmam idi. Her ne kadar başlarda onların kötülere karşı kazanmasını istesem
de, bir yandan asla onlar kadar güçlü, yakışıklı, akıllı, cesur ve cool olamayacağım
için içten içe onları kıskanıyordum. Ancak bu Holywood kahramanları da kıskanılmayacak
gibi değildiler hani. O kadar cesur ve cool idilerdi ki, gözlerini bile kırpmadan
misyonları gereği ölüme gidebiliyorlardı. Bir Rambo olup koca bir ulusu kurtarabiliyorlar,
Süpermen olup dünyayı kurtarabiliyorlar, kötülere ve kötülüğe karşı savaşarak masum
insanları ve insanlığı kurtaran polis memurları veya gizli ajanlar olabiliyorlardı.
Kendilerinden çok daha güçlü suç örgütlerinden ve kötü kişilerden mükemmel intikamlar
alabiliyorlardı. Maceralarında ölümcül şekilde yaralanıyorlar ancak o halde bile
espri yapabiliyorlar ve gülebiliyorlardı. Onlar için önemli olan canları değil,
misyonları idi. Gerek dünyayı kötücül karakterlerden kurtarmak için, gerek masum
bir aileyi veya dünyalar güzeli esas kızı kurtarmak için, gözlerini kırpmadan, canlarını
hiç düşünmeden cesurca kötü adamların, kötülüğün ve ölümün üstüne gidiyorlardı.
Hatta bazen o kadar büyük kahramanlıklar yapıyorlardı ki, dünyalar güzeli esas kız
ile evlenerek bir ömür boyu mutlu olmak gibi, kurtardıkları halkın ona büyük bir
şükran besleyerek kahramanlarını bölgelerine yönetici olmasını istemeleri gibi,
çok büyük para ödüllerinin teklif edilmesi gibi biz basit insanların kolayca meyil
gösterebileceği birçok ödülü ellerinin tersi ile itebiliyorlardı. Onlar bir sonraki
maceraya atılmak için bu ödülleri kibarca reddediyor, misyonlarını tamamlayarak
arkada şükran dolu enfes bir kız, bir aile veya halk bırakarak hüzünlü ama cool
bir şekilde çekip gidiyorlardı! Ne kadar yüce bir ruh hali, ne kadar insan üstü
bir kişilik, ne kadar büyük teslimiyet ve varoluş! Belki asla onlar kadar büyük
bir ruh haline ve kişiliğe erişemeyeceğim için içten içe Holywoodun Süper Kahramanlarından
nefret ediyordum. Bu yüzden filmlerin sonunda iyilerin kazanmasından sıkıldığım
zamanlar, bir değişiklik olsun da kötüler kazansın diye beklemeye başladım. İyi
diye empoze edilen kahramanların tek renkli dünyası, artık benim için renksiz ve
sıkıcı bir yer olmaya başladığından beri filmlerde farkında olmadan içten içe, kötülerin
kazanmasını istemeye başladım. Bunun yanında, hem filmlerde, hem de gerçek hayatta
kötüler kazanırsa ne olacağına dair bir içimde merak da vardı. Belki onlar kazandıklarında
dünyanın daha renkli, daha ilginç olacağına dair içimde farklı bir umut vardı. Üstelik
kötülerin de bir felsefesi olduğunu, kötü olmadan iyinin hiçbir anlamı olmayacağını,
Batman Dark Knight filmindeki kahraman Batman’a karşı savaşan kötü karakter Joker
sayesinde öğrenmiştik. Joker’in bilge bir şekilde, kendisini öldürmekle tehdit eden
Batman'a seslenmesi filmin en unutulmaz repliklerinden biriydi. Joker, Batman’a;
iyi ve kötü olarak birbirlerini tamamladıklarını, yani iyi kahraman Batman’ı kendisinin
var ettiğini söylüyordu. Yani, eğer Joker olmazsa Batman'ın olamayacağını, kötü
olmadan iyinin bir anlamı olamayacağını, dolayısıyla birbirlerine muhtaç olduklarının
dersini Batman’a çok etkileyici bir şekilde vermişti. Üstelik evrensel iyi ve
evrensel kötü diye bir şey olmadığını, iyiliğin ve kötülüğün tamamen öznel
olduğunu, kahramanlar bile olsa hiç kimsenin salt iyi, bir diğerinin de salt kötü
olamayacağını zaten öğrenmiştik. Kötüleri ve kötülüğü yaratan şeyin biraz da çevrenin,
o insanları kötü olmaya iten şartların ve o insanları o yola sürükleyen diğer insanların
suçu olduğu da biliyorduk. Ayrıca her kötünün içinde küçücük de olsa iyi bir parçanın,
her iyinin içinde ise küçücük de olsa bir karanlık ve kötü bir yan olduğunu biliyorduk.
Kötü olan da elbette sonsuza kadar kötü gitmeyecekti, çünkü, kötülüğün içinde de,
az da olsa iyilik mevcuttu. Bu yüzden eğer Yüzüklerin Efendisi hikayesinde kötü
Mordor krallığı tüm dünyayı ele geçirseydi bile o kötülük sonsuza kadar
gitmeyecekti. Yeni bir düzen kurulacak, Mordor krallığından bölünecek bir parça,
iyi rolünü üstlenip Mordor’a karşı mücadele etmeye başlayacaktı. İyiliğin ve
kötülüğün savaşı bir Yin Yang döngüsü olarak yeniden başlayacaktı. Ama yine de
düşünmeden edemiyorum, acaba filmlerde zaman zaman kötü karakterleri tutmam beni
kötü biri yapar mı? J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder