Yazaaneye Kaydol

Yazaanede Olan Bitenden Haberdar Ol:

Delivered by FeedBurner

Subscribe to Nevzatın Yazaanesi by Email

25 Şubat 2018 Pazar

İnsanın Ne İster?

İnsan olmanın yolculuğunda insanın fizyolojik ve pisikolojik ihtiyaçlarının harekete geçirici motor işlevi gördüğü ortaya çıkmıştır. Bu konuda psikolog Abraham Maslow tarafından yapılan çalışma ve ortaya koyduğu “ihtiyaçlar piramidi” büyük yankı uyandırmıştır. Maslow’un “İhtiyaçlar Piramidi” büyük ölçüde kabul görmüş bir insan psikolojisi teorisidir. Maslow’un teorisine göre, insanların pisikolojik olarak temel ihtiyaçlarını karşılamaları sonrasında, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha üst ihtiyaçları tatmin etme arayışına girdiklerini ortaya koymaktadır. İhtiyaçlar hiyerarşisi, bireyin kişilik gelişiminin o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğine işaret etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında hiyerarşik bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişim düzeyine karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla üst kişilik düzeyine geçemez. Maslow, gereksinimleri en alt basamaktan başlayarak şu şekilde kategorize etmiştiir:
Fizyolojik gereksinimler: Nefes alma, yiyecek, su, üreme, uyku, sağlık, boşaltım… vb temel ihtiyaçlar…

Güvenlik gereksinimleri: Bedensel bütünlük, iş (kimseye muhtaç olmama), geleceğini garanti altına alma, etik, aile kurma, sağlık, mülkiyet güvenliği… vb ihtiyaçlar…

Toplum tarafından kabul görme & dışlanmama: Topluma ait olma (dışlanmama), sevgi, sevecenlik, arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık… vb ihtiyaçlar…

Saygınlık gereksinimi: Kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı… vb ihtiyaçlar...

Kendini gerçekleştirme gereksinimi: Erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü… vb ihtiyaçlar...

Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır. Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz ve böyle gereksinimlere ihtiyaç hissetmez. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak tehdit altında gören bir insanın dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur. Montaigne, "Denemeler"inde aynı konuyu şöyle işler: Çocuklarımıza kendi dünyalarından önce sekizinci kat göklerdeki yıldızların ve devinimlerinin bilimini öğretmek büyük bir saflıktır. Anaksimenes, Pythagoras'a şunu yazmış. Gözlerimin önünde ölüm ve kölelik dururken yıldızların düzeniyle nasıl uğraşabilirim? (Çünkü o sırada Persliler Yunanlılara karşı büyük bir savaşa hazırlanıyorlardı.) Aynı şekilde, insanın cinsel ihtiyaçları, güvenlik ihtiyaçları gibi temel ihtiyaçlarını gidermeden yazı yazmak, şiir yazmak veya hayatının projesine başlamak gibi üst benlik ihtiyaçlarını hissetmeyecek, gideremediği daha temel ihtiyaçlarını giderme peşinde olacaktır. Ancak bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir. Maslow'a göre psikologların yapması gereken, bireyin kendini gerçekleştirme (self-actualization) aşamasına gelmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmasına yardım etmektir. Maslow'un ihtiyaçlar teorisine göre, belirli temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar, ihtiyaçlar piramidindeki üst sıraları yani tekamül ve kendini gerçekleştirme katmanını hedefleyemezler. Bu arada, ilk üç basamak olan fizyolojik, güvenlik ve ait olma ihtiyacının hayvanlarda da olduğunu ifade etmek gerekiyor. İnsanı hayvandan ayıran şeyler, ihtiyaçlar, piramidin en üst iki basamağında yer alır. Yani, eğer insanlar olarak günlerimizi sadece karnımızı doyurmak, üremek, toplumdan dışlanmamak, güvenlik ve gelecek kaygıları ile geçiriyorsak, bir hayvandan çok farklı yaşamadığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Kısacası, insan olmanın potansiyeli en üstte yer alan iki basamakta yatıyor.

Maslow'un "İhtiyaçlar Piramidi"nde bahsedilmemiş büyük eksikliklerden de söz etmemiz gerekiyor. Bunlar, insanın özgürlük ihtiyacı, anlaşılma ihtiyacı, ben olma yani kendisi olma ihtiyacı ve hayata dair anlam arayışından gelen inanma ihtiyacıdır. İnsan, hayatın, evrenin ve kendinin varoluşunun anlamını ve sebeplerini bilmek ister. Tam olarak bilemediği veya emin olamadığı konular için bir inanma ihtiyacı hisseder. Eğer insan bir inanç sistemi veya felsefe ile bu eksikliğini tamamlayamazsa kendini eksik ve kusurlu bulur. Belirsizlik ve bilinmezlik insanı endişelendirir, tedirgin eder. Yani, insan hayatına anlam katabilmek için bilmek veya en azından inanmak ister. İşte bu ihtiyaç yüzden dinler ve inanç felsefeleri ortaya çıkmışlardır. Dolayısıyla, insanın inanma ve anlam ihtiyacını da ihtiyaçlar piramidine eklememiz gerekmektedir.  İnanma ihtiyacını, temel ihtiyaçların bir basamak üstüne, insanın olmazsa olmaz ihtiyaçlarından biri olarak yerleştirmemiz gerekir. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde yer almayan bir diğer ihtiyaç da, anlaşılma ihtiyacı, ben olabilme veya benlik kurabilme ihtiyacıdır. İnsan, kendisinin etrafındaki diğer insanlarca anlaşılmasına, kendi karakterinin diğer insanlarca kabul edilmesine de ihtiyaç duyar. Çevresindeki insanlarca anlaşılmayan ve kendisi olarak kabul edilmeyen insan kendi içinde büyük bir boşluk hisseder. Zira, insanın erdeminde ilerleyebilmesi için, insanın kişiliğini ve kendi benliğini de aşabilmesi gereklidir. Ancak ben olamayan, ya da ben olmasına izin verilmeyen bir insan hiç bir zaman benliğini aşmak, bilgelik veya erdem yolunda ilerlemek gibi hedefler peşinde koşamaz. Batılı gelişmiş ülkelerin ilerleme sebeplerinden en önemlisi, bireylerinin, birey olma, yani "ben" olma özgürlüklerinin dokunulmaz olmasıdır. Günümüzün ileri ülkelerin en büyük gücü " ben" olabilen insanlarının sayısıdır. Batılı insanların büyük bir çoğunluğunun kendi hobileri, kendi dokunulmaz bireysel yaşam alanları, kendilerini ifade etme özgürlükleri, kendi tarzları ve kendi duruşları vardır. Bizi de, Batılı toplumlar ve bireylerinden ayıran en temel etken bu faktörlerdir. Doğu toplumlarında bireyin tek başına “ben” olması hoş karşılanmaz ve izin verilmez. Doğu toplumları insanları çoğunlukla aşiretler ve büyük aileler olarak yaşarlar. Bu toplum yapısında bireye ben olma özgürlüğü verilmez. Bireyden çok aşiretin, ailenin ve toplumun değerleri önemlidir. Toplum ise çoğunlukla bireyi baskılar. Doğu toplumları ben olamayan miyonlarca insanla doludur. Maslow'un piramidindeki 4. basamak olan saygınlık gereksinimi kendine saygıyı, güveni, başarıyı, diğerlerinin saygısını kazanmayı, başkalarına karşı saygılı olmayı, kişisel bütünlüğü ve kişinin kendisini tam hissetmesini de kapsar. Kişisel bütünlük ve kendini tam hissetme konusu çok önemldir. Son günlerde sürekli eleştiri konusu olan ego kavramı aslında insanın bilinç altındaki benliğidir. Yukarıda belirttiğim gibi, benlik duygusu gelişmeyen, yani "ben" olamayan insan da hiç bir zaman kendini "tam" hissedemez. Benlik duygusu gelişmemiş ve kişisel bütünlüğü olmayan insan piramitin en tepesini, yani "kendini gerçekleştirme" safhasını hedeflemesi yada aydınlanması beklenemez. Doğan Cüceloğlu'nun savaşçı adlı eserinde; "İnsan ancak kendi kişisel bütünlüğü kadar kendisidir. Kendisi olmayan insanın başkalarını etkileme gücü de yoktur. Kendisi olmayan insan, diğer insanların beklentilerini yaşayan sıradan bir insan olarak yaşar. Kişisel bütünlükten kopan insan gelişemez." der.

İnsan, bir manada da Yin Yang döngüsü ile karşı karşıyadır. Gelişim için öncelikle piramit'in alt basamaklarında yer alan temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya, ego ve benlik gelişimi ile birlikte kişisel bütünlük duygusuna ihtiyacımız vardır. Fakat sonrası ve en nihayeti piramitin en tepesi olan kendimizi gerçekleştirime seviyesi için ise egomuzu yenmeye ve benlik duygumuzu aşabilmeye ihtiyacımız vardır. İşte bu yol, insan olmanın yoludur. Bu gelişim, hayatın yolu ve yönüdür. Gözlemlerime göre, toplumumuzun ağırlıklı olarak ihtiyaçlar piramidindeki ilk üç basamağının fasit dairesinde takılı kalmıştır. Toplum olarak burada kalmayı sorun etmediğimiz gibi, bu durumun farkında bile değiliz. Yaşamak için yemek yerine, yemek için yaşıyor, hayatımızın büyük bölümünü, yiyerek-içerek, tatile çıkarak, üreyerek ve mal biriktirip daha zengin olmaya çalışarak geçiriyoruz. Ama enseyi karartmaya gerek yok. Umarım bizler de, bir gün “ben” olabilen bireylerin omzunda yükselen ileri bir insan medeniyeti kurmayı başarabiliriz!

*
https://tr.wikipedia.org/wiki/Maslow_teorisi

20 Şubat 2018 Salı

Hayatta Hep Akan Şeritte Olmaya Çalışma Felsefesi

Hayatta Hep Akan Şeritte Olmaya Çalışma Felsefesi

Bir yakınım, başarılı bir işadamı olan patronunun otomobili ile birlikte seyahat ederken, arabayı kullanan patronunun önündeki tüm araçları bir bir sollamaya çalıştığını fark etmiş. Bu hareketten ve sonu gelmeyen bu sollama mücadelesinden dolayı tedirgin olan yakınımın endişesini fark eden patronu, ona açıklama yapma ihtiyacı hissederek; "Bak, benim hem trafikte hem de ticari hayattaki prensibim, önümdekileri sollayıp geçmektir. Eğer bulunduğum pozisyonda kalırsam, kayıptayım demektir. Bu hem ticarette, hem kişisel hayatta hem de trafikte böyledir." diyerek yaşam felsefesini açıklamış.  Böylece, sevgili yakınımın patronu yanındaki çalışanına hiç unutamayacağı çok etkili bir hayat dersi vermişti. Bu felsefe ticari hayatta ve bireysel hayatta kuşkusuz doğruydu. İnsanın olduğu yerde kalması demek, aslında o insanın kayıpta olması demekti. Yerinde saymak aslında gerilemek demekti. Tıpkı bisiklet pedalını çevirmeyi durdurduğumuzda düştüğümüz gibi, ticari işletmelerin yerinde sayması aslında gerilemek demekti. Dünya olanca hızla değişmekte ve gelişmekte, bu değişim de olağanüstü bir rekabet ve yarış ortamı yaratıyordu. Bu baş döndüren hızla değişen ve gelişen dünyada hem bireysel hem de ticari olarak olduğumuz noktada kalmamız aslında gerilemek anlamına geliyordu. Ancak, bir müddet bu konu üstünde düşündüğüm zaman, zihnimde bazı şüpheler ve soru işaretleri belirmeye başladı. Zira, hep ilerleme, sürekli önündekini geçme felsefesi bir manada insanı hep akan şeritte olmaya, hep yükselen trendde yer alma saplantısına da sürüklüyordu. Fakat, insan her zaman akan şeritte olabilir miydi? Dahası, insan her zaman akan şeritte, yada yükselen trendde olmaya çalışmalı mıydı?

Hep akan şeritte olma felsefesi ve isteği ülkemiz insanlarının çoğunun yaşam felsefesidir. Ülkemiz trafiğinde her gün şahit olduğumuz üzere bazı sürücüler kendi şeritleri durduğu ve yavaşladığı anlarda akan şeride sıçrarlar. Orası durduğu zaman yol istemeden, sinyal vermeden, saygısızca yine daha hızlı akan şeride geçmeye çalışırlar. İstanbul'da yaşıyorsanız her gün böyle insanlardan yüzlercesine rastlarsınız. Sürekli olarak akan şeritte olma isteği sadece basit ve kötü bir trafik alışkanlığı değildir. Hep akan şeritte olma isteği, sevgili yakınımın patronu gibi bazılarımız için bir yaşam felsefedir. Sürekli akan şeritte olma isteği, yaşamın her alanında karşılık bulabilir. Örneğin borsada, düşme trendine giren kağıdı satarak, yükselen trendi yakalama çabasında, arabası veya cep telefonu eskimeden, fakat ikinci el değeri en yüksek noktadayken satarak başka sıfır bir araba veya telefon alma çabasında, emlak olarak yükselen trend semtlerden ev veya arsa alma çabasında gözlemlenebilir. Borsa bu durumu takıntı haline getirmiş insanları en çok gördüğümüz yerdir. İnsanlarda borsanın düşme eğiliminde iken satıp çıkma, yükselme trendinde iken ise doğru ve yükselecek kağıda yatırım yapma eğilimi vardır. Aynı şekilde yatırım araçları arasında değişiklik yaparken de hep düşme eğiliminde olandan kurtulma, yükselmekte olan trend yatırımlara sıçrama eğilimi vardır. Hayat tercihlerinde, hayatın önümüze getirdiği yol ayrımlarında, eş ve arkadaş seçimlerinde, ticari faaliyetlerde, iş ve meslek seçiminde, doğru kararı verme saplantısı da hep doğru şeritte olma saplantısından ileri gelir. Genelde insanoğlu kendi kendine yaptığı tercihlerin ne kadar doğru ve akıllı seçimler olduğunu fısıldar durur. İnsan her zaman kendi seçimleri konusunda kendini haklı çıkarmaya çalışır. İnsanoğlu bu yönüyle adeta kendi seçimlerini kutsar durur. Ama aslında diğer seçimi yapsaydı ne olacağını, daha iyi mi yoksa daha kötü mü olacağını, daha mutlu mu yoksa mutsuz mu olacağını, daha zengin mi yoksa daha fakir biri mi olacağını asla bilemez. Bu durum hayatın gizemlerinden birisidir. Bir seçim yaparız ve diğer yolu seçseydik ne olacağını asla bilemeyiz. Aslında hayatta, yaptığımız seçimler ve önceliklerimiz dışında bize ait olan hiç bir şey yoktur.

Gerçekten hep akan şeritte olma mümkün müdür? Bireysel olarak, toplumsal olarak veya ülkeler olarak hayatta hep doğru kararları almak, hep doğru yatırımları yapmak, hep ilerlemek, hep yükselmek, hep büyümek mümkün müdür? Yin Yang felsefesi bunun mümkün olmadığını söyler. Hayatın bir döngü olduğunu, insanların, toplumların, ve medeniyetlerin dönemler halinde inişler ve çıkışlar yaşadığını, insanın bir yönüyle erdemlerle yücelmek isterken, diğer yönüyle karanlığa, kötüye ve günaha ilgi duyduğunu söyler. İnsanın doğru ve yanlış arasında gidip geldiğini söyler. Eckhat Tolle de; muhteşem bir ifadeyle bu konuyu şöyle açıklar:" Herşeyin size geldiği ve sizin gelişip iyiye gittiğiniz başarı devreleri vardır. Sonra onların kuruyup dağıldıkları başarısızlık devreleri vardır. Yukarı doğru yükseliş devresinin iyi, aşağı doğru iniş devresinin kötü olduğu doğru değildir, bunu sadece zihin böyle yargılar. Gelişme ve büyüme genelde olumlu kabul edilir. Ama hiçbir şey sonsuza dek büyüyemez." der. Ben hayatta her zaman akan şeritte olmanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Hayatın kendi kuralları, kendi dinamikleri, akıl ve bilimle açıklayamadığımız sırları vardır. Hayatın akışını bazıları Karma ile, bazıları evrensel çekim yasası ile, bazıları da kaderle açıklar. Hayatın, insanlara fırsat eşitliği sağlama zorunluluğu yoktur. Hayatı olduğu haliyle kabul etmek gerekir. Ancak, hayatın çoğu zaman verdiğinin karşılığı olarak başka bir yerden aldığına dair işaretler vardır. Hayat bazen size uzun bir süre yeşil ışık yakabilir. Kırmızı ışığa yakalanmadığınız gibi, sarı ışığa dahi yakalanmazsınız. Ama bazen de hayat size durup dururken, hiçbir anlamı yokken ve asla zamanı değilken beklenmedik bir şekilde kırmızı ışık yakabilir. Bu ani, büyük ve ölümcül bir kaza, tedavisi olmayan ölümcül bir hastalık, ticari bir iflas veya tüm hayatımızı yıkıma götüren bir hata olabilir. Hayat bizi bazen para, bazen güç, bazen kadın veya bazen de tutkularımız ile sınar. Maalesef çoğumuz bu sınamalarda iyi sınav vermeyip kaybederiz. Sürekli akan şeritte olma isteği ve mücadelesi insanın ruhunu yorar. Bu zaten boşuna bir çaba ve asla kazanamayacağımız bir yarıştır. İnsan hayatında her zaman akan şeritte olmaya çalışmak yerine, hayatının trafik ışıklarını ve işaretlerini takip etmelidir. Hayat, akışı içinde kimi zaman bize yeşil ışık yakarken, kimi zaman da sarı ve kırmızı ışık yakar. Çoğu zaman aracımızla seyahat ederken olduğu gibi, hayat, gitmek istediğimiz yöne kırmızı ışık yakarken, bir başka yöne yada gitmek istediğimiz hedefe farklı bir rotadan ulaşmamızı sağlayacak bir yöne doğru yeşil ışık yakar. O durumda olduğu gibi kırmızı ışığa kızıp küfretmek yerine yanan yeşil ışıktan devam etmek insanı mutluluğa götürür. Hayat bizi mutluluğa ve huzura götürecek işaretlerini verir. Yeter ki, hayatın trafik işaretlerini ve yaktığı ışıkları okumasını bilelim.

11 Şubat 2018 Pazar

Korkusuz ve Asker Bir Milletiz




Her milletin belli ve öne çıkan bir özelliği vardır. Örneğin Almanlar çok sistematiktir. Makine gibi kusursuz işleyen sistemler ve kurumlar kurarlar. Hiçbir kuralı atlamaz, tüm kurallara uyarlar ve koydukları tüm kuralları uygularlar. Fransızlar jakoben ve özgürlükçüdürler. İngilizler gelenekçidirler. Her ne kadar demokrasiyi icat eden insanlar olsalar da Kraliçelerine içten bağlılıkları vardır. Eski eşyalarına, kıyafetlerine, mimarilerine ve diğer geleneksel değerlerine de bağlıdırlar. Bununla birlikte dünyanın en iyi politika yapan milletidirler. Yüzyıllar sonrasını planlarlar ve hesaplarlar. Japonlar da gelenekçi ve çok çalışkandırlar. İtaat kültürüne sahiptirler, arı gibi çalışırlar, üstlerinin ve yöneticilerinin verdiği her direktifi titizlikle yerine getirirler. Onur onlar için en büyük değerdir. Verdikleri sözü tutamamak onlar için en onur kırıcı durumdur. Böyle bir durum yaşayıp da Harakiri yaparak idam eden Japon sayısı bir hayli fazladır. Evet, her milletin bir özelliği vardır. Kimi millet bilimde, kimi denizcilikte, kimi ticarette, kimi strateji ve planlamada, kimi ise siyasette iyidir. Bizim özelliğimiz ise savaşçı ve asker millet olmamızdır. Sanki doğuştan asker ve savaşçı doğmuşuzdur. Türkler olarak Orta Asya'dan çıktığımızdan bu yana sadece kendi devletlerimiz için savaşan ve sadece kendi devletimizi koruyan savaşçılar olmadık. Türk askerleri ve komutanları, tarihte birçok ülke için savaşmışlar, birçok ülkenin de koruyuculuğunu yapmışlardı. Ortadoğuda kurulan birçok devletin en seçkin birlikleri Türklerdendi. Tüm dünyaya korku salarak dünyanın en büyük imparatorluğumu kuran Cengiz Han’ın ordusunun yarısı Türklerden oluşuyordu. İranda kurulu olan Abbasi İslam ordularının en seçme birlikleri köleleştirerilen Türklerden oluşuyordu. Daha sonra ordudaki Türk askeri ve subayı sayı o kadar arttı ki, Türk askerlerinin başındaki yöneticileri Abbasi Halifeliğini yıkarak Selçuklu devletini kurmuşlardı. Aynı şekilde Memluk Sultanlığının ordularının da en seçkin birlikleri kölemen Türk askerleriydi. Köleleştirilerek onlar adına savaştığımız bir memleketi, Mısır'ı ele geçirmek de Türkler için hiç de zor olmamıştı. Orta Asyada ve Rusyada kurulan birçok devletin koruyuculuğunu yapan en seçme birlikler Türklerden oluşan birlikleri idi. Türkler olarak neden asker milletiz, hiç düşündünüz mü? Bizi tarih sayfalarında "asker millet" yapan en önemli özelliğimiz korkusuz olmamızdır. On yıllardır yaşadığımız onca terör saldırısı, verdiğimiz on binlerce şehit ve gaziye rağmen, polis, özel harekat, jandarma, özel harekat, subay, astsubay ve uzman birliklerine asker veya polis olarak katılabilmek için açılan her eleme sınavına binlerce başvuru olmaktadır. Bu tehlikeli kadrolara alım zamanlarında ihtiyaç kontenjanın 5-10 katı kadar fazla başvuru olması, ne kadar korkusuz bir millet olduğumuzu kanıtlıyor. Çatışma, ölüm ve sakatlık riski bulunmasına rağmen halkımız askerliğe ve polisliğe hala çok rağbet ediyor. Bu kadar büyük bir çatışma ve ölüm riski eğer herhangi bir Batılı ülkede olsaydı güvenlik kadrolarına karşı bu kadar rağbet görülmezdi. Evet, askerlik ve savaşçılık Türk'ün en büyük yeteneğidir. Neredeyse Türk, savaşmak için doğmuştur. Bu durum, Batılı bilge bir insanın söylediği; "Bir zamanlar nükleer silahlar yoktu, Türkler vardı!" sözü ile kanıtlanıyor. Bu söz, bizim yüzyıllar öncesinde ne kadar etkili bir askeri güç olduğumuza dair düşünülerek söylenmiş bir sözdür. Kuşkusuz korkusuzluğumuz bizim tarihte savaşlarda en güçlü yanımız oldu. Girdiğimiz savaşların çoğunluğunu ölümün üstüne korkusuzca gidebildiğimiz için kazandık. Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk bile Çanakkale Savaşında kurşunları biten askerlerine “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!” diyerek süngü takıp düşman askerlerinin üstüne hücuma kaldırabilmiştir. Ne büyük bir adanmışlık ve yüce bir ruh hali! Bunu hiçbir batılı ülkenin subayı ve askeri yapamazdı. Bu korkusuzluğu en son 15 Temmuz darbe gecesinde halkımızın canını hiçe sayarak çatışmanın ortasına girmesinde de gördük. Cesur insanlarımız tankların önüne çıkıyor, çatışma bölgelerinde korkusuz ve umursuzca dolanıyordu.

Bumerang - Yazarkafe