Toplum olarak hayatımız mücadele ve koşturmacanın
yanında, hayatımız gereksiz bir itiş kakışlar ile geçiyor. Bu yüzden en rahat ve
huzurlu olmamız gereken dönemlerinde bile huzursuz oluyoruz. Hayatımın bir döneminde
Avrupa'ya gittiğim zamanlarda Batı toplumlarının nasıl uysal ve kibar toplumlar
olduklarını hayretle görüp çok çok şaşırmıştım. Özellikle İspanya, İtalya, İngiltere
ve Almanya'da bu durumu gözlemlemiştim. Beni şaşırtan şeyler, insanların birbirlerini
tanımasalar da selamlaşmaları, birbirlerine karşı bizden çok farklı bir kibarlık
içinde olmalarıydı. Ülkelerinin kalabalık olmasına rağmen, trafikte, caddelerde
ve parklarda genelde bir sessizliğin ve huzurun hakim olmasıydı. Ne kadar trafik
olursa olsun, insanların acele etmeden, yaygara yapmadıklarını, kornaya basmadan,
sıkıştırma ve kurallara uymama gibi şeyler yapmadan trafiğin genel akışını
koruduklarını gördüm. İnsanlar, gençler, çocuklar ne kadar kalabalık olurlarsa olsunlar
gürültü ve yaygara yapmadıklarını ve hiçbir kimseyi rahatsız etmeden
eğlendiklerini gördüm. Hatta sadece insanları değil, Avrupa'lı ailelerin köpekleri
dahi bir sükunet ve sakinlik içinde olduklarını, köpeklerini çevreyi ve
insanları rahatsız etmeyecekşekilde eğittiklerini gözlemleyerek şahit olmuştum.
Avrupa ülkelerinde ilkbahar ve yaz mevsimlerinde yerel festivaller ve halka açık
müzik konserleri yapılır. İnsanlar gerek aileler olarak, gerek arkadaşlar olarak bu festivallere ve
konserlere giderler. Öncesinde insanlar etrafa kurulan atıştırmalık ve yemek standlarından
yiyip içebildikleri gibi, alkollü içki de alabilirler. İçki içilsin veya içilmesin,
kimse konsere veya festivale yalnız gelmiş bir kadını rahatsız etmez. Etrafta gürültü
ve yaygara yapan hiç kimseyi bulamazsınız. İnsanlar başkalarıyla ilgilenmeden kendi
halinde eğlenir festivalin etkinliklerinin ve söylenen şarkıların coşkusuna kaptırıp
kendi arkadaşlarıyla, aileleriyle veyahut da kendi kendine eğlenir ve giderler.
Çünkü Avrupa toplumlarının hayat ilkesi yaşamdan keyif almak üzerine kuruludur.
Dünyaya bir defa geliyoruz düşüncesiyle hayatlarını kimseyle kavga etmeden, itiş
kakış yapmadan, stres yapmadan, eğlenerek, günlerini en güzel şekilde yaşayarak
geçirmeye çalışırlar. Aynı şekilde insanların genellikle sohbet etmek, buluşmak,
eğlenmek ve yiyip içmek için akın ettiği, içkinin su gibi içildiği barlar, klüpler
ve restaurantların olduğu mekanlarda da genelde pek olay çıkmaz. Bizde ise, Avrupa'daki
kadar içki tüketimi olmadığı halde, kadınlara laf atma, sarkıntılık etme, rahatsızlık
verme vukuat ve kavga gibi tatsız olaylarının sonu gelmez. Avrupa'da bir genç kız,
rahatsız edilmeden gece 11:00-12:00 gibi sokağa çıkabilir. Rahatsız edilmeden, sıkıştırılmadan
metroya veya otobüse binip, gideceği yere gidebilir.
Biz ise toplum olarak en mutlu olmamız gereken zamanda bile kendimize mutluluğu
çok görüyor yerine efkarlanmayı, bunalımı ve hüznü tercih ederiz. Örneğin eğlenmek
ve güzel bir gün geçirmek üzere gittiğimiz spor karşılaşmaları, basketbol ve futbol
maçlarında esşiz bir şölen ve coşku yaşamak yerine, çoğunlukla kavga, gürültü, nefret
ve itiş kakış ile bitiriyoruz. Elin Avrupalısı ailesiyle veya arkadaşlarıyla eğlenmek,
güzel bir spor karşılaşması izlemek için maça giderken, bizim taraftar kitlesi ise
çoğunlukla küfür edip boşalmak ve sürü psikolojisi içinde olmanın verdiği öz güven
patlamasıyla kendi ilkel benliğini (egosunu) tatmin etmek için maça gidiyor. Aynı
şekilde Avrupalılar eğlenmek ve güzel bir gece geçirmek için içki içerken, bizim
toplumumuzda genelde dertlerini unutmak, hüzünlenmek ve efkarlanmak için içki içiliyor.
"Çok güldük,
kesin başımıza bir iş gelecek!" sözünü duymuşsunuzdur.
Toplumumuzda bu sözün doğruluğuna o kadar inanmışızdır ki, mutluluk zamanlarımızda
hemen bir korkuya kapılırız. Başkalarının kem gözlerle nazar ederek bizi kıskanmalarından
korkarız. Fazla gülmeyi ve eğlenmeyi kendimize yakıştırmayız. Eğer çok güldük ve
eğlendiysek kendimizi suçlu hissederiz. Çok gülen ve pozitif olan insanları ciddi
bulmaz, fazla gülmeyi ve eğlenmeyi iyi karşılamayız. Çok gülen, herkese gülen, herkesle
konuşan kadınları hafif bulur ve iyi gözle bakmayız. Toplum olarak hayatı çoğunlukla
kendi kendimize zorlaştırıyoruz. Sosyal
yaşamda, evde, trafikte, caddede, devlet dairesinde, iş yerinde, caddelerde, ticarette,
askerde, binalarımızın yapımında kural, hak ve hukuk tanımayarak etrafımızdaki
diğer insanların hayatlarını bilerek veya bilmeyerek zorlaştırıyor, hayatı
onlara zehir ediyoruz. Adeta kendi kendimize hayatı dar edip, kendi ellerimizle
kendi boğazımızı sıkıyoruz. En çok da bu durumu trafikte görüyoruz. Trafik ışıklarına
riayet etmiyor, hız sınırlarına uymuyoruz. Şerit ihlalleri yapıp, birbirimize sıkıştırıyor,
tehlikeli araç kullanıyoruz. Trafik kurallarına
uymayarak uyanıklık yaptığımızı veya kar yaptığımızı sanıyoruz. Ancak farkında olmadan
kendi kendimizi cezalandırıyoruz. Kurallara uymayarak, birbirimizi sıkıştırarak
sürekli kazalara yaklaşarak kendimizi ve diğer sürücüleri strese sokuyoruz. Bu yaşadığımız
ve yaşattığımız stres ile kendi ömrümüzü kısaltıyor, kendi hayat kalitemizi düşürüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder