Bir ayağımız plazalarda, rezidanslarda ve lüks alışveriş
merkezlerinde. Bir ayağımızsa gecekonduda tarlada, çamurda ve bitmeyen şantiyelerde.
Hiç arabanızı özenle yıkattıktan 10 dakika sonra tekrardan hiç yıkanmamışçasına
kirlendiği oldu mu? Arabanızı kendi ellerinizle yıkayıp kuruladıktan hemen sonra
çevredeki toz ve çamurdan, yoldaki çamurlu sulardan ve kamyonların tekerleklerinden
çamur atması yüzünden arabanız sanki hiç yıkanmamışçasına tekrar kirlenince sizler
de aynı hayal kırıklığını yaşadınız mı? Yada evinizi temizleyip sildikten sonra,
ertesi gün sanki hiç temizlenmemiş gibi toz içinde görüp üzüldüğünüz oldu mu? Evlerimizin
içinin, dışının eşyalarımızın, arabalarımızın hiçbir zaman temiz kalmaması insanı
umutsuzluğa sürüklüyor. Evini sildikten, arabasını yıkattıktan 5 dakika sonra leş
gibi toz ve çamur altında kaldığını görmek, insanın tüm neşesini kaçırdığı gibi,
bazen tüm hayat enerjisini de alıp götürüyor! Bu durumlar, aslında her gün yaşayarak
kanıksadığımız, normal zannettiğimiz olaylardandır. Millet olarak ayağımızı hiçbir
zaman toz ve çamurdan kurtaramamamızın ve asla kurtaramayacak olmamızın sebebi,
toplum olarak halen daha göçebe kültür etkisinde kalıp, şehirleşme kültürü edinememiş
olmamızdır. Eğer öyle olmasaydık, hala bir ayağımız rezidans, plazalar ve gökdelenlerde
iken diğer ayağımız yanı başındaki gecekondu ve tarlalarda olmazdı. Yolların çamurlu
olmasının nedeni, gökten çamur yağması değil, çevremizi ve şehirlerimizi bir
türlü şantiye havasından çıkaramamamızdır. Binalarımızı yapıp, yerleşme işini tamamlayıp,
yaşamaya başlayamıyor olmamızdır. Sürekli olarak yapmaya çalıştığımız şehirlerimiz
ve çevremizin şantiyelerinde çalışan kamyonların, şantiyelerden ve tarlalardan hiçbir
şey yokmuş gibi, tekerleklerini yıkamadan direkt yola çıkmalarıdır. Hafriyat kamyonlarının
ve beton mikserlerinin yükleri olan hafriyat veya betonu yollara döke saça gitmeleridir.
Oysaki Avrupa'da veya herhangi gelişmiş bir ülkede buna izin verilmez. Bir keresinde
Gebze Mutlukent'de yol kenarındaki boş arazide geceleri park edip, ertesi gün arazini
bütün çamurunu caddelere ve sokaklara taşıyan kamyonları belediyeye şikayet ettiğimde,
görevli bana "çamurdan ne olacak ki? Yağmur yağınca çamur yoldan akar, gider."
demişti. Yani çamur ve toz, belediyelerimiz tarafından sorun olarak bile görülmüyor.
Halbuki Avrupa'da bir kamyon şantiyeden ana yollara ve şehirlere hafriyatını doğru
düzgün, dökülmeyecek şekilde çıkarabilir. Tekerleklerindeki çamuru ve mıcırları
yıkamadan yollara ve şehirlere giremez. Bu yüzden, Avrupa'da arabanızı yıkattıktan
sonra aylarca yıkatmasanız dahi dikkat çeken bir kirlenme görmezsiniz. Batı
ülkelerinde şehirleri hiçbir zaman toz bulutu altında görmezsiniz. Caddeleri, sokakları,
çevreyi hiçbir zaman çamur içinde göremezsiniz. Gökyüzünü, yemyeşil doğa ile uyum
içinde bütünleşmiş olarak masmavi ve bemberrak görürsünüz.. Çoğunlukla temizlik, estetik
bir uyum ve hoşluk görürsünüz. Bu berraklık ve doğa ile uyum insanların yaşama sevincini
artırarak hayata daha çok bağlar. Bu uyum ve temizlik duygusu insanları daha mutlu
ve huzurlu yapar.
Etrafımızın bu kadar tozlu, çamurlu ve pis olmasının
sebeplerinden biri, hiç bitmeyen bina, yol ve altyapı yapımlarıdır. Şehirlerimizin
ve kasabalarımızın on yıllardır oturmaması, on yıllardır hala yapılıyor
konumundan çıkamaması insanın ruhunu yoruyor, hayattan bezdiriyor ve
bıktırıyor. Etrafımızın, çevremizin bitmeyen inşaat şantiyeleri, hafriyat
kamyonları ve vinç görüntüleri ile kaplanması insanın tüm enerjisini tüketiyor.
Buradan bina yapımları, yol ve altyapı yatırımlarının kötü olduğu sonucu
çıkmasın. Sadece plansızlıklardan dolayı bu işleri asla bitiremeyeceğimizi söylüyorum.
En fazla 3 yada 5 milyon insanın yaşaması gereken İstanbul'da kademe kademe yaklaşık
20 milyona çıkmasına izin verilmesinden dolayı işlerin, yol ve bina yapımının asla
bitmeyeceğini söylüyorum. Öyle yada böyle yaptığımız binaları sağlam ve uzun ömürlü
yapmadığımız için, 30-40 yılda bir binaların yıkılıp dönüşüm yapılması gerektiğinden
çevremizdeki bina yapımının asla bitmeyeceğini söylüyorum. Bugünlerde İstanbul'un
ve Türkiye'nin en lüks ve havalı caddelerinden biri olan Bağdat caddesi sakinleri,
bitmeyen kentsel dönüşüm işlerinden ve hafriyat kamyonlarının yarattığı çevre kirliliğinden
bezmiş durumdalar. Ancak yapacak hiçbir şeyleri yok. Ne kadar zengin ve
varlıklı olurlarsa olsunlar bu sıkıntıyı yaşamak zorundalar. Cem Yılmaz'ın bir esprisinde
söylediği "trilyonların da olsa, bu çekirdeği çitlıyorsun!" esprisindeki
gibi, milyonların da olsa aynı sıkıntıyı, tozu, çamuru, gürültüyü ve çevre kirliliğini
yaşamak zorundasın! Evet, maalesef kaderimiz bu! Evet, İstanbul'un rantı sayesinde
binalarımız dönüşüme giriyor ama yerlerine daha yüksek ve daha geniş binalar yapılıyor.
Evet ranttan dolayı hepimiz zenginleşiyoruz ama bu zenginliği, huzur içinde yaşayabileceğimiz
şehirlerimizi ve doğayı kendi ellerimizle hızla tüketiyoruz. Yani, edindiğimiz
zenginliği yaşayabileceğimiz yer olan şehirlerimizi, doğayı ve evreyi
katlediyoruz. Yani, bir manada kendi kendimizin boğazını sıkarak kendi
kendimizi öldürüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder